Şarkıların, türkülerin, ağıtların gücü üzerine bir hatırlatma…
Bu yüzden müziği yok etmeye çalışıyorlar. Bu yüzden pandemi sürecinde en çok etkilenenler müzisyenler. Bu yüzden devlet en önce müziğin sesini kısıyor, şarkıların söylenmesini engelliyor. Bu yüzden Grup Yorum üyeleri tutuklu ya da sürgünde. Ne yaparlarsa yapsınlar müzik susturulamıyor ama…
24 Ocak, memleket tarihinin karanlık günlerinden. Bir değil, iki değil, onlarca gün var böyle: 19 Ocak, 11 Mart, 30 Mart, 24 Nisan, 6 Mayıs, 31 Mayıs, 2 Temmuz, 20 Temmuz, 10 Ekim ve daha nicesi… Hepsinde bir utanç gizli. Saydıklarım, ilk aklıma gelenler. Kimini bizzat yaşadım, kimini büyüklerimden, tanıklıklardan ve kitaplardan öğrendim. Bir de şarkılardan, türkülerden, yakılan ağıtlardan… Kimi isimler şarkılarda çıktı karşıma, peşlerinden gittim, gittikçe başka şeyler duydum. Olayları birbirine bağladım, isimler birbiriyle ilişkilendi ve hepsinin sonunda memleketin “kara günler” tarihi çıktı ortaya. Sadece şarkılar üzerinden böyle bir tarih yazmak mümkün. “Son Bakış” gibi, dinlediğimizde aşk şarkısı olarak algıladığımız nice şarkının altında memleket tarihiyle alakalı bir trajedi gizli. Bilmeyenler vardır, cümleyi açayım: Sezen Aksu’nun seslendirdiği “Son Bakış”, 12 Eylül sonrasında yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’in son fotoğrafındaki bakıştan yola çıkılarak yazılmış bir şarkı.
Kimi şarkılar içinde pek çok şey gizliyor, deştikçe ve derinine indikçe bunlar ortaya çıkıyor ama kimileri, meramını doğrudan anlatıyor. Dil lâl olduğunda notalar devreye giriyor ve şarkılar, söylenecekleri gün yüzüne çıkartıyor. Aralarında enstrümantal olanlar da var ama duyguları, bizi oradan oraya savuruyor, kimi zaman yerden yere vuruyor. 2009 yılında yapılmış Moğollar albümü “Umut Yolunu Bulur”un kapanışında yer alan ezgi bunlardan biri: “Uğur Mumcu Anısına” adını taşıyor ama başka bir başlık konsaydı, yine aynı his bizi sarardı. Müziğin gücü biraz da burada.
UĞUR MUMCU...
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993’te, evinin önündeki otomobiline konan bir bombayla öldürüldü. Olayı duyduğumda Ankara Altınpark’ta düzenlenen Bulutsuzluk Özlemi konserindeydim. Beni bugüne taşıyan topluluklardan biridir, daha önce yazılarımda söylemiştim. O kadar ki Hiroşima’ya atılan atom bombasının ayrıntılarını, Şili’de yapılan darbenin hikâyesini ve memlekette vuku bulmuş pek çok hadiseyi onların şarkılarından öğrendim. Müzik, bu yüzden güçlü: Üç dakikada çok şey anlatılabiliyor ve bu anlatılanlar hafızayla aktarılıyor. Bütün kayıtlar yok edilse bile hafızadaki kalıyor, kuşaklar arasında yol alıyor. Türküler, on yıllar, yüz yıllar öncesinden bugüne böyle geldi. Daha nice yıllar hepsi yaşayacak.
Bu yüzden müziği yok etmeye çalışıyorlar. Bu yüzden pandemi sürecinde en çok etkilenenler müzisyenler. Bu yüzden devlet en önce müziğin sesini kısıyor, şarkıların söylenmesini engelliyor. Bu yüzden Grup Yorum üyeleri tutuklu ya da sürgünde. Ne yaparlarsa yapsınlar müzik susturulamıyor ama… Uğur Mumcu’nun ardından yazılan şarkılar, ona yapılanı bugüne taşıyor. Sadece onun ardından yazılanlar değil, onunla özdeşleşenler de. Ruhi Su’nun sesinden ve sazından bize ulaşan “Ankara’nın Taşına Bak” ve Zülfü Livaneli bestesi “Yiğidim Aslanım”, bugün dinlediğimizde akla ilk Uğur Mumcu’yu getiriyor çünkü cenazesine katılan binlerce kişi bir ağızdan bunları söylemişti. Söylemiştik aslında çünkü ben de oradaydım. 21 yaşımda katıldığım ilk kitlesel eylemlerden biriydi. Uğur Mumcu öldürülünce yalnız kaldığımı hissetmiş, kalabalığa karışınca yalnız olmadığımı fark etmiştim. Binlerce insan yağmur altında Maltepe Camii’nden Cebeci Asrî mezarlığına yürürken ağıda dönüşen bu şarkılar susmamış, bir yandan umut vermeye devam etmişti.
HRANT DİNK...
Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden on dört yıl sonra, onu anmaya hazırlandığımız günlerde, bir başka özel insan, Hrant Dink, Şişli’de Agos gazetesinin önünde vurularak öldürüldü. 19 Ocak, bir başka acılı gün olarak “kara günler” tarihine yazıldı. O gün ve sonrasında, Agos’un bulunduğu Sebat Apartmanı’nın altındaki Detay Müzik, hep aynı türküyü çaldı: “Sarı Gelin”. Ortak dilli türkülerimizden biriydi bu. Ermenice ve Türkçe sözlerle söylenmiş, bugüne gelmiş… 19 Ocak 2007 sonrasında, bize Hrant Dink’i, onun öldürülmesini hatırlatan, duyduğumuz noktada hafızamızı yeniden tazeleyen ve öfkemizi diri tutan bir ağıta dönüştü.
Hrant Dink’in ardından da çok şarkı yazıldı. Üstelik yazılmaya devam ediliyor ya da kimi şarkılar, türküler, onun için söyleniyor. Bunlar söylendiği sürece onu, ona yapılanı, sadece ona değil barışa, kardeşliğe, özgürlüğe sıkılmış bu kurşunu unutmamız mümkün değil. Bu şarkılar, türküler olmasa da unutmayacağız ama ortak hafızamızı canlandıran ezgiler, bize her zaman bu acıyı hatırlatacak.
Acılarda buluşmak, öfkeyi acıyla karmak, bunu yaparken umudu diri tutmaya çalışmak çok zor. Zorluğu, insanın yüreğine oturan taştan. O taş nefesimizi sıkıştırırken umut imdada yetişiyor ve nefes almamızı sağlıyor. Sonrasında yanımızda bizim gibi nefes almaya çalışan birini görüyoruz. Birbirimize güç veriyor, yan yana ilerlerken başkalarını fark ediyoruz. Omuz omuza, dayanışmayla bir araya gelişimiz ve sonrasında artan kalabalık, bizi güçlendiriyor. Acılar, tuhaf ama biraz da bunu kolaylaştırıyor.
RUHİ SU
Uğur Mumcu’nun cenazesinde sesini duyduğumuz Ruhi Su, ondan sekiz yıl önce, 20 Eylül 1985’te aramızdan ayrıldı. Doğal bir ölüm değildi bu. Hastaydı, tedavi edilmesi gerekiyordu ama devlet ona pasaport vermediği için yurt dışında yapılması gereken tedaviye gidemedi ve hayatını kaybetti. Ölümünün sorumlusu, 12 Eylül cuntası. Aynı cunta, sanatçının cenazesine de izin vermedi. 12 Eylül sonrasındaki ilk kitlesel buluşmaydı bu. Dayanamayanlar, bunun böyle olmasını istemeyenler, insanların yan yana gelmesini hazmedemeyenler, cenazeye katılan acılı insanlara saldırdı. Yıllar sonra, kaçırılan cenazeleri, cenazelerine saldırılan gençleri de gördük. Gezi direnişi sırasında başına yediği gaz kapsülüyle öldürülen Berkin Elvan, polis kurşunuyla aramızdan alınan Ethem Sarısülük ve nicesinin cenazesine de saldırdı devlet. Saldırmaya devam ediyor üstelik.
Şarkılar, türküler, ağıtlar bunları da anlattı, anlatıyor, anlatacak. Bugün 24 Ocak. Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin üzerinden 28 yıl geçti, dile kolay. Ardından yazılan, söylenen şarkıları bu yazıda anmayacağım, zira üç yıl önce, yine bir 24 Ocak günü yazdığım bir yazıda bu şarkıların bir kısmına yer vermiştim. Hrant Dink’in ardından yazılanları, söylenenleri de farklı yazılarda bir araya getirdim. Yaşadığım sürece bu şarkıları çalmaya, hatırlatmaya, öldürülen canlarımızı anlatmaya devam edeceğim. Bu da buraya bıraktığım bir söz olsun.
Uğur Mumcu’yu öldürülüşünün 28. yılında (memleketin “kara günler” tarihine adları yazılan ya da yazılmayan yüzlerce canla birlikte) saygıyla anıyorum.