Şaşırabiliyor muyuz acaba?
Şaşırmak bir oyundu. Oyunu siz kurmuyordunuz, birisi sizin adınıza bir oyun kuruyordu, sizi düşünüyor, önemsiyor, önceden planlıyor hatta etkili olsun diye kurguluyordu. Size de bunun bir oyun olduğunu öğrendiğinizde keyfini çıkartmak kalıyordu.
Küçük bebek mama sandalyesine oturtulmuş, meraklı gözlerle etrafına bakınıyordu. Her şey yeni, renkli, heyecanlıydı. Ama en çok o oyunu seviyordu; büyüklerden biri karşısına geçip ‘ceee’ yapıyordu. Önce yüzlerini kapatıp ismini söylüyorlardı. Bebek sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken de yüzlerini açıp ‘ceee’ diyorlardı. Bebek şaşırıyordu ve herhalde kendi şaşırmasına da şaşırıyordu ki, birlikte epey kahkahalı, gülücüklü eğleniyorlardı.
O yüz defalarca saklanıyordu ve bebek her seferinde ‘cee’ dendiğinde kahkahalarla gülüyordu.
Şaşırmak mutluluktu…
***
Adamın doğum günüydü ve öğlen olmasına rağmen kimse kutlamamıştı. Geçmişte de doğum günleri çok olaylı kutlanmıyordu ama en azından sabah bir ‘iyi ki doğdun’ dileği ile başlardı. Yakın zamanda bir arkadaşlarını kaybetmişlerdi. Zamansız bir gidişti, herkes sarsılmıştı. Doğum günlerini kutlamayalım ama hayatı kutsama fırsatını da kaçırmayalım diye düşünmeye başlamışlardı. Bir tür ‘iyi ki doğmuşuz, iyi ki hala hayattayız’ kutlamasıydı bu yaştan sonra. Bu sessizlik biraz dokunmuş, mutsuz etmişti o yüzden.
Sonunda eşi aradı akşama doğru, ‘seninle restoranda buluşalım, başbaşa bir doğum günü yemeği yeriz’ dedi. Bu da bir şey diye düşündü. Küçük bir restorandı, en azından sahibi falan tanıdık. Muhabbet olur diye düşündü.
Kapıdan girerken içerdeki sessizlik dikkatini çekti ama üzerinde düşünmedi, gece pek istekli başlamamıştı.
Sonra birden her yer ışıl ışıl oldu, “sürpriiizzz” diye bağırdı herkes. Herkes evet herkes oradaydı. O’nun hayatını, birlikte bir hayatı kutsamaya, kutlamaya gelmişlerdi.
Ağzı kulaklarında bir geceydi, bütün günün sıkıntısını unutturan, sevilmenin, sevmenin herkese iyi hissettirdiği, üzerine uzun yıllar konuşulacak, anılarda başköşeye yerleşecek bir gece.
Adam arada bir ‘beni bütün gün mutsuz ettiniz ama’ diye söylense de, mutluydu.
Şaşırmak mutluluktu…
***
Şaşırmak bir oyundu. Oyunu siz kurmuyordunuz, birisi sizin adınıza bir oyun kuruyordu, sizi düşünüyor, önemsiyor, önceden planlıyor hatta etkili olsun diye kurguluyordu. Size de bunun bir oyun olduğunu öğrendiğinizde keyfini çıkartmak kalıyordu.
Şaşırmak keyifti…
***
Şaşırmak ebelenmekti. Hiç beklemediğimiz, hiç ummadığımız, tahmin etmediğimiz bir şeyle karşılaşmaktı. Bizi şaşırtan beklenmedik olması değildi ama. Trafikte aniden önümüze çıkan bir araba ya da aniden bastıran yağmur ya da yıllardır görmediğimiz bir dostumuza markette rastlamak gibi bir beklenmediklik değildi.
Şaşırıyorduk çünkü bizi şaşırtan şey birinin bizim içimizi görmüş olması, ihtiyacımızı anlamış olması bize neyin iyi geleceğini tahmin etmiş olması idi. Şaşıranın ihtiyacı ile şaşırtanın anlayışının aynı noktada buluşmasıydı şaşırmak. Görülmekti, o yüzden de biraz ebelenmekti.
***
Kadın mahkeme kapılarında yoğun bir gün geçirmişti. Tek istediği eve gidip, ışıkları kapatıp, sessizlikte kafa dinlemekti. Ne evin dağınıklığı umurundaydı, ne evrak işleri. Yorgunluktan ve ruh sıkıntısından karnını doyurmak bile istemiyordu. Sadece sessizlik.
Eve girdiğinde arkadaşının çoktan gelmiş olduğunu fark etti. Köşedeki abajurun loş ışığında ev çok derli toplu görünüyordu. Gülümsedi arkadaşı, gel dedi, çay yeni demlendi. Fırında sevdiğin zeytinli kek var, pişmek üzere.
Ev temizdi, sessizdi, dışardan vuran sokak lambası ışığında loş ve dinlendirici görünüyordu. Kek kokusu sarmıştı her tarafı ve çaydanlıkta kaynayan suyun cızırtısı duyuluyordu.
***
Şaşırmak yeniden heyecanlanabilmekti. Defalarca ‘ceee’ denildiğinde aynı heyecanla defalarca gülen küçük bebekler değildik artık. Ruhumuz yorulmuş, duygularımız defalarca kurcalanmış, beklentilerimiz pek çok kez hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştı. Artık daha az ve daha zor heyecanlanıyorduk.
Şaşırmak işte bu yüzden yenilenmek demekti, ezberlerimizin bozulmasıydı. Yorgun ruhumuzun yeniden bir çocuk gibi heyecanlanması için bildiklerimizi unutturacak, kalbimizin yerini hatırlatacak bir anı deneyimlemekti. Hatta birden fazla duyguyu birarada yaşamak, çakraları açmaktı.
***
Zekaydı şaşırtmak, görmek, anlamak ve kurgulamak ama en vurucu anı en yaratıcı fikirlerle tasarlamaktı. O yüzden de biricikti.
Ne yerlere diz çökülerek yapılan evlenme tekliflerine kapılmaktı, ne pahalı hediyeler, ne gökyüzüne yazılan yazılar… Para değildi, gösteriş, abartı hiç değildi. Zeka, sevgi, empati, kurgu, dostluk, yaratıcılık… Hepsinden göz kararı gönül kararı…
***
Adamın işyerinde son günüydü. Herkes küçük kartlara iyi dileklerini, sevgilerini, güzel anılarını yazmıştı. İş arkadaşlığının ötesine geçeli çok olmuştu. Dostluk, dayanışma, yoldaşlık, birlikte sorun çözme, kriz atlatma… Bir ömür gibiydi.
Bir karta iliştirilmiş bir çakmak gördü. Kartta “Sevgili dostum, çakmaklarımızı senin çaldığını biliyoruz. Bunda gözün olduğunu da biliyoruz. Al, cebine koy. Bir süre idare et, gider gitmez adın çakmak hırsızına çıkmasın” yazıyordu. Gülümsedi, kartta isim yazmıyordu ama kafasını kaldırdığında onunla gözgöze geldi. Birbirlerine gülümsediler, ikisi de aynı anda göz kırptılar.
Yeni yılda lambadan bir cin çıksa da... 29 Aralık 2024
Biraz susabilir miyiz! 15 Aralık 2024
Tevfik Taş: Kutsanacak bir üretkenlik, alçakgönüllü bir gülümseme 06 Aralık 2024
Mor: Şiddetin değil dayanışmanın rengi 01 Aralık 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI