YAZARLAR

Savaş bulutları kümelenirken…

Bir tarafında Çin ve Rusya’nın, öteki tarafında ABD ve müteffiklerinin yer aldığı "vekalet" ve “hibrit” savaşları artarak sürecek. Savaşlar tüm ülkelerin iç siyaset dengelerini etkileyecek.

31 Mart’ta bir kez daha oy kullanacağız. “Yurttaş” ya da “toplumsal bireyler” olarak değil “seçmen”ler olarak sayılacağız. Bu yıl nüfusu yaklaşık 3.6 milyarı bulan onlarca ülkede seçimler yapılıyor. Giderek artan bir çoğunluğun, oy verme işleminin gerçek yaşamda hiçbir değişiklik getirmeyeceğinin farkında olduğunu seçime katılma oranlarındaki dramatik düşüşten anlıyoruz. Öte yandan, siyasetin sandığa hapsedildiği koşullarda “seçim” demeyi alışkanlık haline getirdiğimiz oylamalar, kurulu düzeni yeniden biçimlendirmek açısından hâlâ işlevli görünüyor. ABD ve Avrupa’da “Biden sonrası”nın, Türkiye’de “Erdoğan sonrası”nın, seçim sonuçlarına bağlı olarak tartışılması bunu anlatıyor.

Kapitalizmin tarihsel, teorik sınırlarına dayandığı günümüzde sınıf mücadelesinin ve siyasetin seçim, seçmen, parlamento düzenekleri, oylama zaman ve mekânları dışında, eskisinden farklı biçim ve araçlarla, yeniden kurulması gerektiğini düşünüyorum. Bu önemli konuya sonraki yazılarda döneceğim. Bu yazıda, iç ve dış dinamiklerin iç içe, kucak kucağa olduğu, dünyada ve bölgede savaş bulutlarının yoğunlaştığı bir dönemde Ukrayna ve Gazze savaşlarının yol açtığı gelişmelere, Türkiye siyasetine etkilerine, 31 Mart’tan sonra bizleri nelerin beklediğine ilişkin saptama, öngörü ve değerlendirmeler yapmaya çalışacağım.

UKRAYNA SAVAŞINDA DÖNÜM NOKTASI

Ukrayna savaşı(1) Rusya’yı askeri ve ekonomik olarak çökertmek, Rusya- Çin ittifakını bozarak Pasifik’te Çin’i yalnız bırakmak, Batı ittifakını ABD hegemonyası ve NATO şemsiyesi altında genişletip askerileştirmek amacıyla ABD tarafından başlatıldı. Üçüncü yılına girerken, bu amaçların hiçbirinin gerçekleşmediğini söyleyebiliriz. Daha geçen hafta, küresel sermayenin en deneyimli dergilerinden biri olan The Economist “Ukrayna savaşı üçüncü yılına giriyor ve Rusya şu anda galip” diyerek durumu özetledi.

Bir özet de biz yapalım: Bu iki yıllık savaşın sonunda Rusya ekonomik ve askeri açıdan çökertilemedi. Rusya-Çin ittifakı pekişti. Avrupa resesyona girdi; kendi içindeki bütünlük ve uyum zayıfladı. ABD hegemonyası daha da aşındı. ABD siyasal bir türbülans dalgasının içinde. Batı ve NATO güdümlü Ukrayna, askeri ve siyasal açıdan tükenmenin eşiğine geldi. Ukrayna Genelkurmay Başkanı Zalujni’nin “savaşın çıkmaza girdiğini” söyledikten sonra görevden alınması, durumun Ukrayna açısından ne ölçüde çaresiz olduğunu gösteriyor. Bu savaşta iki taraftan yüz binlerce asker ve sivilin yaşamını yitirmesi, Ukrayna’nın yakılıp yıkılması, başta ABD ve Rusya hiçbir devletin umurunda değil. Bu savaş, günümüzde savaş-insan ilişkisinin “yeni normali” ile ilgili neşter soğukluğunda acımasız, ürkütücü bir görünüm veriyor.

Rusya şimdi, “Donetsk – Luhanks’ın ve Azak Denizi kıyılarının Rusya’da kalması" koşuluyla daha önce “ilhak ettiğini” ilan ettiği kimi bölgelerden vazgeçebileceğini ima eden bir barış planı öneriyor. Dahası, Moldova’nın Trans Dinyester bölgesinin bağımsızlık ilan edip Rusya’dan korunma talep etmesine şimdilik kayıtsız kalarak savaşı Odessa’ya doğru tırmandırmak hedefinden vazgeçmiş görünüyor. Çin, Rusya, Amerika ve Ukrayna yönetimleriyle yeni bir barış planı için şu günlerde görüşmeler yapıyor.

ABD ve Avrupa’da ise bu durumun nasıl karşılanacağı konusunda farklı yaklaşımlar, hatta çatlaklar var. Kimileri, Ukrayna’da püskürtülmeyen bir Rusya’nın “Batı” için çok büyük bir askeri tehdit oluşturacağını öne sürerek NATO’nun savaşa dahil olmasını savunurken, başkaları bundan uzak durmak gerektiğini belirtiyorlar. Son haftalarda bu tutum farklılıklarını ortaya döken belirti ve haberler çoğaldı.

Macron, 26 Şubat’ta 20 Avrupa ülkesinin Paris’te yaptığı toplantıdan sonra Avrupa’nın Ukrayna’ya asker göndermesinin göz ardı edilemeyeceğini söyledi. ABD böyle bir planı olmadığını açıkladı. 29 Şubat’ta Almanya Başbakanı Scholz “Ordumuzdaki askerleri Ukrayna’ya göndermeyeceğim” dedi. Altı gün önce, 23 Şubat’ta ise Almanya Genelkurmay Başkanı Carsten Breuer, Rusya'yı hedef göstererek önümüzdeki beş yıl içinde Almanya’nın savaşa hazır olacağını söylemişti. 28 Şubat’ta Financial Times, “Batılı özel kuvvetlerin gayri resmi olarak Ukrayna’da faal” olduklarını yazdı.

Rusya sözcüsü Dimitry Peskov, Batılı ülkelerin Ukrayna’ya asker göndermesi durumunda NATO ile Rusya arasındaki bir çatışmanın olasılık olmaktan çıkıp, “kaçınılmaz” hale geleceğini söyledi. Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 26 Şubat’ta “Rusya nükleer savaş olasılığını dışarıda tutmuyor” dedi. Putin, 28 Şubat’ta Federal Meclis’te yaptığı yıllık konuşmada, “Batılı ülkelerdeki hedefleri vurabilecek silahlara sahibiz ama Avrupa'ya saldırmayacağız” dedi.

Ukrayna savaşı küresel paylaşım ve hegemonya çatışmalarının önemli bir alanı olmaya devam edecek gibi görünüyor. ABD ve Avrupa’nın bu sayfanın Rusya lehine kapanmasını sineye çekmeleri çok zor. Savaşın ABD ve NATO ile Rusya arasında doğrudan bir savaşa büyümesi, “kısmi etkili-taktik” nükleer silahların kullanılması ise tüm taraflar için ciddi riskler barındırıyor. Bu olasılıkta ABD-Avrupa birliği de içinden çatlayabilir vb. Belirsizliğin ve dezenformasyonun hüküm sürdüğü koşullarda daha kesin çıkarımlar yapmak ne mümkün, ne de doğru.

Açık ve kesin olan ise kanımca şu: Bir tarafında Çin ve Rusya’nın, öteki tarafında ABD ve müteffiklerinin yer aldığı  “vekalet” ve “hibrit” savaşları tüm dünyada artarak sürecek. Paylaşım ve hegemonya savaşları tüm ülkelerin iç siyaset dengelerini de birinci dereceden etkileyecek.

GAZZE SAVAŞI VE ÇOK YÜZLÜLÜK

7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısıyla başlayıp İsrail’in Filistin halkına soykırımıyla sürmekte olan Gazze çatışmasını da bu çerçevede ele almak gerekiyor. Tarihsel derinliği olan bu sorun bugün paylaşım ve hegemonya savaşlarının önemli bir halkası haline gelmiş durumda. Bir not: Devletler, gizli servisler komplo yapar! Komplolar yapılır; bizim gibi sıradan insanlar tarafından ise ancak sonradan öğrenilir. Hem uygulanırken bilgisine erişemeyeceğimiz, hem de komplolara nesnel-tarihsel süreçleri belirleyecek bir güç atfetmediğimiz için bunlar üzerinde akıl yürütmeye girişmiyoruz.

Bu anlayışla 7 Ekim ve sonrasındaki gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz: İsrail yenilmezdir efsanesi çöktü; Arap-İsrail “normalleşme” süreci kesintiye uğradı; Çin’in Kuşak Yol’una alternatif enerji koridoru tasarımı gündemden düştü; stratejik önceliğini Pasifik’e kaydırma kararı veren ABD Ortadoğu’ya dönmek zorunda kaldı.

Ancak Fehim Taştekin’in güzel formüle ettiği gibi bunlardan bir “kopuş hikayesi” çıkmıyor.[2]

Filistin sorunu?

Filistin sorunu tarihinin en zor döneminden geçiyor. Acı ama açıkça söylemek gerek: Ortadoğu’da at oynatan irili ufaklı bütün güçler konuya kendi çıkarları ve güç dengeleri açısından bakıyorlar. Oynak ve kaypak “Arap dünyası” soruna ABD ve İsrail’le dostluk-pazarlık çizgisinde yaklaşıyor. Avrupa’nın tüm evrensel hukuk ve insan hakları söylemlerinden boşandığını ilan eden ABD-İsrail yardakçısı tutumu ortada. Durum açık: “Büyük İsrail” projesi adım adım hedefine doğru ilerliyor.

TÜRKİYE NEREYE?

Erdoğan’ın Ukrayna savaşının başından bugüne izlediği “denge” siyasetini sürdürmesi olanaksız görünüyor. İsveç’in NATO’ya girişinin onaylanması, F 16 anlaşması, Türkiye’nin iki hafta önce 21 üyeli Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi’ne katılması vb. gelişmeler Erdoğan’ın ABD eksenine hızlı adımlarla yaklaştığının önemli işaretleridir. Bunlara her gün yenileri ekleniyor. 

Erdoğan, Netanyahu aleyhine keskin nutuklar atar, yandaşları tuhaf boykotlar yaparken İsrail’le Türkiye arasında silah ve mal taşıyan gemilerin vızır vızır işlediği yeterince deşifre edildi.

Konunun “stratejik tercihler” yönü üzerinde ise neredeyse hiç durulmadı. Oysa, ABD ile Türkiye arasındaki pazarlıklar ağırlıklı olarak stratejik başlıklar üzerinde yürütülüyor. Bunlardan biri, kanımca en önemlisi ABD’nin İsrail’le birlikte oluşturmakta olduğu İran karşıtı cepheye Türkiye’nin dahil edilmesi stratejisidir. Bu stratejinin “joker”i İsrail’le ilişkileri “mükemmel” olan Azerbaycan’dır. Şubat ayı içindeki Münih ve Antalya diplomatik forumlarında kurulan ilişkiler Irak Kürdistan Özerk Yönetimi’nin de bu cepheye çekilmekte olduğunu gösteriyor. ABD-İsrail-Azerbaycan-Irak Kürdistan’ı Özerk Yönetimi- Ermenistan cephesini Türkiye’yi de katarak oluşturmak emperyalist ABD’nin önemli önceliklerinden biri olarak somutlaşıyor.

Göstermeye çalıştığım gibi, emperyalist paylaşım ve hegemonya kavgası, Ukrayna ve Gazze savaşları sıcaklığında Türkiye’nin iç ve dış dengelerini, iç ve dış siyasetini, Erdoğan sonrasına ilişkin senaryoları, Kürt sorununun bundan sonra tutacağı yolu doğrudan, birinci dereceden etkileyecektir. Türkiye’de siyaset yapma iddiasında olan bütün düzen karşıtı güçlerin, bilinen ezberleri tekrarlamanın ötesine geçip somut duruma uygun yol haritaları ve mücadele yöntemleri geliştirmeleri gerekiyor. 


NOTLAR:

(1) İlgili okuyucuya, daha kapsamlı bilgi ve çözümleme için Rusya-Ukrayna savaşının başlarında 4 Nisan 2022’de yayımlanan “Kapitalizmin sınırında yeni bir eşik: Ukrayna savaşı” başlıklı yazıma göz atmasını öneriyorum.  

(2) Fehim Taştekin, “Madara olan kibir: Hegemonyaya yeni bir hikâye lazım” Gazete Duvar, 22 Şubat 2024


Haluk Yurtsever Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 1973-1976 ve 1980-1992 yılları arasında İngiltere, Sovyetler Birliği, Fransa ve Almanya’da bulundu. 1974’de İngiltere’de TKP üyesi oldu. Bir yıl Moskova’da Lenin okulunda eğitim gördü. İlki 1990’da yayımlanan Sınıf ve Parti (Dönem Yayınevi, Ankara) olmak üzere yayımlanmış 15 kitabı var. 8 ortak kitaba katkı yaptı. Son iki kitabı, Uygarlık Dönemeci 2021’de, Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk 2023’de Yordam Kitap’tan yayımlandı. Yurtsever Nisan 2024’de yine Yordam Kitap tarafından yayımlanan 15 yazarlı 100 yıl Sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin de yazarları arasında bulunuyor. Tarih, felsefe ve siyaset üzerine çalışıyor, kitap ve makaleler yazıyor. İzmir’de yaşıyor.