Savaş meydanında satranç
Satrancın temellerini döşeyen stratejiyi ve rasyonel planlamayı anımsatıyorlardı. Ukrayna'yı tüm insani, kültürel, sosyolojik, tarihsel boyutlarından arındırarak salt bir “jeopolitik satranç tahtası” veya satranç tahtasında yalnızca herhangi bir taş gibi görenlere bir karşı duruş sergiliyorlardı.
Güzel Kiev’in Shevchenko parkında puslu bir pazar günü, yüzü güneşli insanlar, savaşın tam da orta yerinde satranç oynadılar. İki ay önce yavru köpeklerini gezdirdikleri, hafta sonu yürüyüşüne çıktıkları, çocuklarıyla uçurtma uçurdukları, ilkbaharı müjdeleyen papatyaları topladıkları gök kubbenin altında, o gün insanlık tarihinin en popüler ve kadim zekâ oyunlarından biriyle uğraşarak, yaşama hoş bir selam gönderdiler.
Chess players have returned to Kyiv's Shevchenko park today. I find it astonishing how Ukrainians are grappling with the new reality of the war and trying to lead a normal life as possible even under extremely difficult circumstances.
— Asami Terajima (@AsamiTerajima) March 27, 2022
They are the most resilient people I know. pic.twitter.com/2hNFrN9FwQ
Karşımızda duran, iki kişi arasında 64 eşit parçaya bölünmüş kare bir tahta üzerinde 32 taşla oynanan, Viyana açılışıyla veya Grünfeld savunmasıyla açılış hamlesi yapılıp, şaha yönelik hücum geliştirilen, mat ağı kurulan türden bir satranç değildi.
Bu yaptıkları, yeni normalleri olan savaş ortamında, savaşın korkunç yüzü onlara dönmüş haldeyken dayanıklılık kapasitelerinin tüm dünyaya biraz muzipçe sergilenmesiydi.
Liman şehri Odessa’nın birbiriyle kapışan satranç oyuncuları ve ressamlarıyla ünlü Sobornaya Meydanı’ndaki tabloyu burada adeta gerçek-üstü bir ortamda yeniden kurgulamışlardı. Ne de olsa “Doğu Akdeniz’in incisi” denen başkent Kiev ve “Karadeniz’in incisi” denen Odessa, şu anda Rusya’nın ele geçirmeye dönük planlar hazırladığı iki şehir...
O Odessa ki, Napolili besteci Eduardo di Capua’nın, 1898 yılında bu kente turneye geldiğinde, Karadeniz’e yansıyan sabah güneşinden ilhamla, 'O sole mio’ şarkısını ortaya çıkarmasına aracı olur.
Şah, azim ve iradeydi. Ukrayna halkının işgalcilere karşı azim ve iradesi sönerse her şey biterdi. Şah, disiplindi, üstünlük sağlamak üzere tüm parçalar arasında koordinasyonun, uyumlu işbirliğinin kurulmasıydı. Tıpkı uluslararası toplumun şu anda yaptırımlarla, düzenli toplantılarla ve arabuluculuk çabalarıyla Ukrayna’nın yanında yer alması, onun güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden tehlikeler karşısında yeknesak ve koordineli tavır benimsemesi gibi...
Kazanmak için yapmaları gereken üç şey vardı: Zekâ ve bilgeliklerini kullanarak satranç tahtasının üzerindeki makul hamleleri iyi bilmek, doğru anda doğru taşı doğru yerde kullanmak ve karşındakinin ne yapacağını kestirip olası tehditleri fark edebilmek.
Ölü bulutların altında, yaşanan tüm zulme, egemenlik hakkı ihlallerine rağmen yaşama karşı var güçleriyle meydan okuyorlardı. Anne sıcaklığıyla kucak açıyorlardı umuda... Birçok açıdan da yaşamı, insanlığı, var oluşu, ileri görüşlülüğü yüceltiyor; satrancın temellerini döşeyen stratejiyi ve rasyonel planlamayı anımsatıyorlardı. Ukrayna'yı tüm insani, kültürel, sosyolojik, tarihsel boyutlarından arındırarak salt bir “jeopolitik satranç tahtası” veya satranç tahtasında yalnızca herhangi bir taş gibi görenlere bir karşı duruş sergiliyorlardı.
Yuriy Ajrapetjan’dan (2008), Eduard Andreev’e (2005), Alexander Areshchenko’ya (2002), Valeriy Aveskulov’dan (2006), Vladimir Baklan’a (1998) dek bu zamana dek Ukrayna’dan çıkmış 70 satranç büyük ustasının ruhu kaplamıştı meydanı. Eski Dünya Satranç Şampiyonu Rus Garry Kasparov ise, sosyal medya hesabı üzerinden ülkesinin Ukrayna'ya askeri müdahalesine tepki göstermesinin ardından onlarla duygudaş olmuştu.
Meydanın köşesinden de The Queen's Gambit’in roman karakteri Elizabeth Harmon muzipçe izliyordu adeta yaşananları...
Bir yandan da Stefan Zweig'ın, 1942 yılında, Hitler iktidarından kaçarak sürgün yaşadığı Buenos Aires'te yayımladığı Satranç adlı kurmaca romanından kesitler süzülüyordu havada. “Çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz” diyordu Zweig ve kendinden kaçan birinin kendiyle baş başa kalma sürecinde hayata tutunma ve benliğini bulma sürecini bize aktarıyordu.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle UNICEF verilerine göre 4,3 milyon Ukraynalı çocuk yerinden edilirken, arkada oyuncaklarını, piyanolarını, giysilerini, ama bir yandan da hayallerini sessizce bırakıp tüm bu yoksunlukların ortasında sadece kalplerinde bir ağrı hissediyorlar. Ülkelerini, yuvalarını, biricik odalarını düşündükçe, tüm bu yoksunluklar yumağı karşısında yanaklarından yaşlar süzülüyor.
Oysa göç eden tüm çocuklar, anne kokulu odalarındaki yastıklarının sıcaklığına geri kavuşabilmeli. Çocuklar, sabahları endişeyle ve yaralı bir yürekle değil, ağız dolusu gülümseyerek güne merhaba diyebilmeli.
Böylesi bir tablo karşısında, Zweig’ın sözünü ettiği o hiçlik, sadece çocukların değil tüm insanlığın özüne işlemeli. İnsanı gerçek anlamda çıldırtabilecek türden bir belirsizlik, yarını görememek, sürekli bir kaçış yolu tasarlamak, diplomatik zirvelerin sonucunda açılacak insani koridorların akıbetini dört gözle beklemek ve bunun verdiği korkunun yarattığı çaresizliği sözcüklerle ifade etmek olanaksız.
Binlerce insanın hayatını bir atışla noktalayan bombaların yağdığı, dronların uzay filmini andırırcasına uçuştuğu bu irrasyonel ve insanlığın yüz karası savaşta rasyonel olan biricik şey ise, Ukrayna halkının haklı talepleri ve onları sürreel bir ortamda birleştiren satranç tutkularıydı.
Dünyanın farklı noktalarına savrulan o endişeli çocuklar gibi bu meydanda satranç masasının başında kendileriyle yüzleşen ve ruhlarındaki tüm acıyı bastırmaya çalışan Kiev halkını da ayakta tutan temel şey, yaşama gereksinimi ve yaşama duyulan açlıktı. Birliktelik, savaşa karşı meydan okumak ve barışa duyulan açlık bizi iyileştirir mi? Yoksa naif bir karşı duruştan öteye geçemez mi? Sınırsız kombinasyonları olan satranç bize bu soruların yanıtını veriyor.
Büyük düşünür ve hukukçu Çiçero, “Adil olmayan bir barış bile, en haklı savaştan daha iyidir” demekte haklı. Uluslararası ilişkiler lineer ilerlemiyor. Bütün çatışmaların, anlaşmazlıkların temelinde, ülkelerin içlerindeki o hiçlik duygusunu bastırma isteği yatıyor. İnsanlar gibi devletlerin de kendilerini tanımlamaları ve içinde bulundukları uluslararası düzene ve normlara ne kadar uyum sağladıklarını eleştirel bir gözle değerlendirmeleri gerekiyor.
Komşularına adil davranmayan bir devlet ise, kendi gerçek özgürlüğüne ve huzuruna asla kavuşamıyor. Aslolan, rakibin hamlelerine göre kendi hamlelerini şekillendirirken oyunda daha uzun soluklu kalabilmek ve birkaç hamle sonrasını düşünebilmektir.
Rusya, bir satranç ustası edasıyla, savaş uçaklarıyla Gürcistan’ı bombalarken, sürgündeki muhalifleri zehirleyerek öldürmeye çalışırken, Ukrayna’nın doğusunu işgal, Kırım’ı da ilhak ederken, Libya’ya dek paralı askerler gönderirken ve Avrupa’nın doğu sınırlarında giderek artan bir tehdit yaratırken ve sert gücünü sahada baskın hamlelerle sınır tanımaksızın kullanırken, Batı cephesinde büyük bir adaletsizlik ve geç kalınmışlık duygusu perçinleniyor.
Görünen o ki, Avrupa Birliği de, NATO da bu satranç oyununda rakibinin hamlelerini vaktinde ve önceden sezinleyemedi ve oyunu uzun soluklu kılacak politikaları üretemedi; kendi iç meseleleriyle uğraşırken yanı başında fokurdayan tenceredeki yemeğin dibinin tutabileceğini öngöremedi.
Zweig’in ifadesiyle, “insan her şeyini kaybettiğinde, elinde kalan son şey için umutsuzca savaşır”. Tehlikeli bir şekilde, bir yandan umutların tükendiği, ama bir yandan da insanlığın yeni umutlar pompaladığı, hatalarından ders çıkardığı, NATO zirveleriyle, AB’nin stratejik savunma rehberleriyle kendi dayanıklılığını ve komşu ülkelerin savunulmasını önemsemeye başladığı günlerden geçiyoruz.
Bu kirli savaş, ya sembolik olarak satranç tahtalarının dizildiği meydanlarda, ya savaş alanlarında, ya diplomasi masalarında çözümlenecek. Şu an ise, katı kalpler diyarında derin bir sessizlik hüküm sürüyor. Rasyonalite nefesini tutmuş, insanlığın hakikat karşısında yapması gerekenleri birer birer sıralıyor.
Şurası açık ki, Batılı ülkeler savunma harcamalarını aniden artırırken, Rus şirketlere birbiri ardı sıra yaptırımlar uygularken ve Rusya’yı uluslararası sistemden izole ederken, artık liberal uluslararası düzende, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un ifadeleriyle bir “Zeitenwende”, yani dönüm noktası yaşanıyor. Bu bir paradigma değişimini beraberinde getirir mi? Hep birlikte göreceğiz.
İnsanlar savaş çığırtkanlarına karşı yeni soluklar buldukça, inat edip haksızlığa direndikçe, satranç oyuncuları misali tek kılavuzları rasyonalite ve akıl oldukça, uluslararası toplumdaki her aktör birbiriyle adalet duygusu ışığında dayanıştıkça, hukukun ve egemenliğin önemini kavradıkça, insanlık yeniden bir zeytin ağacı misali bilgeleştikçe, evet ancak o zaman insanlık dört mevsim çiçek açacak, o zaman güzelleşecek dünya, o zaman iyilik yönetecek dünyayı...