Savaşlar ve diğer zorluklar
Olga Tokarczuk'un yeni romanı 'Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler', Neşe Talay Yüce çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından yayımlandı. Tokarczuk’un, kısa bölümlerden oluşan ve çok karakteri ağırladığı bu romanında fantastik bir dünya üzerinden, 1914-1980 arasını kapsayan sosyal ve siyasal bir eleştiriyle karşılaşırız ve nihayetinde Tokarczuk, okurunu yine tatmin olmuş bir şekilde evreninden uğurlar.
1962 yılında doğan Polonyalı yazar Olga Tokarczuk, Varşova Üniversitesi’nde Jung üzerine yaptığı çalışmalarla bilinmekteyken, kariyerini edebiyat üzerine kurmaya karar verir. Bugüne kadar kaleme aldığı dokuz romanı, üç öykü kitabı bulunan Tokarczuk her ne kadar Polonya’da pek çok ödüle layık görülse ve ülkesinde kayda değer bir okur kitlesine sahip olsa da, bütün dünyaca tanınmasını/okunmasını sağlayan şey, 2018 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülü’dür kuşkusuz.
Gerçi dilimizdeki ilk kitabı 'Gündüzün Evi, Gecenin Evi', 2004 yılında, Anna Polat çevirmenliğinde ve Grikedi Yayınevi etiketiyle kitaplığımıza girmişti. Akabinde Kalem Kültür Yayınları’ndan 'Aç Gözünü Artık Yaşamıyorsun' (2018), Alabanda Yayınları’ndan 'Koşucular' (2019), Timaş Yayınları’ndan 'Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde' (2020) karşımıza çıktı. Timaş Yayınları geçtiğimiz günlerdeyse Tokarczuk’un yeni bir romanını yayımladı. 'Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler'in çevirmeni de öteki kitapların çevirmeniyle aynı. Neşe Talay Yüce, Tokarczuk’un kitaplarını Lehçe aslından çeviriyor.
DEĞİRMENİN ÖĞÜTTÜKLERİ
“Genowefa, Kadimzamanlar kentinden başka bir dünya ve Pazar günleri, Szlomo’nun barından çıkan sarhoşların pazaryerinde çıkardığı arbedelerden başka bir savaş bilmezdi. Birbirlerini ceketlerinin eteklerinden tutup çeker, yere düşüp çamurda yuvarlanıp toprağa bulanırlar ve berbat hale gelirlerdi. Böylece Genowefa, savaşın çamurda, su birikintilerinde ve süprüntülerde gerçekleşen ve her şeyin hemen bir saldırıyla sona erdiği bir dövüş olarak düşlüyordu. Bu yüzden savaşın bu kadar uzun sürmesine şaşırıyordu işte.”
Evrenin merkezinde yer alan, fantastik bir kenttir Kadimzamanlar. Sınırları meleklerce korunan, Aknehir, Karanehir ve Nehir’le çevrelenen, merkezinde Mayıs Böceği Tepesi yükselen şahsına münhasır bir yerdir.
Roman işte bu kentin özellikleriyle başlar ve okur 1914 yazından itibaren kenti ve kent sakinlerini tanımaya başlar. Genowefa her ne kadar savaşı bilmiyor olsa da kocası Değirmenci Michal, Çar’ın askerlerince I. Dünya Savaşı’na götürülür. Genowefa’nın karnı burnundadır. Yaklaşık beş yıl sonra, kocası dönünceye kadar her şeyle tek başına mücadele etmek zorunda kalır; değirmen, doğan kızı Misia, savaşın getirdiği zorluklar, yalnızlık, şehvet…
Savaşın bitişi Değirmenci Michal’ı da bitirir; hem fiziken hem manen. Dönüp geldiğinde eski hayatına adapte olabilmekte oldukça zorlanır. Sadece Michal da değil. Eşi Genowefa ve kızları Misia da bu “tuhaf canlı”yı evlerinde ve kalplerinde konumlandırmakta zorlanırlar ilk başlarda. Savaş her şeyi ve herkesi yabancılaştırıp duyguları da binalar gibi tahrip eder.
Tabii durum sadece I. Dünya Savaşı’ndan ibaret değildir. İlerleyen yıllarda II. Dünya Savaşı gelir. Akabinde Sovyetler, işgaller ve Soğuk Savaş Dönemi’nin getirdiği zorluklar, bürokrasi, baskı ve hırs çıkagelir sırasıyla. Her bir savaş da benzeri tahribatlar yaratarak, duyguları değiştirip/parçalayıp/dönüştürerek yeni sorulara kapı aralar.
'ÖLÜ BİR ADAM, CANLI OLANDAN DAHA İĞRENÇTİR'
“İnsanlar, hayvanlardan, bitkilerden ve özellikle de nesnelerden daha yoğun yaşadıklarını düşünürler. Hayvanlar, bitkilerden ve nesnelerden daha yoğun yaşadıklarını hissederler. Bitkiler, nesnelerden daha yoğun yaşadıklarını hayal ederler. Ancak nesnelerin ömrü uzundur ve bu ömür her şeyden çok daha canlıdır.”
'Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler'de Tokarczuk romanın genel çatısını Niebieski ailesinin üzerine, ailenin üç kuşağı üzerine kursa da, aslında biz Polonya’nın geçirdiği siyasal ve toplumsal travmaların izlerini adım adım takip ederiz.
Bu izleri takip etmemizi kolaylaştıran biz sürü karakter çıkar karşımıza, dahası bu izlerin yarattığı tahribatı üstlerinde başlarında, bazen bakışlarında, hal ve hareketlerinde taşıyan karakterlerle birlikte roman farklı bir yön kazanır. Kimdir bu insanlar: Giderek inancını yitirmeye başlayan ve kilisede isyanla-anlamsızlık arasında bir duyguyla duran Toprak Sahibi Popielski; sürekli geçmişi, kendini arayan ve savaşı her yerinde yaşayan Michal; kendini ormana hapseden ve giderek insanlığından, insani niteliklerinden “kurtulan”, insanı kötü ve iğrenç bir canlı olarak kabul eden Kötü Adam; parasızlıktan fahişelik yapan, erkeklerle kendini eşit gördüğünden hiçbirinin “altına” yatmayan ve delilikle kâhinlik arasında gidip gelen Başak ve diğerleri…
Tokarczuk’un bütün bu karakterleri ve karakterlerin kişisel hikâyeleri birbirlerini o kadar da etkilemez aslında. Sanki her biri kendi dünyasında yaşar, Tokarczuk ise onların ellerinden tutarak mesafeleri birbirine diker. Hal böyle olunca biz okurlar da Polonya’nın geçirdiği travmaları çok yönlü şekilde değerlendirme olanağı bulup, pek çok trajikomik ana dair yorumda bulunabiliriz.
Tabii Tokarczuk’un karakterlerinin sadece insanlardan değil, doğaüstü güçlerden, doğadan, hatta nesnelerden de oluştuğunu söylemek gerek.
HANGİ DÜNYA?
“‘Dünyalar yaratmak bir işe yaramıyor,’ diye düşünmüştü Tanrı. ‘Dünyalar yaratmak bir şey kazandırmıyor, hiçbir şey gelişmiyor veya genişlemiyor ya da değişmiyor. Bunların hepsi boşuna.’”
'Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler'in bir diğer dikkat çeken kısmıysa “Oyunun Zamanı” bölümlerinde karşımıza çıkar. Ignis Fatuus Veya Bir Oyucu İçin Öğretici Bir Oyun, Latince ve Lehçe yazılmış küçük bir kitapçıktır. Toprak Sahibi’nin kurcaladığı bu kitapçıkta sekiz dünyadan bahsedilir ve her bir dünyanın özellikleri, dahası “anlayışı” bir diğerinden farklıdır, dahası birbirini reddederek besler, gelişir ve genişler bu dünyalar. Sekiz dünyanın romana serpilmiş bölümlerinde, her bölüm sonrasında Kadimzamanlar’daki farklılaşmayı da görebiliriz aslında.
Tokarczuk’un, kısa bölümlerden oluşan ve çok karakteri ağırladığı bu romanında fantastik bir dünya üzerinden, 1914-1980 arasını kapsayan sosyal ve siyasal bir eleştiriyle karşılaşırız ve nihayetinde Tokarczuk, okurunu yine tatmin olmuş bir şekilde evreninden uğurlar.