Saydamlıkla sınanan şiir

Mert Özden'in 'Iska Şansı İçin Taviz' şiir kitabı Varlık Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Mert Özden’in 2023 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü alan 'Iska Şansı İçin Taviz' adlı dosyası Varlık Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Kitabın daha ilk şiirlerini okurken, 'Şiir şairini saydamlaştırır mı?' sorusu takıldı aklıma. Sözünü ettiğim iç dökme değil, iç gösterme. Kurgusal metinlerde, eğer yazar isterse, kendini tamamen gizleyebilir. Şiirde bu pek mümkün görünmüyor. Çünkü şiir iç gösterir. Diğer bir deyişle, şairin hayatı istese de istemese de şiire dahildir.

Kitabın ilk şiiri olan 'Yakınlık Derecesi: Oğlu' adlı şiirdeki "ben oğluyumdur annemin, babamın ve devletin" dizesi dikkat çekici. "verildi emir, katlandı koli, dişlendi bant", "öğrendik lojmanın gitmediği yerde devlet yokmuş" ve "harcırah, kan parasının arkadaşça adıdır" dizeleri, şiir öznesinin çocukluğunu babasının tayinlerinden dolayı, şehir şehir, kasaba kasaba gezerek geçirdiğini ortaya koyuyor. Zaten şiirin ilerleyen dizelerinde, babasının (emekli) muhabereci astsubay kıdemli başçavuş olduğunu öğreniyoruz. Şiir öznesi şairin kendisiyse, bu, şiirin iç gösterdiği, şairin hayatının şiire dahil olduğu görünüşü destekler. Değilse, bir kurgu şiir öznesi yaratıldıysa, kitapta zaman zaman yinelenen bu anılar silsilesi, zaten şairin yarattığı kurgu karaktere dönüştüğünü ya da onu oluştururken kendinden yola çıktığını gösterir.

Babasının mesleğini öğreniyoruz öğrenmesine ama yakınlık derecesi olarak annenin, babanın ve devletin oğlu olduğunu söyleyen şiir öznesi, şiir boyunca anneden hiç söz etmiyor. Çünkü anne, bir meseleyi temsil etmiyor bu şiirde. Asıl mesele devlet. İkinci mesele ise, anne ile devlet arasında konumlanan, istese de istemese de, aradaki mesafe açısından anneden çok devlete yakın duran baba.

İstese de istemese de dedik çünkü mesafeyi ayarlamak, babanın doğrudan tercihine bağlı değildir bu aşamada. Göçün birinde, bir BMC kirpi içinde, 7.62’yle taranmanın tadını Volkan subaydan öğrenmiştir baba. Ya da öğrenmek zorunda kalmıştır. "devlet bir araca zırh giydirdiyse/ talep vardı ki arz edildi mermi de kirpi de". Belki büyüyünce, devletin, talep olmasa bile mermiye de kirpiye de talep yaratabilen bir kurum olduğunu öğrenecektir, babayla eş zamanlı olarak devletle de tanışan bu çocuk!

Küçücük bir örnek üzerinden, şiirdeki zaman algısına da bakalım. Şiir iç gösterir dedik ya, sadece şairin değil, yaşanan çağın, zamanın, anın da içini gösterir şiir. Eşyaların koliye yerleştirilip, kolinin de dişlenerek koparılan bir bantla yapıştırılması, göç hazırlığı yapıldığını doğrudan aktarıyor okura. Koli ve bant, (geniş bir dönemi kapsasa bile) olayın geçtiği zaman hakkında bilgi veriyor bize. Mesela ben de benzer göçleri yaşamıştım çocukluğumda ama bizdeki göç hazırlığı hurç ve manevra sandığı ile yapılırdı. Koli yoktu henüz. Paket bandı da.

Iska Şansı İçin Taviz, Mert Özden, 56 syf., Varlık Yayınları, 2024.

Zamanda bir sıçrama yapalım ve bugüne gelelim. Şair, sadece bu ülkede değil, aynı zamanda bu dünyada/ bu çağda yaşadığına göre, yazdığı şiir ister istemez kronolojik bir travmaya da işaret eder. Büyümek, bu ona yeni bir sopa, "bir büyük pedagojik sopa" biçildiği anlamına gelir. Çünkü artık, "anayasal bazı vurguların/ duruşurdu burada/ koccca bakanlıklar/ 11 rakamla/ tanımlardı yaşamını" diyebilir rahatlıkla. Artık o, "vatandaşlık numarasıyla /var kılınmanın" girdabındadır. Bu, ona sunulan "süper dünya"dır. “bizimdi süper dünya, süper boy kola/ ketıl, kuru pasta, kurdele, ıstaka/ evony stoğu yapılır iyice sıkılırdı vileda…"

Geçmişten bugüne aldığımız yol, kişisel tarihimizdir bizim. Direnmenin ve diretmenin tarihi. Peki neye direniyoruz, neyi diretiyoruz var olabilmek için. Lafı dolandırmadan net biçimde söylüyor bunu Mert Özden: "kusmamaya!" Şu dizeler, bu uğurda geçtiğimiz yolları da yolakları da tanımlıyor aslında: "kırk küp altın saklayamadığım okul bahçesinin/ ve toplum mühendisliğinin, akışkan kremanın sağladığı/ zınar’ın kafamı kıramadığı/ kimlik bilgimle tanındığım bilmem şu rakımda/ direttim kusmamaya."

Peki, iyi şeyler de olmuyor mu? Elbette oluyor. Ama bize biçilen sevinçler de bize biçilen hayata dahil: "bitcoin’den batmadım, bursum kesilmedi/ iptal olmadı öğrenci biletim". Bir genç, ona reva görülen hayattan başka ne beklesin ki, sevinmek için?

Yaşadığımız hayat, aşka, arkadaşlığa fırsat tanır mı bilinmez ama iki insanın yan yana gelmesi hâlâ mümkün. Mesela bir Volvo servisinde ya da Gloria Jean’s’te sık sık rastlanıyor böyle durumlara. İki kişi her an yan yana gelebilir ve hemen başlayabilirler karşılıklı monologlara! "sen çekinme kitaplı yanıksız omzunu bana yükle/ böylece adilhanda veya volvo yetkili servisinde veya gloria jean’s’te/ süper bir karşılıklı monolog başlatabiliriz seninle he?"

UNUTMAYI SEÇERİM NOTUM BÜYÜK KIRILIR

Kitapta yer alan şiirlerin çoğu, günümüz insanının, yani "qr kodumu alınyazımda saklıyorum" diyenlerin yalnızlaşması, yabancılaşması üstüne. Peki, içine kapaklandığımız bu yapının, Byung-Chul Han’ın tanımlamalarıyla; bu enformasyon toplumunun, ifşa toplumunun, kontrol ya da teşhircilik toplumunun, artık hangisini kabul edersek edelim, içinden çıkmak, kurtulmak mümkün mü? Elbette şaire sormuyorum bunu. Zaten tarih boyunca şairlerin sırtına o kadar yük yüklendi ki… Ayrıca, bu neoliberal yapıdan kurtulmanın anahtarının şairlerde saklı olmadığı da çok açık. Yine de Mert Özden buna bir cevap aramış olmalı ki, bir şiirinde "Ignoramus" demiş. Ignoramus, Latincede "Bilmiyoruz" anlamına geliyor. Modern bilim bu öğüde dayanarak bildiğimiz şeylerin yanlışlanabileceğini ve yeni öğrendiklerimiz için de kesin doğruluğun sağlanamayacağını kabul ediyor. 'Ignoramus ve Çözük Gömlek' adlı şiirde, "bir pazar hediye ettiğin ithaflar ve permalı saçların/ hakkını ver kozasını deldiğin çanını kırdığın ütüsünü/ bozduğun/ anlamların./ beni bulduğun kırık buruk ihtişamda/ bana susam tadı bana ev ödevi ver kazlar neden paytak yürür sor/ istersen ben elakin sayarım dayım şafak sayar/ akif hoca emekliliği alır bir daha ölür/ ben unutmamayı seçerim notum büyük kırılır” diyor Özden.

Bilmiyoruz demek, kabul ediyoruz anlamına gelmiyor. Ama, bilmek için çaba harcadıkça, unutmaya sevk ediliyoruz. Çünkü bize yeni enformasyonların zerk edilmesi, yeni dataların yüklenebilmesi için, hafızamızın sıfırlanması gerekiyor. Unutmamayı seçmek de bir seçenek elbette. Notun büyük kırılacağını bilmek ve bunu göze almak kaydıyla! "kalan tek tankımı tek müjdemi/ dünya barışlarının üçüncüsünde/ tohum diye yedim…" diyenin notu kırılır tabii. Tohum, yeniden doğuşu simgeler. Var oluşu. Elde kalan tek tankı tohum niyetine yemek, dünya barışlarının dördüncüsüne dair sağlam bir umut taşımak anlamına gelir. Demek ki, "bilmiyorum" diyor ama, hafızası sayesinde elde kalan tek tankı da, geçmişteki üç dünya barışını da hatırlıyor şiir öznesi. Ve tankı tohum niyetine yemek, bir çaresizliği değil, eylemliliği gösteriyor. O tarihsel terimi tersine çeviriyor bir anlamda. Biliyor aslında!

"dideral ve beni tembel eden sosyal belalar haricinde/ askısız bir tüfek var evimde. içim bir hoş oluyor" dizeleri sayesinde, emekli bir asker olan babaya dönüyoruz yeniden. Yanılıyor olabilirim ama bu askısız tüfek, babanın simgesi. Zaten askeri terimlere, kimi silahlara ara ara rastlıyoruz dizelerde. Hatırlarsanız dayı da şafak sayıyordu bir dizede. Peki dideral, ilgi çekici bir sözcük ya da bir tür şaşırtma/yabancılaştırma efekti olarak mı yerleştirilmiş bu dizeye? Şiirin üst kısımlarındaki "migren başlangıcı, göz miyop, tat koku yok, iki dişte apse" dizesine bakılınca, sıralanan çeşitli sağlık sorunlarıyla arasında ince bir hat oluşturan, bağlamı kurmaya yardımcı olan bir sözcük olarak görünüyor dideral. Yine de ilişkisiz gibi görülebilir kalp ritmi düzenleyen bu ilacın adının geçmesi. Yazının başında söylediklerimize götürüyor dideral bizi. Şiirin şairini saydamlaştırdığı, iç gösterdiği, şairin hayatının istese de istemese de şiire dahil olduğu meselesine. Dideral migren tedavisinde de kullanılır çünkü.

Son olarak, şeffaflık değil saydamlık sözcüğünü özellikle kullandığımı belirteyim. Yeniden günümüzün önemli düşünürlerinden Byung-Chul Han’a başvurarak, şeffaflığın, güven oluşturmak için değil, kontrol edebilmek için oluşturulmuş bir ideoloji olduğunu, totalize edilirse şiddete yol açabileceğini söyleyebiliriz. Kısacası şiir şairi şeffaflaştırmaz, saydamlaştırır.

Mert Özden’e şiire hoş geldin, diyoruz.