Sayıklamalar: Amerika, The Beatles ve memleket ahvali…
Kabul edelim, 2021 tuhaf ve hızlı başladı. Zaman ne getirir, bize ne gösterir bilemeyiz ama en azından müzik alanında yeni ve yenilikçi şeyleri özlediğimi, kendi adıma söylemek durumundayım. Tek temennim var: Konserlere gidebildiğimiz, yan yana gelebildiğimiz, muhabbet sofralarını büyüttüğümüz bir yıl olsun bu.
Günlerdir Amerika’yı konuşuyoruz. Trump taraftarlarının kongre binasını basması ve sonrasında yaşanan gelişmeler, ülkeyi yeniden gündeme oturttu. Aslında hiç gündemimizden düşmüyor. Amerika, vazgeçemediklerimizden. 1950’li yıllarda yakınlaşmamız ve sonrasında yaşanan gelişmeler, gözümüzün hep orada olmasına sebep. İki ülke arasındaki ilişkiler de çalkantılı. Yıllar önce, yine Amerika’nın çok konuşulduğu günlerde BirGün Pazar için bir yazı yazmış, 2014 yılının 27 Temmuz günü yayımlanan bu yazıda Amerika’yla ilişki durumumuzu (o dönem pek popüler olan Facebook’tan aldığım ilhamla) “karmaşık” olarak nitelendirmiştim. Yazıyı yazma sebebim, 27 Temmuz’un, Kore Savaşı’nı resmen bitiren ateşkes anlaşmasının Panmuncon’da imzalandığı gün olması. Bu savaş, Amerika’yla olan ilişkilerimiz açısından bir hayli önemli çünkü yakınlaşma, burada başlıyor. Türkiye, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) bağlantısıyla savaşa dahil oluyor. Savaşın başladığı tarih, 25 Haziran 1950. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği denetimindeki Kuzey Kore’ye saldırıyor ve savaş, bir Doğu-Batı kapışmasına dönüşüyor.
Dönemin Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü, savaşın başladığı günlerde yaptığı açıklamada, “üzerimize düşen bütün yükümlülükleri yerine getireceğimizi” söylemiş, Kore’ye asker gönderme isteğimiz 25 Temmuz 1950’de Birleşmiş Milletler’e bildirilmiş ve ilk birlik, 25 Eylül’de, İskenderun’dan gemilerle uğurlanmış. 1. Kore Türk Tugayı, Ankara Ayaş’ta bulunan 241. Piyade Alayı’nın 5090 askerinden müteşekkil. Yazık ki o savaşta, gönderilen askerlerin (resmî rakamlara göre) 725’i şehit olmuş, 168 asker kaybolmuş, savaşta esir alınan 234 asker ise ateşkesten sonra Türkiye’ye gönderilmiş.
Müzik Kore Savaşı boyunca karşımıza çıkan unsurlardan: Marşlarla, coşkulu şarkılarla uğurladığımız askerleri ağıtlarla karşılıyoruz ve hem öncesinde yaşanan coşku hem de sonrasında dillendirilen acılar, plaklara raptediliyor. Amerika’nın başka plaklarda karşımıza çıkması da bu dönemde. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerle başbakanlık koltuğuna oturan Adnan Menderes’in liderliğindeki Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu dönem bu. Partili cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da desteğiyle, Menderes hükümeti Amerika’ya yanaşıyor ve iki ülke arasında bir ittifak kuruluyor. 1957 yılında, İzmir Fuarı’ndaki Amerikan pavyonunda ücretsiz dağıtılan bir plak, bu ittifakın simgesi. Voice of America / Amerika’nın Sesi Radyosu tarafından yaptırılan bu plakta dönemin yıldızlarından Celal İnce’nin seslendirdiği “Dostluk Şarkısı / The Song of Friendship” var: “Amerika, Amerika / Türkler dünya durdukça / Beraberdir seninle / Hürriyet savaşında…” Üzerinde, İstanbul ve New York fotoğraflarının basılı olduğu bir plastik plak bu. Zarfında karşılaştığımız slogan, Kore Savaşı’na katılmamıza sebep sloganlardan: “NATO Türkiye ile daha kuvvetli, Türkiye NATO ile daha kuvvetli”
Amerika ile ilişkilerimiz, öncesinde Marshall yardımıyla tesis ediliyor; Bayar ve Menderes ile daha da ilerletiliyor. Bu, uzun sürmüyor ama… Amerika’nın memleketin içişlerine karışması, haşhaş ekimini yasaklamaya çalışması ve ekilmezse Türkiye’ye yönelik bir ambargo uygulayacağını ilan etmesi, müttefikimiz olarak andığımız bu ülkeyi bir anda halkın gözünde düşman konumuna getiriyor. Âşık Mahzuni Şerif’in, ‘60’lı yılların hemen başında yapmış olduğu bir plak, o dönem Amerika’ya bakışımızı simgeleyen şarkılardan: “Defol git benim yurdumdan” dizesiyle başlayan, Amerika’yı “dünyanın en namussuzu” olarak nitelendiren “Katil Amearika”. Tek değil üstelik, o dönemde Amerika karşıtı pek çok plak yayımlanıyor. Sadece birinin adını anayım, gerisini siz düşünün: Âşık Ferhat’ın çok satan 45’liğinin adı, “Oşt Amerika Puşt Amerika”.
Bugün, Amerika’ya bakışımız, tıpkı sözünü ettiğim yazıyı yazdığım 2014 yılında olduğu gibi: Karmaşık. Halka sorarsanız, Amerika müttefikimiz değil. İktidara sorarsanız, günden güne alacağınız cevap değişir. Kimi zaman “eyyy Amerika” diye ona yüklenenler kısa süre sonra nasıl da dost olduğumuzdan söz ediyor. Şarkılarda da durum öyle; kimi “macera dolu Amerika”yı anlatıyor, kimi “Amerika hâlâ katil” ya da “Amerika defol” diyor. Son günlerde yaşananları izlerken de cephelere ayrıldığımızı gördük. Oradaki bu faşist kalkışmayı “özgürlük mücadelesi” olarak savunanlar var. Trump taraftarlarının Kongre’yi basmasını Trump bile savunmazken üstelik… Dedim ya, durum sahiden karmaşık.
Amerika bağlantısıyla yazıya girdim, yine Amerika üzerinden bir başka mevzuya kırayım dümeni… Biraz daha eğlenceli bir mevzu bu ama öncesinde, bugünün tarihine denk gelen bir hadiseden söz edeyim: 1861 yılının 10 Ocak günü, Florida, Birleşik Devletler’den ayrılmış. Amerikan İç Savaşı’nın sonuçlarından biri bu. Yıllar sonra, bir başka 10 Ocak günü, Amerika, yeni bir toplulukla tanışmış: The Beatles. Dünyada fırtınalar kopartan İngiliz topluluğun Amerika’daki ilk albümü, 10 Ocak 1964’te piyasaya verilmiş. Kapağında “Englands No.1 Vocal Group” ibaresine rastladığımız “Introducing… The Beatles”, topluluğun, “I Saw Her Standing There”, “Love Me Do”, “Twist and Shout” gibi meşhur şarkılarını bünyesinde toplayan bir albüm. Öncesinde, Kanada’da yayımlanan bir başka albüm var aslında: The Beatles’ın ikinci stüdyo albümü “With The Beatles”, 1963 yılında “Beatlemania!” üst başlığıyla piyasaya verilmiş ama Amerika Birleşik Devletleri’nde yayımlanan ilk resmî albüm, bundan 56 yıl önce yayımlanan, yukarıda andığım albüm.
The Beatles, tam da o günlerde bizim memlekette de fırtınalar estirmiş. Dünyayla neredeyse aynı anda ve hatta belki de Amerika’dan önce radarımıza girmiş topluluklardan. Girmekle kalmamış, pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiş. Üstelik, bu, Amerika ile olan ilişkilerimiz gibi ‘karmaşık” değil: Halk The Beatles’ı hep çok sevmiş, iktidarlar ya da kimi yetkililer zaman zaman onlarla savaşmış.
19 Şubat 1968 tarihli Milliyet’in sayfalarını çevirirken rastladığımız küçük haber, anlatmak istediğimi özetliyor. Haberin başlığı şöyle: “Adana okullarında mini etek ve uzun saç yasak.” Dönemin Milli Eğitim Müdürü Hilmi Metin, okullara bir genelge göndererek “mini etek ve Beatles modası”nın önlenmesini istemiş. Gerekçe, “gelenek ve göreneklerimize aykırı” olması. “Beatles modası”ndan kasıt, “uzun saç, top ense, uzun favori.” Genelgede, bunun, “en az mini etek kadar ahlak kurallarımıza aykırı olduğu” ifade edilmiş. Bu, tek örnek değil. Biraz daha geriye gidelim ve 12 Nisan 1964 tarihli “Yerli Beatles” başlıklı habere göz atalım: “İngiltere’yi birbirine katıp, Amerika’da hadiseler yaratan uzun saçlı dört İngiliz gencinden sonra Adana’da Ayas Koleji öğrencilerinden dört kız ‘Beatles’ oldular. (…) Tıpkı onlar gibi çalıyor, tıpkı onlar gibi şarkı söylüyorlardı. Tek farkları kız olmalarıydı… Bu da pek fark sayılmazdı ya…” Aynı yıl, 20 Temmuz’da yayınlanan bir başka haber, şöyle: “Beatles grubunun ortaya çıkmasıyla birdenbire yayılan uzun saç, dar pantolon, yüksek topuk modası önce İngiliz erkeklerine, arkasından da bütün Avrupa, Amerika gençliğine sirayet etti. Zamanla öylesine rağbet buldu ki, sokaklardaki kızlarla erkekleri birbirinden ayıramaz hale gelindi. (…) Günün birinde entari giyen erkek şarkıcılar çıkar da ortalığı kasıp kavurursa hiç şaşmamak gerekir.”
İnsanların giyimi hâlâ tartışılıyor. ‘60’lı yıllarda nükseden mini etek modasına karşı çıkanlar, bugün, işi, başı açık gezenlere karşı çıkmaya kadar götürdü. Buna zaman zaman iktidardakiler de katılıyor. Gezi direnişi sırasında, dönemin başbakanı, Beşiktaş’taki ofisinin penceresinden bakarken Kadıköy vapurundan inen genç kızların giydiklerini gördüğünde utandığını ve onları kınadığını söylemişti. Bugün cumhurbaşkanı olan aynı zat, Boğaziçi Üniversitesi’ne haksızca bir rektör atıyor ve çıkan tartışmaları, yükselen sesleri görmezden gelerek orada sesini yükseltenleri “bunlar öğrenci değil, terörist” diyerek suçluyor. Amerika ile ilişkimiz “karmaşık” ama bugün iktidarda olanın halka karşı tutumu net: Kendinden olmayanı sevmiyor.
Kabul edelim, 2021 tuhaf ve hızlı başladı. Zaman ne getirir, bize ne gösterir bilemeyiz ama en azından müzik alanında yeni ve yenilikçi şeyleri özlediğimi, kendi adıma söylemek durumundayım. Tek temennim var: Konserlere gidebildiğimiz, yan yana gelebildiğimiz, muhabbet sofralarını büyüttüğümüz bir yıl olsun bu. Bunun gerçekleşebilmesi için iki şeye ihtiyaç duyuyoruz; biri, şu mendebur virüsün gitmesi ya da aşıların ona karşı bağışıklığı geliştirmesi. Merakla beklediğimiz aşılar bir işe yarayacak mı, bunu, içinde bulunduğumuz yılın ilerleyen günlerinde göreceğiz. Rahata ermemiz, güzel günlere ulaşmamız için gereken iki şey var dedim ya, ikincisini dillendirmeyeyim, hepimiz biliyoruz bence. Bu noktada, temennimi güçlendireyim: 2021, her anlamda “kurtulduğumuz” bir yıl olsun.