Sayıştay’ın göremediği: Halka kimse bir şey demiyor!
Sayıştay aydınlatma ihtiyacını 'bilgi edinme hakkı', 'katılım hakkı', 'çevresel kararları birlikte alabilme' gibi kaygılardan değil, “faaliyetin sekteye uğraması kaygısı” üzerinden temellendiriyor.
Cömert Uygar Erdem*
Sayıştay’ın 2021 yılına ait raporlarında, maden yatırımlarıyla ilgili bulgulara da yer verildi. Şunu peşinen söylemek gerekir ki Sayıştay’ın yıllarla dile getirdiği usulsüzlükler kamu kurumlarınca düzeltilmiyor. Daha vahimi, yasal mevzuat ve yargı kararları bu uygulamaların yaygınlaşmasına zemin hazırlıyor. Sayıştay’ın Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne (MTA) ait raporunda, yeterince aydınlatma yapılmadan girişilen maden arama faaliyetlerinin, yöre halkı tarafından engellendiği tespit edildi. Ancak, Sayıştay’ın konuya yaklaşımı da birçok yönden sorunlu.
HABERSİZ MADEN ÇALIŞMALARINI HALK DURDURUYOR
Sayıştay söz konusu aydınlatmanın gerekliliğine ihtiyacı “bilgi edinme hakkı”, “katılım hakkı”, “çevresel kararları birlikte alabilme” gibi demokratik usullere dair kaygısından değil, “faaliyetin sekteye uğraması kaygısı” üzerinden temellendiriyor. Dolayısıyla Sayıştay’ın bulguları da söz konusu yatırımların aksamasına neden olduğunu düşündüğü toplumsal muhalefeti sönümlendirerek maden arama faaliyetlerini yaygınlaştırmaya odaklı. Bu odak noktasından hareket eden Sayıştay, “halk yeteri kadar aydınlanmadığı için bu faaliyetleri engelliyor” yanılgısına düşüyor.
‘ŞEFFAFLIK’ SORUNU
Evet, MTA bu çalışmaları sessiz sedasız yapıyor ve bir şeffaflık sorunu var. Ancak Sayıştay’ın dile getiremediğini biz söylemiş olalım: İlan, duyuru, anons gibi zorunluluklar olmadıkça; ÇED, imar planı gibi süreçler işletilmediği sürece halka kimse bir bilgi vermiyor maalesef! İlan, duyuru, anons gibi zorunlulukların düzenlendiği alanlarda da tüm çabalar gizleme üzerine harcanıyor. Bu yüzden, birçok kişi ya da kurum tesadüfen ruhsatlandırma süreçlerinden haberdar oluyor. Örneğin iş makinelerini gördüklerinde, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) toplu halde maden ihalelerine çıktığında bu süreçlerden haberdar olanlar çok.
Bir bulgu olarak “aydınlatma” eksikliği doğru bir tespit. Ancak, tüm sorunun kaynağını buna indirgemek, bu bulgunun sonraki yıllarda hazırlanacak Sayıştay raporlarında da yer almasına yol açıyor. Bu tepeden, indirgemeci yaklaşım sorunun kaynaklarını görmeyi de engelliyor. Beraberinde katılımcılığı, itiraz hakkını getirmeyen, sadece bilgilendirmeye yönelen yaklaşımlar biçimseldir, ekolojik yönden sorunlu ve tehlikelidir.
Sayıştay’ın konuyu “aydınlanmaya” indirgemesi, meseleye madenciliği yaygınlaştırmaya yönelen “kalkınmacı kamu yatırımı” algısıyla aynı pencereden baktığına işaret ediyor. Dolayısıyla tüm sorun bireylerin, yerel toplulukların madenciliğe yönelik bilgi sahibi olmamasından kaynaklı önyargıyla hareket ediyor olmasından kaynaklanıyormuş gibi bir gerekçeye yaslanıyor
Oysa aslında herkes sorunu görüyor ama dillendirmek o bölgenin halkına düşüyor. Kurumların “aydınlatma” görevini aksatmalarının nedeni de burada yatıyor. Sayıştay MTA’nın yaşadığı soruna 5n1k ile yaklaşsa bulgular kağıt üzerinden kalmaz hatta belki de çözülür!
MTA, NASIL BU KADAR ‘HABERSİZ’ BIRAKABİLİYOR?
MTA’nın bu konuda yasal dayanakları mevcut. Bunlardan en önemlisi ÇED sürecinden muafiyet kılıfı. Maden kanununda yer alan “Jeolojik haritalama, jeofizik etüt, sismik, karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler için çevresel etki değerlendirmesi kararı aranmaz” ibaresini gerekçe gösterilerek Anadolu’nun birçok yeri ruhsatlandırılmış durumda. 29 Temmuz’da yayınlanan ÇED yönetmeliğinde bu yönde düzenleme var: Kanundaki muafiyet alanlarını daha da genişletiyor! Neden olacağı çevresel sorunlarla ilgili itirazlar ise “ileri aşamada ÇED süreci işletilince incelenecektir” denilerek ileri bir tarihe erteleniyor. Kazdağları’ndaki uranyum aramasında olduğu gibi, bu süreçte yaşanan çevresel sorunlar ise başka uyuşmazlıklara neden oluyor. Bütün ruhsatlarda çalışma olmasının kümülatif etki değerlendirmesi ÇED raporlarına bırakılıyor ama bir çok ÇED raporu da kümülatif etki değerlendirmesi yapılmadığı için iptal ediliyor. Dahası, kümülatif etki değerlendirmesi sadece ÇED sürecinin meselesi değildir. Planlı bir idarecinin temel referanslarından olması gerekir. Sayıştay’ın “halkın aydınlatılması” gibi ezbere bir öneriden önce, halkın engelleme nedenlerini irdelemesi gerekiyor. İnceleme kağıt üzerinden olunca, resmi arşivlere yansımayan sözlü hafıza “bulgu” dışında kalmış belli ki.
MTA BU KADAR YOĞUN PARSELİZASYONU NEDEN YAPIYOR?
Bir yerde maden ve petrol varlığını aramanın kendisi büyük bir ekonomik risk. Hiçbir özel firma bu işe sıcak bakmıyor. Bütün izinleri alıp, büyük miktarda harcamalar gerçekleştireceği, sosyal ve ekonomik maliyetleri karşılayacağı bir aşamadan sonra hammaddeye erişememe sorunu yaşamak istemiyorlar. Ayrıca, piyasadaki firmaların büyük çoğunluğu bu kadar riski karşılayacak bir mali güce sahip değil. Bu nedenle, “risk” devlete ve dolaylı olarak yurttaşa yükleniyor. MTA’nın çalışmaları sonrasında söz konusu alanlar ruhsatlandırılıyor ve özel teşebbüsler açısından “fizibıl” hale getiriliyor. Yani halk, riskini karşıladığı yatırımların zararlara da ortak ediliyor.
PARSELASYONLAR YATIRIM ÇEKME AMAÇLI
MTA’nın habersiz ruhsatlandırma çalışmaları, son dönemlerin büyük tartışmalarından birisi. Birçok yurttaş ya da yerel yönetici yaşadığı bölgenin tamamen ruhsatlandırdığını öğrenince şok oluyor. Adıyaman’ın Yaylakonak Beldesi, Eskişehir’in Han ilçesi gibi sadece ormanlar, mera, tarım alanları, sulak alanlar gibi değerler değil, yerleşim alanlarının da ruhsatlandığını öğrenen halkın yaşadığı çelişkiler Sayıştay’ca sorun olarak görülmemiş. Ordu, Artvin, Muğla, Dersim gibi kentlerin büyük bir oranının ruhsatlandırılmış olmasının yarattığı toplumsal şaşkınlık da...
‘YARATILAN’ TOPLUMSAL SORUNLAR
Şeffaflık ve katılımcılık politikaları büyük bir sorundur. Ancak, bilinçli üretilen bir sorundur. Bu politikaları, “cahil” olan bir kitleye yeterli bilgi verme yöntemiyle ‘çözüm politikaları’na evriltmek, Sayıştay’ı aynı yerde dönüp dolaştıracaktır. Söz konusu aydınlatma görevi layıkıyla yapıldığında da, madenciliğin yaratacağı fayda ile zenginliğin ortak bölüşüme tabi tutulmamasının neden olduğu toplumsal maliyetlerin göz ardı edilmesi sorunuyla halkı karşı karşıya getirebilirsiniz. Bu da herhalde çok tercih edilebilir bir seçenek olarak gözükmüyor.
Diğer yandan, pozisyonları itibariyle konuyu bildiğini varsaydığımız kamu görevlilerinin izin verdikleri projelerle ilgili yeteri kadar aydınlatma yapmayı reddettiği bir ortamda, tüm meseleyi halkın “aydınlanması” üzerinden açıklamanın yarattığı çelişki bir yana, halk zaten konuya hakim. Vahşi ve denetimsiz madencilik, halka sorunun ne olduğunu yaşayarak öğretiyor maalesef.
*Avukat