Seccade ile soğan arasındaki sembolik savaş
Seccade manipülasyonu ve propagandası puan getirmedi çünkü yiğit artık bir kuru soğana dahi muhtaç kalmıştı. Soğan deyip geçmeyin, ekmek kadar önemli sembolik bir anlamı var.
Kemal İnal*
Erdoğan’ın bugüne değin bir yandan kendi seçmenini konsolide ederken, öte yandan muhalefeti suçlar, onu kendi tabanına şikâyet eder ve dışlarken kullandığı kutuplaştırıcı dil için işe koştuğu en önemli propagandif materyal hep dinsel semboller oldu. Mitinglerde bir elinde Kuran, diğer elinde mikrofonla konuşurken muhalefeti dinsizlikle suçladı, kendisini de en halis Müslüman ilan etti. Başörtüsü, cami ve Rabia işaretinden geldik seccadeye, Fatiha suresine, Diyanet İşleri Başkanlığı’na, camide seçim konuşmasına. Tam da bu dinsel sembolleri kullanırken onun yanına savaş uçakları, uçak gemisi, TOGG, İHA/SİHA yol ve tünelleri de eklemeyi hiç unutmadı veya ihmal etmedi. Peki Erdoğan, popülist liderlerin geleneksel taktiği olan bu sembolik dili neden kullandı, kullanmaya devam ediyor?
ERDOĞAN'IN 'ZITTINA GİTME' ADETİNİ KUTUPLAŞTIRMAYA DÖNÜŞTÜRME SÜRECİ
Aslında Erdoğan, Türkiye halklarının karşıtlar (kutuplar) üzerinden düşünüp duygusal bir dille tepki vermesinin kültürde yerleşik olan “zıttına gitme” mantığını epey önceden kavradı. Bu yüzden yeni semboller yarattı, sembolik bir dil üretti, sembolü bir savaş aracı olarak kullandı. Ancak bütün bu sembolleri bir şekilde İslam’la ilişkilendirdi veya İslami sembolleri politik dile tercüme ederken yeni bir söylem üretti. Hedefi hep, kutuplaştırıp bu “zıttına gitme” adetini bir biçimde geleneksel kalıplarından çıkarıp politikleştirerek seçim kazanmak oldu. Bunu aslında belediye başkanlığı döneminde düzenlediği İstanbul’un fethi törenlerinde anlayıp icrasına başlamıştı. İstanbul caddelerinde yeniçeri kılığındaki belediye veya parti görevlilerinin çekerek yürüttüğü gemiler, atılan naralar ve kılıç kalkan şangırtılarına çevrilen bu sembolik olayın, bunu bir biçimde politik prim yapan söyleme çevirerek, siyasi rantını yemişti.
Ancak muhalefetin, bir yandan soğan (ekonomik geçim, kriz ve yokluğun bir sembolü olarak) öte yandan Alevi (kimliğin beyanından ziyade barışçıl yaşamın ortak paydalarından biri olarak) gibi sembolleri kullanıp karşıt etkiyi üretmesi, Erdoğan/AKP’nin sembolleri dar alanda kutuplaştırma işlevine gönderen kullanımını yerle bir etmeye başladı ve yeni bir dil yarattı. Bu dil en genelde Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” kelimesiyle belirttiği barışma, kucaklaşma ve huzur söylemiyle anlam, zemin ve ifade buldu. Dolayısıyla “zıttına gitme”ye “barışçıl söylem”le verilen yanıt, sembollere yüklenen işlevi boşa çıkarmaya başladı.
DUYGUSAL DÜNYAYI BESLEYEN SEMBOLLER MİDEYİ BESLEYEMEDİ
Türkiye insanı semboller hakkında hassas, duygusal ve kırılgandır. Örneğin Erdoğan, uzun bir süre “camileri ahır yaptılar” lafını edip dururken cami ve ahır gibi iki sembolik mekanı zıtlaştırarak kullanmayı becerdi. Yine bayrak, vatan, ezan, dil (“tekçilik” felsefesi) sembolleriyle kendine özgü kemik bir taban yaratarak muhafazakâr milliyetçiliği güçlendirdi. Genelde “kimlikler”in zenginliği ve demokratikliğini gizlemek, hatta gömmek için “tek kimlikçi” politikayı sonuna değin kullandı. Dolayısıyla iç/dış düşman, terörist, zillet vb. ifadelerle muhalefeti karşı, soğuk ve insansız kutba göndermesi pek zor olmadı. Ancak semboller duygusal dünyanın kalbini doldururken mideyi beslemez. Dini sembollerin etkisini kıran şey, yaşamın realitesinin ağırlığı, etkisi ve yönelimi oldu. “Bayrak inmez”, “ezan susmaz” sembolik ifadelerine dönüp bakan pek kalmadı artık. Rabia hatırlanmıyor bile zira darbeci Sisi Mısır’ıyla yeniden ilişki kuruldu. “Eset” yine ve yeniden “Esat” olmak üzere. Ama en önemlisi, Erdoğan’ın takıntılı olduğu mezhep meselesinde Alevilik artık dışlayıcı bir sembol olarak işlevini yitirdi ve “kullanım” dışına atıldı. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun “Alevi” videosunun milyonlarca kez izlenmesinin nedeni, hem “zıttına gitme”ye dayalı sembolik anlatıma karşı bir anlama, içine alma ve uzlaştırma anlayışını ifade ediyor hem de kimliği sahiplenerek Erdoğancı kimlikçiliğe cevap veriyor. O yüzden kimlik hakları başka, tek kimlikçilik bambaşka bir şey.
MODERN HAYAT SEMBOLLERİ SORGALAMA ÜZERİNE KURULUDUR
Türkiye’de semboller, eğer din ve milliyet alanında bir şeyleri örtbas etmek amacıyla kullanılıyorsa, bunun nedeni, bir şeye kalkan olma, illegal olayları gizleme ve olayları saptırma niyetiyle davranmaktır. Bunu fark eden halk artık yeni sembollerle derdini ifade etmeye başladı. Fiyatı astronomik düzeyde artan soğan, sokakta kendisine uzatılan mikrofon, cepten çıkarılan telefon, dibi gösterilen boş cep, pula dönen lira, anti-Silivri söylemi vb. yeni semboller olarak iktidardan hesap sormaya, kendini uzlaşmaz muhalif bir birey olarak kodlamaya ve yolunda gitmeyen her şeyi ifşa etmeye dönüştü.
Muhalefetin güçlenmesiyle birlikte semboller, propagandif söylemden gerçekleri ifşa etme diline çevrildi. Gizlemeden açık etmeye, kutuplaştırmadan barıştırmaya, demagojiden açıklamaya doğru bu işlevsel dönüşüm, yerli yerine oturtma ve doğru noktalara getirme süreciyle biz artık sembolleri, kutsal, dokunulmaz ve yasak alandan çıkarıp daha seküler alana taşımaya başladık. Seccade yerine soğan, TOGG yerine emeklinin bayram ikramiyesi, Fatiha yerine depremzedenin acısı işte bu şekilde konuyu asıl mevzuya doğru getirirken semboller kutuplardan merkeze doğru çekildi. “Bay Kemal”, “sana söz”, “her şey çok güzel olacak” ifadeleri de dinsel sembollerin Erdoğancı kullanımına verilen seküler bir yanıt oldu. AKP’nin muhafazakâr kalkınma retoriğine meze yaptığı beton ağırlıklı ürünlerden teknik alana (İHA/SİHA, gemi, gaz vb.) geçişi de Erdoğan’ı kurtaracak gibi görünmüyor. Ulusal gururu okşarken mideyi, geçimi ve refahı pas geçen bu sembolik anlatım ve ürünlerin etkisi geçmişe göre iyice azaldı zira artık en büyük, güçlü ve etkili sembol olarak “gerçeklik” hükmünü okumaya başladı. Kutsal sembollerden beklenen tılsım, açık bir güç olarak gerçekliğin kendi hükmünü okuduğu alanlardaki etkiyi kıramıyor artık. Belki de en güçlü sembol olan Erdoğan’ın kendi bedeni (yaşlandı), söylemi (eskidi) ve imajı (yıprandı) bir işe yaramıyor; şapkadan ne tavşan çıkabiliyor artık ne de onca seçim müjdesi veya yatırımı bir işe yarıyor.
Modern hayatın en önemli özelliklerinden biri de sembolleri sorgulamaktır. İlkel, geleneksel ve muhafazakâr toplumlarda semboller kutsal, sorgulanamaz ve eleştirilemezdir. Oysa çağımızın rasyonel gerçekliği, bireye kendi aklını kamusal meselelerde işe koşma hakkı verirken aynı zamanda her kutsal, dokunulmaz ve tabu olan şeyi de sorgulama imkânı sunar. Örneğin Kılıçdaroğlu, Erdoğan için verimli bir anti-propaganda alanı olan Aleviliği, basit bir kimlik beyanıyla etkisizleştirip çöpe atarken, bu videosuyla asıl meselenin kimlik değil, geçim, refah ve demokrasi olduğunu ortaya koydu. Dolayısıyla sır, tılsım ve gizemin örtüsünü kaldırmanın en iyi yolu, sembolleri giderek demokratikleştirmek, iyi şeylerin aracına çevirmek ve ortak idealler için kullanmaktır. Seccadeyi birkaç hafta boyunca tepe tepe kullanan AKP’nin giderek dizlerinin üzerine çökeceğini gösteren şey, her şeyden önce bu sembolü politik alana tercüme etmeyip dini alanla sınırlayan halkın izanı, izahı ve inancıdır. Gerçekliği anlayıp ona hâkim olduğumuzda ancak ve sadece semboller savaşının kurbanı olmaktan kurtulabiliriz.
Şu seçim sürecinde daha başka ne tür sembollerin ortaya serilip kullanılacağını göreceğiz. Erdoğan, görece az okuryazar, ileri teknolojiyle pek de hemhal olmayan ve dünyayla iletişimi çok az bulunan yoksul tabanının en çok sembollerden etkilendiğini gördü ve bunu dibine değin kullandı. Ancak değerlerin doğru yönü gösterme özelliğini yitirdiği şu anomik dönemde ahlak, adalet ve iyiliğin yani en önemli erdemlerin anlam ve önemini yeniden kazanmasında sembollerin giderek önem bakımından yer değiştirdiğini de görüyoruz. O yüzden seccade manipülasyonu ve propagandası puan getirmedi çünkü yiğit artık bir kuru soğana dahi muhtaç kalmıştı. Soğan deyip geçmeyin, ekmek kadar önemli sembolik bir anlamı var.
*Helmut Schmidt Üniversitesi (Hamburg) öğretim üyesi