Seçim arifesinde üretimden gelen güç
Tam da seçim arifesinde, ülkenin üreten insanlarının derdini dinleyip, yanında olunduğunu göstermek gerekli ve değerlidir. Hayatları boyunca hem yok sayılıp hem de ülkenin yükünü çekmişler.
Bahar Göçer*
Bu ülke emekçileri hak ettiği hayatı yaşayamıyor. Kamuda çalışan memurundan, sanayide çalışan SGK’lı işçisine kadar herkes için koşullar zor. İnsanlar kendini var edemiyor ve bulundukları durumları değiştirip dönüştüremiyor. Bunun en temel sebeplerinden biri ülkenin eğitim politikasının olmaması. Bir diğeri üretenin değersizleştirilmesi. Üreten işçiler, hayatın içinde görünür olamıyor. Kendi güçlerinin farkında değiller ve bu gücü kullanacakları koşullar da yok. Aksine baskılanıyor, yok sayılıyor ve değersizleştiriliyorlar. Çalışan ve üreten işçiler ve emekçiler için, haklarını kullanmalarını sağlamak ve güvence altına almak ve yeni eğitim politikaları geliştirmek gerekiyor. Bu durumlar geçmişte de problemliydi, 21 yy.’da da durum aynı şekilde sürüp gidiyor.
Ülkede nitelikli ustalarımız ve işçilerimiz var. İşlerini çok iyi yapıyorlar. Çoğu çocukluktan çalışmaya başlamışlar. Küçük yaşlarda başka ustaların yanlarına iş öğrenmek için verilmişler. Hayat hikayelerini dinleseniz acılarla dolu yaşamlar. İlkokuldan sonra okuyanı pek yok. Yasal olarak çalışmaya başlama yaşına (18 yaş) geldiklerinde, çoktan yaptıkları işin ustası olmuşlar.
En çok hatırlayıp anı olarak anlattıkları şeyler, ustalarından yedikleri dayaklar. Anne babadan yemedikleri dayakları ustalarından yemişler. Zaten anne baba da durumdan razı. Çocuklarını bir ustanın yanına verirken, eti senin kemiği benim, ağaç yaş iken eğilir, dayak cennetten çıkma diyerek çalışma hayatının ortasına atmışlar. Orta yaşlarda bir usta anlatıyor: "Babamın atölyesine 12 yaşında işe başladım. Babam patrondu ve atölyenin de bir ustası vardı. Beni ona emanet etti. Her işi öğret, hiçbir hatasını affetme dedi. Usta beni diğer çocuklardan daha çok döverdi. Her gün iki posta dayağım vardı. Sabahın köründe kalkıp işe giderdim. Akşam babamdan geç gelirdim eve. Bazen öğlenleri oyuna dalıp, öğleden sonra işe geç giderdim. Ustadan sağlam dayak yerdim. Böyle düzgün olmamı o günkü dayaklara mı borçluyum, yoksa o dayakları yemesem, daha cesur mu olurdum bilemiyorum" diyor. İçten içe babasına kızgın olduğu belli. Aşağı yukarı bugünkü orta yaş ve üstü ustaların hayat hikayeleri birbirine benziyor. Ülkenin kodlarında usta yetiştirme mümkün mertebe ezme, yok sayma, sırtına ağır yükler yükleme şeklinde ilerliyor. Dönemin yazılı olmayan usta yetiştirme kuralları böyle.
Bu ağır koşullarda yetişen bir usta ile bundan birkaç yıl önce sohbete koyulduk. Bir şantiyeden sorumlu, Karadenizli. İnşaat işinde çalışanlar genelde ya Karadenizli olur ya da Doğu ve Güneydoğu Anadolulu. Usta, Doğu ve Güneydoğu Anadolululara, yani Kürtlere düşman. Düşman olma sebebi Kürt olmaları, başka bir neden yok. Tuhaf olan sevmediği, söylendiği Kürtlerle aynı koşullarda çalışıyor ve yaşıyor. Şantiyede aynı yerde kalıyorlar, aynı yemeği yiyorlar, aynı işi yapıyorlar, üstelik Kürtler çekip gitse şantiyedeki işler duracak. Bir Kürt düşmanlığı bellemiş, sürgit devam ediyor. Kürtlerle ilgili konuşurken biz ve onlar diye ayrıştırıyor. Derin konulara girdik. Kürt işçilerle, kendisinin aynı koşullarda olduğu benzer hayatlar yaşadıkları vb. bir sürü şey konuştuk. Algısı biraz değişti; haklısın galiba, sonuçta camide yan yana durup birlikte namaz kılıyoruz. Onlarda bizim gibi insanlar, gibi şeyler söyledi. Eh düşününce, az da olsa yol almış olduk. Konuşma iyice ilerledi. İçindekileri anlatmaya başladı. Okumuşlardan dertli “Bu okumuşlar ve muhalefet bizi küçümsüyor, bize göbeğini kaşıyor diyorlar. Okumadık diye bizi küçük görüyorlar. Ama şimdi ülkede bizim sözümüz geçiyor. Yönetimde bizden biri var. SGK’mız artık düzenli ödeniyor. Şimdi okumuşlar düşünsün bakalım, hep onlar bize yukardan bakıyordu, şimdi bizim sözümüz geçiyor”. Ne yalan söyleyeyim şoka uğradım. Daha önce hiç farkına varmadığım düşünceler. Böylesi duygulara sahip olacağı aklıma gelmemişti. Galiba ezilenlerin ruh haliydi bu ve birçoğu bu ruh haline sahipti. Bunca yaşadıkları yanında, bir de okumamış olmak acılarını katmerlendiriyordu. Bunları duymak beni şaşırttı ama neye göre oy verdiklerini de anlamış oldum. Kendilerinden biri gibi görmeleri, kültürel olarak benzer olmaları, duygusal olarak da yakın hissetmeleri oy verme kararını belirliyordu. Bir de benim SGK primlerim yatıyor, yıllarca düzgün ödenmedi ama şimdi ödeniyor demesi, durumu lütuf gibi algılaması ayrı bir handikaptı. Oy verme tercihi, kendini duygusal olarak yakın hissetme durumu, aynı koşullara sahip olduğunu sanma hali, belki de hayalinde bir gün aynı pozisyona gelebilme ihtimalinin varlığı. Konuşma bittiğinde kendimi aydınlanmış ve büyük bir sorunun cevabını bulmuş gibi hissettim.
Muhalefet ile iktidarın kimden neye göre oy aldığını anlamlandıramayan ben, yukardaki hikâye ile aydınlanmış oldum. Sonrasında aynı konu ile ilgili benzer hikayeler yaşadım. Bir iş yerinin servisinde akşam vakti eve gidiyoruz ve hafta sonu seçim olacak. Beyaz yakalılar serviste muhalefetin kazanması için propaganda yapıyorlar. Aslında kimin kazanacağı belli. Beyaz yakalılar dışında seçimle ilgili konuşan olmadı. Beyaz yakalılar indi ve geriye mavi yakalı çalışanlar, bir de ben kaldım. Ben o iş yerinde henüz yeniydim, çok kimse tanımıyordu. Bu sefer mavi yakalılar konuşmaya başladı, çok keyifliler. Pazar günkü seçimde kazanacaklar. Onların taraf olduğu parti yine seçimi alacak. Onlar kazanacak ve başaracaklar. Ruh hallerini orda bir kez daha anladım. Onlar da varlar ve onlar da kazanıyorlar. Aslında ne çok şey başardıklarının, büyük sorumluluklar taşıdıklarının farkında değiller. Ülkede fabrika ve inşaat yapan şirketlerin üretimini yapan, hatta ayakta tutan bu işçiler ve ustalar. Maalesef ki hala çantalarında, yedikleri dayak ve ezilmişlikler var. Kendilerini değersiz ve yetersiz hissediyorlar. Bir seçimden sonra da iş güvenliği için bir şirkete gittim. Patron makine mühendisi suratı asık ve mutsuz. Neyiniz var diye sordum? Seçim sonuçlarına sinirlenmiş. Muhalefet kazanamadı diye söyleniyor. Atölyeye işçilerin yanına gittim. Onlar mutlu onların oy verdiği insanlar kazanmış seçimi. Aslında durumun tam tersi olması beklenirken, durum böyleydi.
Çalışma hayatındaki deneyimler, aile ilişkileri, oy verme davranışları ve inançları hepsi bir bütün ve birbirine paralel durumlar içerir. Bir insan bir alanda nasıl davranıyorsa diğer durum ve alanlarda da aynı davranır. Ülkedeki işçiler hayatı ya ustasından öğreniyor veya deneme yanılma ile kendi kendine öğreniyor. Aileden gördükleri de eklenince ezbere bilgiler çıkıyor ortaya. Eğitim alarak, bilimsel bilgilerle yol haritalarını çizme şansları olmuyor. Ülkenin üreten gücü kendi çemberinde dönüp duruyor
Üretimi, bilimsel bilgi ile harmanlayamayınca, ortaya çıkan şey bir önceki yaptığınla aynı oluyor. Sorgulamak için elinde yeterli veri olmayınca, değişim dönüşüm olamıyor. Memlekette üretim bu usta ve işçilerin elinde. Ülke nüfusunda yüzdeye vurulduğunda büyük bir kesimi oluşturuyor. Bu işçiler ve ustalar anne, baba ve ustalarından ne öğrendiysen onu devam ettiriyorlar. Oy kullanırken veya başka kararlar verirken de ne gördüyse onu devam ettiriyor. Bu çemberi acilen kırmak çok önemli.
İnanç, insan hayatında sorgulamadan kabul etme, gönülden bağlanma sağlayan psikolojik bir durumdur. Kolaydır, çelişki barındırmaz, kafa karıştıracak bir durum oluşmaz. İnanç sistemleri genelde çocuklukta aileden öğrenilir, olduğu gibi içselleştirilip yaşanır. Bu inanç sistemi işin içine bilimsel bilgi girmediği sürece sürüp gider. Ne yaşanacaksa kaderde vardır. Her şeyin olduğu gibi kabulü gereklidir. Ancak bilim ve bilimsel bilgi, düşünce ve duyguların içine karışmaya başlarsa, bu inanç ve körü körüne bağlanma yerini analitik düşünceye bırakır. Kişinin gündelik hayatta düşündüğü ve eylediği her durum ve koşulda bu analitik düşünce ne kadar hakimse, hayatın gerçekliğine o kadar yakınlaşır. Bizim sanayide çalışan ustalarımız ve işçilerimiz genelde bu durumun tersine inançlarını hayatın merkezine koyarak yaşar. Kader vardır. Hayatımızı yönlendirir. Her şeyi çok da sorgulamamak değiştirip dönüştürmeye çalışmamak gerekir.
Tam da seçim arifesinde, ülkenin üreten insanlarını anlamak ve onlarla iletişim kurmak gerektiğini düşünüyorum. Hayatları boyunca hem yok sayılıp hem de ülkenin yükünü çekmişler. Şimdilerde onların derdini dinleyip, yanında olunduğunu göstermek gerekli ve değerlidir. Ne istiyorlar, neleri var, beklentileri ne? Ayrıca seçimden sonra da onlara bir arada yaşama ve örgütlenme, sendika kurma vb. ihtiyaçlarını karşılayacak koşullar yaratılmalıdır. Birlikte yaşama kültürünün içselleştirilmesini sağlamak da önemli ve gereklidir. Bilseler üretimden gelen güçlerini ve kullansalar neler olabileceğini hepimiz biliyoruz. Bu gücü ortaya çıkararak ve demokrasinin sac ayaklarından birini oluşturan sendika ve örgütlenme haklarını kullanmalarını sağlamak ve güvence altına almak önemlidir.
21. yy Türkiye’sine gelince. Şimdilerde zorunlu eğitim 12 yıl oldu. Ancak sanayide çalışan okumayan bir sürü genç ve çocuk var. 12 yıl zorunlu ise bu çocukların okuyor olması gerekmez mi? Çıraklık okulları açıldı. Çıraklık okulunda çocuklar okula tek bir gün gidiyorlar. Tek bir gün okula gitmenin eğitimlerine nasıl bir katkısı oluyor, çözebilmiş değilim. Sanayide olması gerekenden uzun çalışıyorlar ve ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Ancak yaratıcılık, yenilik ve kendini var etmeye hiçbir katkısı yok. Teknik liselerden de yetişen elemanlar oldukça az. Mezun olanlar da sanayide iş yapmıyorlar. Biz hala okumuş teknik elemanlar yetiştirmeyi başaramıyoruz. Bu çıraklık ve teknik liseden çıkan çocukların çoğu eski ustaların da yerini alamıyorlar. Mevcut eğitim teknik çalışan ve üreten kesime bir fayda sağlamış değil. Yukardaki üreten işçi ve ustalardan sonra, yeni yetişecek ve üretecek nesil içinde durum iç açıcı değil.
Seçimden sonra teknik eleman yetiştirmek için de doğru bir eğitim politikası üretilmesi gerekiyor. Bu eğitim sistemini değiştiremezsek gelecekte yine ülke olarak bir ayağımız çukurda hiçbir soruna kalıcı çözüm bulamamış olacağız. Oy verme sisteminden hayatın her alanına, adalete, depremde evlerin dayanımına kadar her durumu düzene sokmak istiyorsak, bu eğitim sistemini ve gelecekteki demokrasi planlarımızı iyi örmemiz gerekir.
*A sınıfı İş Güvenliği Uzmanı