Seçim otobüsü
Yalan basittir. Oysa hiçbir hakikat basit değildir. Tek bir sözcük sarf ederek söyledikleri yalanı sayfalar dolusu hakikatle açıklamak zorundayız. Hakikat gayret ister, çaba ister.
Seyfi Elçiboğa
Seçimin ikinci turunda, ilk turda görev almış aynı ekiple sandığı yönettiğimizden olacak çok rahattık; güldük, eğlendik ama bir yandan da siyasete pek girmeden katılım ve seçim üzerine lafladık.
Sabah çayını İYİ Partili üye arkadaşımız, öğleden sonra çayını AKP'li üye arkadaşımız termosla getirip sağ olsunlar bizlere ikram etti.
Katılım neden düştü, kimler gelmedi acaba diye konuştuk. Seçmenin çoğunu birebir anımsıyorduk. Örneğin ilk turda sandık mührü oy pusulasının ön yüzüne geçmiş diye gider yapan bir seçmenin pusulasını yeniledim, belgelerle ikna etmeye çalıştım. Giderken "Sinan Oğan'ın arkasına bassaydınız o zaman" diye bağırmıştı. İkinci turda gözüm onu aradı ama gider yapan seçmen ve eşi ikinci turda oy kullanmaya gelmemişti.
İzmir'de katılım düşmüştü ve WhatsApp gruplarının ana gündemi buydu. Mesela İzmir'de CHP'nin en çok oy aldığı yerlerin başında gelen Karşıyaka'da 10 bin kişinin 2.turda oy kullanmaya gelmediği konuşuluyordu. Tabii Doğuda Kürtlerin oy kullandıkları sandıklarda da düşüş olduğu haberleri alıyorduk. Bu durumda sandık ve çevresinde suratlar ekşiyor, endişe artıyordu.
18:30'da bitirdiğimiz sandık sonuç tutanaklarını dağıtıp polisler eşliğinde otobüsle Bornova İlçe Seçim Kurulu Başkanlığına gittik. Otobüste telefonlardan anlık sonuçlara bakıp paylaşan başkanlar vardı. Anadolu Ajansı ile Anka Haber Ajansı kıyaslanıyordu. Anka Haber Ajansı sonuçları düşürünce hava bozulmuştu. İzmir insanı muhaliftir. Otobüste başkanlara eşlik eden sandık üyesi gençler de vardı. Gençlerden biri ağlamaklı bir ses tonuyla "tüm arkadaşlarım ya Avrupa'ya gitti, ya da Avrupa'ya gitmek niyetiyle dil kursuna yazıldı. Salak gibi 'ben kalacağım' dedim. Ama artık ben de gideceğim." dedi. Bazı başkanlar yatıştırmaya çalıştı.
Neyse sonuçları ve mühürlü torbayı teslim edip aracımla evime döndüm. Kıymetli ailemin yüzü düşmüştü. Çocuklar yanıma oturup sorular sormaya başlayınca, "Boşverin seçimi, bakın size güzel bir film açacağım, beraber izleyelim." dedim.
Sonra Truman Show filmini açtım. Jim Carrey'nin efsane filmini izledik. Filozof Jean Baudrillard'ın Simülasyon kuramından bahsettim. Filmi izledikleri için anlamakta güçlük çekmediler.
Özetle Türkiye Truman Show'daki kadar olmasa da adeta bir film platosu ekibi tarafından yönetiliyor. Öyle bir hâl aldı ki her şey bir kurgudan ibaretmiş gibi algılarımıza hükmediliyor.
Film platosunda ekiplerce bir süper kahraman yaratıldı ve adeta bir idol haline getirildi. İnsanların olmasını dilediği tüm olumlu kişilik özellikleri teknoloji yardımıyla süper kahramana yüklendi. En yüksek dozda şöhret algısı şırınga edilen hayran kitlesi klonlanarak büyütüldü.
Süper kahramanımızın geçmişte yaptığı gaflar veya imajını zedeleyecek her türlü dijital bilgi kırıntısı ve videolar mahkeme kararıyla web ortamından silindi. Onun yerine propaganda içerikli yüz binlerce yeni içerik yüklendi. Böylece süper kahramanımızın mükemmel bir geçmişi ve olağanüstü bir imajı oldu.
Süper kahramanımıza duyulan bağlılık dinsel yönü ağır basan bir çeşit müritlik oldu. Bir siyasal hareketten ziyade Makyavelizm'i özümsemiş bir tarikat yaratılmış oldu. Koşulsuz bağlılık, Eric Hoffler'in tabiriyle "Kesin İnançlılar" seviyesine yükseltildi. Bu insanların duygularına hükmeden yapı iradelerini yönetebilme avantajını da ele geçirmiş oldu. Sonuç, koşulsuz bağlılığın gereği olarak yücelttiği lideri en üst mertebede tutarak gerçeklerle bağını koparmak, böylece her sorundan azade etmek ve nihayet ona olan bağlılığını sürdürmek şeklinde ilişkiye dönüştü.
Karşısında duran herkes düşman ilan edildi. Tıpkı George Orwell'in 1984 romanındaki gibi savaşın adına sevgi, yalan ve iftiraya hakikat adı verilerek tüm kavramlar ters yüz edildi.
Süper Kahramanımıza var olan bağlılığı kırmak güç olur, ancak yeni katılımlar azaltılabilirse tarikatının büyümesi engellenebilir.
R.İhsan Eliaçık'ın deyişiyle "Kimi eleştirilemez buluyorsanız o sizin putunuzdur."
Halkın kavrayışı basittir. Yalan da basittir. Oysa hiçbir hakikat basit değildir.
Tek bir sözcük sarf ederek söyledikleri yalanı sayfalar dolusu hakikatle açıklamak zorundayız.
Hakikat gayret ister, çaba ister.
O nedenledir ki yalan ve iftira hızla yayılırken hakikat geriden gelir.
Hakikatten ayrılmayın. Anatole France'nin dediği gibi: "Adalet ancak hakikatten, mutluluk ancak adaletten doğabilir."