YAZARLAR

Seçime giderken sporda ve siyasette ‘cadı avı’ hızlandı

Sporda şiddet ve siyasette şiddetle gündemi işgal ve kadınlara hayatı zehir eden cadı avı tersinden uygulanarak iktidar tarafından da sürdürülüyor. Kadın örgütlerinin görüşüymüş gibi sunularak kadın kazanımlarının gaspı şeklinde gerçekleşecek bir başka cadı avı ile karşı karşıya olma ihtimalimiz bilinsin istedim. Toksik erkeklik her yerde…

Hiçbir kadın başarısı cezasız kalmıyor bu ülkede. Kadınların, kendi hayatlarına dair karar verme yetkinliğini, toplumdaki her kadının özerk birey olma çabası ciddi bir kadın başarısı olarak engellenmek isteniyor örneğin. Tüm topluma, siyasal ve hukuksal uygulamalara ve eril tahakküme karşı elde edilen bu başarıyı önlemek için eril şiddet kullanılıyor araç olarak. Birer birer işleniyormuş gibi görünen bu şiddetin temelinde kolektif bir itici güç var. Yazık ki bu kolektif itici güç spordan siyasete, sanattan yargı organına kadar tüm kurumları, kurumların prosedürlerini ve kurum içi bireysel davranışları şekillendirme potansiyeline sahip. Ve şekillendiriyor da.

Hafta sonu biterken spordan bir örneğini gördük, son hafta tatilini de dinlenerek değil, toksik erkeklikle zehirlenmiş olarak geçirdik ve mücadele azmi kazanarak çıktık. Pazar günü gece saatlerinde dünya rekortmeni milli sporcumuz Fatma Uruk, maruz bırakıldığı psikolojik şiddeti ve mobbingi kamuoyuna duyurdu. Daha birkaç ay önce ülkemizi dünya rekoruyla onurlandıran başarılı kadın sporcu milli takım kampında adeta cezalandırılmış görünüyor. Fatma Uruk’un hepimizi kıvandıran ve kadınlara kendisini güçlü hissettiren başarısı da cezasız kalmamış. "Üzüntüden ne yazacağımı bile bilmiyorum. Fiziken de psikolojik olarak da çökmüş durumdayım" dedirtmişler bu başarılı milli sporcuya. Üstelik pazartesi sabahı öğreniyoruz ki Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu açıklamaları nedeniyle gözbebeğimiz dünya rekortmeni serbest dalışçımızı disipline sevk etmiş. İstiyorlar ki kendileri sporcuya kadın cinsiyet kimliği nedeniyle şiddet uygulayabilsinler ama kadın, toplumsal öğretilerin dışına çıkarak bu şiddeti duyuramasın, duyurmak yoluyla şiddete başkaldıramasın. Prof. “Dr. Şahin Özen, TSSF Başkanı: "Önünde bira olan fotoğrafı kulübüne gönderin, sonra basına servis edin. Görelim bakalım ne olacak." 4 Ekim, 2021. Kaş, Antalya.” Fatma Uruk’un bu mesajı ve diğer paylaşımları savcıları harekete geçirmeli, 6284 sayılı yasa ve İstanbul Sözleşmesi uyarınca işlem yapılmalıydı. Yapılmadı, erkek şiddeti karşısında pek çok kadın sporcu gibi yalnız bırakıldı. Meksika’da kırdığı dünya rekoruyla 67 metre dalıp suyun yüzüne başarıyla çıktığı gibi bu badireden de rahatlıkla çıkar Fatma ama hiçbir kadın onu yalnız bırakan kurumları unutmaz. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı konuya müdahil olmalıydı. Federasyon başkanı için soruşturma açılmalıydı fakat kadın söz konusu olduğu için yine eril kurumların eril prosedürü, kadın aleyhine işletilmek isteniyor.

Hafta sonunu zehirleyen olaylardan birisi de Tuba Torun’a yaşatılanlardı. Kent yaşamında karşılaştığı zorluklar üzerine stadyumun bulunduğu yerden şikâyet etmesi büyük bir olaya dönüştü. Ve adeta recm edildi Tuba. Büyük bir politik başarı sahibi olduğu halde veya o başarıya eriştiği, güçlü olduğu için hedef alındı, hedef gösterildi diye düşünüyorum ve yalnız bırakılması da muhtemelen bu nedenle cezalandırmak için. Hatırlanacağı üzere son CHP Kurultayında liste delerek seçilme başarısı gösteren 9 kişi vardı. Ve bu 9 kişinin 8’i kadındı. Ve Tuba Torun bu 8 kadından birisi olarak delegenin oyuyla partinin Yüksek Disiplin Kuruluna seçilmişti.

Stadyumun yeri ve yaşamı zorlaştırmasına dair yazdıkları hiçbir suç unsuru ve hak ihlali içermediği halde yüzlerce tehdit mesajı aldı. Annesine ve kendisine yönelik sinkaflı küfürlerden “adresin telefonun internette var…” şeklindeki yaşamsal tehditlere kadar uzanan içeriğe sahip mesajlar aldı. Bu duruma susmayarak kamuoyuna açıkladığında ise holiganizmi teşvik eder tarzda yapılan kulübün resmî açıklamasıyla bir kez deha hedef gösterildi. Açıklamada holiganların çirkin ve tehlikeli, şiddet içeren paylaşımlarına ve özelden gönderilen mesajlarına tek kelimelik bir kınama bile yoktu ama Tuba Torun’dan özür dilemesi istendi. Şiddete maruz bırakılan bütün kadınların toplum ve kurumlar tarafından suçlanması gibi. Bir kadın daha toplum nezdin sinkaflı küfürleri ve hayati tehditleri “hak ettiği” anlamına gelen çağrıyla özre davet edildi.

Tuba’nın söyleşisi dahi iptal edildi bu esnada. İptal gerekçesi olarak resmî açıklamada hava muhalefeti gösterilmiş olsa da arka planda 'provokasyon ihbarı' iddiasının yer aldığı duyulmuştu. Sosyal medya kullanıcılarının gözü önünde gerçekleştiği üzere hiç destek sunmayan partisi Tuba'yı özür dilemek zorunda bıraktı. Fakat partisinden, ne yönetim kademelerinden ne kadın kollarından kamuoyu önünde ufacık bir destek gördü. Tersine yalnız bırakmakla bile yetinmeyip özür mesajı yazmaya zorladı Cumhuriyet Halk Partisi. Sporda ve siyasette kadına şiddetin kesiştiği yerde kaldığında Tuba Torun, yanında sadece kadınlar vardı. Ve yazık ki holiganların her türlü çirkin tehdit ve hakaretlerinden, cinsiyetçi küfürlerinden destek mesajı atan kadınlar da kurtulamadı. Bu kadar bariz kadına yönelik şiddet karşısında CHP, Tuba Torun’u ve bütün kadınları yalnız bıraktı. Parti holiganlara destek vermiş oldu. Holiganların kadın yönelik şiddetine ortak oldu parti. Çünkü seçim sath-ı mailinde (eğik düzlem) kadınlardan daha önemli işleri vardı. Zira -ki akıllarınca- kadınların oyları çantada keklikti.

Hiç farkında değiller ki kadınlar, İstanbul Sözleşmesi onca tehdit alırken hiçbir politika üretemediklerini unutmadı. Kadınların Sözleşme lehinde ortaklaşmaları, ortak tavır göstermeleri yönündeki taleplerini görmezden duymazdan geldiler ve blok halinde görüntü vermeyi bugünden sadece bir yıl önce kabul etselerdi, Sözleşme hakkında bu hukuksuz karar verilmezdi. Ama yok, muhalefet bloku oluşturmaktan bir yıl önce kaçındılar. Güya Sözleşme karşıtı Saadet Partisi'ni yüzde 1.1’lik oyu için Millet İttifakının yanında tutmak onlara, kadınların yaşam hakkından, eşit yurttaşlık haklarından daha önemli göründü. Bir yandan da kadınların İstanbul Sözleşmesi’ne verdiği önemi bildikleri için iktidarın yapacağı fesih hatasının kendi hanelerine oy kazancı olarak döneceği ümidiyle ellerini ovuşturarak beklediler. Ve şimdi yönetim kademelerinde yar alan bir kadını ve bütün kadınları şiddet karşısında yalnız bırakıyor ve tıpkı kulüp gibi bir kadının cinsiyetçi küfürleri ve hayati tehditleri “hak ettiği” düşüncesinin yansıması olarak görülen şekilde özre zorladılar. Kadınlar bu badireyi de atlatır ama başlatılan cadı avı benzeri şiddette yalnız bırakıldıkları gerçeğini unutmaz.

Peki iktidar ne yapıyor? İktidar biliyor İstanbul Sözleşmesi hakkındaki hukuksuz fesih kararı nedeniyle kadınlardan oy almasının zorlaştığını. Ve bu durumu tersine çevirip kadın seçmenlerin gönlünü değil tabii ama oyunu alabilmek için harekete geçiyor. Kadın politikaları atağı başlattı iktidar. Fatma Uruk ve Tuba Torun’u onlara yaşatılan şiddet karşısında yalnız bırakan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı seçim kampanyası minvalinde bir buluşma düzenliyor. 7 Ekim Perşembe günü Ankara’da yapılacak sivil toplum buluşmasına davet etti Bakan Derya Yanık kadın örgütlerini. 1’incisi yapılacak Sivil Toplum Buluşması imiş. Hangi dağda hangi kurt öldü biliniyor tabii ki. Oy kaybediliyor birincisi ve ikincisi İstanbul Sözleşmesi unutulmadı.

Diğer yandan AKP kadın kolları da atakta ve bir örneğini İzmirli kadın örgütlerinin davetiyle öğrendiğimiz muhtemel buluşma zinciri başlatmış halde. “Hanımefendinin himayesinde” parti kadın kolları genel başkanı Ayşe Keşir’in katılımıyla yapılacak toplantıya davet aldı bağımsız kadınlar ve örgütler. Bu durum gösteriyor ki iktidar hem kamu otoritesi gücüyle hem parti teşkilatıyla hem de aile desteğiyle kadınlarını oyunu almak için atağa kalkmış halde.

Seçim propagandasının bir parçası olduğu bilinen bu toplantılarda hatalarını telafi etme imajı yaratmak için çalışıyorlar. Tıpkı Bakanın bir süre önce HDP milletvekili Dilan Dirayet Taşdemir’in yazılı soru önergesine verdiği cevapta olduğu gibi “İstanbul Sözleşmesi sonrası kadına yönelik şiddette belirgin bir artış olmadığı” görüşünü topluma pompalayacaklarını söylemek gerekiyor. Çok büyük ihtimalle her fırsatta dile getirdikleri şekilde hukuksuz fesih kararının kadına yönelik şiddetle mücadele alanındaki siyasi iradeyi zaafa uğratmadığı, ezberini tekrarlayacaklar. Demokratik yönetimlerin rutini olan ama bizde yıllardır işletilmeyen sivil toplum görüşmeleri şimdi hayata geçirildiğinde doğal olarak yaklaşan seçimler geliyor akla ilkin. 

Ankara’daki Bakanlık toplantısına Başkent Kadın Platformu'ndan ben davet edildiğim ve katılmayacağım için gerekçelerimi açıklamakta sakınca görmüyorum. Kadın örgütlerinin şimdi hatırlanıyor olmasını sadece yaklaşan seçimle değil, yaklaşan 5’inci yargı reform paketini de düşünerek değerlendirmek gerekecek. Yıllardır tersine işletilen reformlar gibi, daima sivil toplumdan alınan görüşler çarpıtılarak kadın kazanımların gaspına gerekçe oluşturacak şekilde kullanıldı. Yeni pakette TCK 103 affına dair bir çalışma var mı bilmiyoruz ama bu olmadığı anlamına da gelmiyor. Kadın karşıtlarının sosyal medya eylemlerinde bu paketin içeriğinde yoksulluk nafakasına ve iştirak nafakasına, dolayısıyla kadınların velayet hakkına dair taleplerle Medeni Kanun'da değişiklik istediklerini biliyoruz. Üstelik İl Sulh Komisyonları kurulacağı zaten resmen açıklandı. İstanbul Sözleşmesi asla izin vermediği için kadına yönelik şiddet durumunda uzlaştırma yönetmeleri kullanılamıyordu. Şimdi hukuksuz fesih kararına güvenerek gerçekte hâlâ yürürlükte olan Sözleşme hilafına yargıya intikal eden her konuyu ilkin uzlaşma aşamasından geçirecekleri açıklandı. İktidarın kadın politikaları atağının bir amacının da; sözüm ona meşruiyet zemini için önceden kararlaştırdıkları uygulamalara dair sivil toplum görüşü toplayacak olmaları söylenebilir. Kazanımlar açısından tehlike yaratacak görüşlerin toplanma ihtimali yüksek görünüyor ve ben bu nedenle katılmıyorum, buradan duyurmak istedim. Sporda şiddet ve siyasette şiddetle gündemi işgal ve kadınlara hayatı zehir eden cadı avı tersinden uygulanarak iktidar tarafından da sürdürülüyor. Kadın örgütlerinin görüşüymüş gibi sunularak kadın kazanımlarının gaspı şeklinde gerçekleşecek bir başka cadı avı ile karşı karşıya olma ihtimalimiz bilinsin istedim. Toksik erkeklik her yerde…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.