Seçimler: Rejimin melhâme-i kübrâ’sı
Kazanamazsa Erdoğan siyaseten bitecektir; çünkü ben onun, bir pop-kahraman olduğunu ve iktidardan gider gitmez, dizisi final yapan jön misali gözden düşeceğini düşünüyorum. Kazanamazsa Kılıçdaroğlu’nun da siyasî hayatı bitecektir. Hem cumhurbaşkanlığı hem de parlamento seçimlerinde umduğunu bulamayacak CHP seçmeni, o umudu kendisine verenleri de -hiç kuşkusuz ki- öfkesinde boğacaktır.
Kelime anlamlarını yan yana koyunca bir politik tercih olarak seçimleri bir savaşa katliama, bir yıkıma benzetmek hiç de doğru değil. “Melhâme” büyük ve kanlı savaş anlamında, “kübra” ise kebir’in müennesi, dişili; ekber, büyük anlamında. Melhâme-i kübrâ, genelde apokaliptik (kıyamete dair) dinsel bir anlatının malzemesidir. İlyas Çelebi, İslam Ansiklopedisi’ndeki makalesinde, Buharî ve Tirmizî’ye referansla, Melâhim'in -melhâmenin çoğulu- fitenin (fitneden gelir) “..Müslümanlara zarar veren ve onları Allah’ın yardımından mahrum bırakan her tür olay ve iç kargaşa… düşmanla yapılan silâhlı mücadele…, ayrıca kıyamete doğru vukuu beklenen alâmetler” anlamında olduğundan bahsetmekte. Çelebi, Buharî’nin bunlardan söz eden bütün hadisleri Kitâbü’l-Fiten başlığı altında topladığını da not etmiş. Hıristiyan dünyasındaki Armageddon Savaşı’nın da böylesi bir apokaliptik anlatı olduğu belirtilir.
Bizim seçimler hiçbir unsuruyla böylesi bir apokaliptik anlatıyla eşleştirilemez. Ama melhâmenin epik anlamına da geldiğini unutmamak gerekiyor. Epik deyince aklınıza hemen Hintlerin Ramayana ya da Mahabharata’sı ya da İlyada’nın Homeros’u türünden epik edebiyat; destanlar ve kahramanlık hikâyeleri gelmesin. Epic, épique melhâme; olağanın ötesindeki, olağan dışı/üstü anlamlarına da gelmekteler. Melhâme-i kübrâyı bir büyük dönüm noktası, zorlu, kritik bir dönem olarak anmakta sakınca yok.
Mustafa Kemal de Nutuk’unda Sakarya Savaşı’nı tam da bu nedenle bir melhâme-i kübrâ olarak anmıyor mu?: “13 Eylül gününe kadar … yirmi iki gün ve yirmi iki gece bilâ-fasıla devam eden, Sakarya melhame-i kübrası, yeni Türk Devleti’nin tarihinde, cihan tarihinde ender olan büyük bir meydan muharebesi misâli kaydetti.” (a.b.ç.) Bir meddücezir; Osman’lı’nın 1683’te Viyana’da başlayan geri çekilmesinden sonra kaydedilen ilk ilerleme; Osmanlı Türkiye tarihindeki kırılma noktalarından biri olarak adlandırılan Sakarya Savaşı’nın da bir melhâme-i kübrâ diye adlandırılması da bundandır.
BİR KIRILMA ANI: 14 MAYIS(LAR)
Hah işte, tam da epik anlamıyla 2023 seçimleri bir melhâme-i kübrâdır. Bir kırılma anı; sadece ülkeyi yönetecek partinin ve cumhurbaşkanının değil bizzat “cumhuriyet”in oylanacağı dramatik bir dönüşüm anıdır; bu yönüyle de bir melhâme-i kübrâ olarak anılmayı fazlasıyla hak ediyor.
Bundan 73 yıl önceki 14 Mayıs (1950) seçimleri de Türkiye siyasetinde önemli bir kırılma anını temsil ediyordu. 1946’nın 7 Ocak’ında Demokrat Parti kurulmuş, Haziran’ın 5’inde seçim kanunu değiştirilmiş, Temmuz’un sonuna doğru da -21’inde- seçime gidilmiş; Cumhuriyet tarihinde, birden fazla siyasî partinin iştirak ettiği bu ilk milletvekili genel seçiminde DP, oyların yaklaşık yüzde 13'ünü alarak 61 milletvekili çıkartmıştı; perşembenin gelişi çarşambadan da belliydi ve beklenen oldu. 27 yıllık tek parti gitti yerine bir “amerikanvâri solcu parti”, “democrat” bir parti; àla turca cumhuriyetçilerin (erken Cumhuriyet-CHP’sinin, bir kamu kurumu niteliğindeki CHP’nin) karşısındaki solcular (demirkıratlar) iktidara geldiler. Bu dönem tam da İngiltere’nin hegemonik bir güç olduğu, sanayi sermayesine dayalı bir sermaye birikim modelinin varit olduğu bir kapitalist dalgadan (1820-1945) ABD hegemonyasının tesis edildiği ve finans kapitale dayalı bir sermaye birikimine bel bağlanmaya başladığı genişleme dalgasına geçişi de işaret ediyordu. İki savaş arasında inşa edilen ve erken dönemlerini Cihan Harbi’nin (1914-1945) dinlenme molasında yaşayan Cumhuriyet içinde bir kriz (ama tam da crisis kelimesinin erken 15. yy’daki anlamına daha yakın şekilde “yaşamsal olarak önemli veya belirleyici durum”) idi.
Türkiye sağı 14 Mayıs’ı Beyaz İhtilâl olarak anmaya bayılır. Bir ihtilâl, çünkü “tek parti” devrilmişti; beyaz çünkü kansız.
Erdoğan 2023’teki seçim tarihini belirlerken de sanırım bu metaforu kullanmayı kurdu kafasında ama galiba DP ile özdeşleşen Yeter Söz Milletin! sloganının bu kez kendisine karşı kullanılacağını pek hesap edemedi. Erdoğan seçim tarihi ile ilgili neden bu tarihi tercih ettiklerini şöyle açıklıyor: “Her şeyden evvel 18 Haziran milyonlarca gencimizin geleceğini ilgilendiren üniversite sınavıyla çakışan bir tarihti. Yine bu tarih yüzbinlerce vatandaşımızın hac farizasını ifa etmek üzere mübarek topraklara gittiği bir döneme denk geliyordu. İlk ve orta dereceli okulların seçim tarihinden hemen önce tatile girmesi sebebiyle her yıl olduğu gibi milyonlarca vatandaşımız memleketine veya tatil beldelerine gitmek üzere yola çıkacaktı. Alternatif olarak da 14 Mayıs'ı teklif ettik. Demokrasi geçmişimiz bakımından anlamlı bir yıldönümüne tekabül eden bir tarihin hüsnü kabul gördüğünü biliyoruz.”
Bu 14 Mayıs’ın da 73 yıl önceki benzeri gibi bir kırılma anı, bir epik-seçim, bir melhâme-i kübra olacağına hiç şüphe yok.
İKİSİNDEN BİRİ OLMAYACAK
O kadar ki, seçimlerden sonra çok büyük ihtimalle ya Kılıçdaroğlu ya da Erdoğan siyasal sistemden tasfiye edilecek.
Kazanamazsa Erdoğan siyaseten bitecektir; çünkü ben onun, kaptanlığı, önderliği zor zamanlarda sınanan bir lider, hatta Cemal Madanoğlu’nun ihtilâl yapmak! için sahip olunmasını salık verdiği evsafı haiz bir lider değil, bir pop-kahraman olduğunu ve iktidardan gider gitmez, dizisi final yapan jön misali gözden düşeceğini düşünüyorum.
Kazanamazsa Kılıçdaroğlu’nun da siyasî hayatı bitecektir. Kılıçdaroğlu -seçim kazanamamakla eleştirilse de- parti içi komplolarla değil, yarattığı umutla liderlik koltuğunda oturmakta. Ancak Kılıçdaroğlu’nun bu seçimdeki başarısızlığının; onun, yarattığı umudun yol açacağı öfkede boğulmasına neden olacağını düşünüyorum. Seçmenleri, sevenleri, Kılıçdaroğlu’nu “iktidar, iktidar!” sloganları ile karşılıyorlar. Hem cumhurbaşkanlığı hem de parlamento seçimlerinde umduğunu bulamayacak CHP seçmeni, o umudu kendisine verenleri de -hiç kuşkusuz ki- öfkesinde boğacaktır.
Davutoğlu, Babacan, Akşener… Onlar “uysal uysal" köşelerinde otururlar: Ne popülerler, ne lider; “Madanoğlu’nun bahsettiği"... Ya, boş verin allasen! Ha, ne de peşlerinde onları “bile” ezip götürebilecek bir umut taşıyorlar: Konjonktürle geldiler, tarihe gömülürler, vesselam.
YA DEVRİ KEMAL-İ SÂNİ YA ŞAHLANIŞ
Bir melhâme-i kübrâdır önümüzdeki: Erdoğan’ın şahlanarak üstümüze geleceği –ki AK Parti’nin TBMM’deki 27. dönem son grup toplantısında 2023 seçimleri sonrasında partisinin bir (neuzübillah) şahlanış (!) dönemine gireceğini belirtmişti.- Hasan Mutlucan’ın türküsüvâri kolbaşının kır atı gibi şahlanıp da (2017’deki Mühürsüz Referandum sonrasında söylediği gibi “Üsküdarı geçip” de) üstümüze süreceği bir yeni “AKP beş yılı” ile “İkinci Yüzyılın İkinci Kemal”i arasında tercih yapmak durumundayız.
Onun “dördüncü defa” “ikinci kere” aday olacağı 2028 Reistokrasi Seçimleri’ni çarnaçar beklemekle, gerçek anlamda bir parlamenter sistemin başbakanını seçmek arasında tercih yapmak durumundayız.
Bir melhâme-i kübrâdır ki ya “Cumhuriyet”i ya “Reistokrasi”yi seçmek zorundayız.
Encamı hayrola, şerler defola, gönüller şâdola, meydanlar âbâd ola...
Ve devri cumhuriyette yine ve yine “meclisler küşâd ola.”