Sedat Anar: Ölenlerin değil, hiç ölmeyenlerin şiirlerine besteler yapıyorum
Sedat Anar'la Everest Yayınları tarafından yayımlanan 'Bir Müzisyenin Arayışı' kitabını konuştuk. Anar, "Bazen müziğin anlatamadığı şeyleri yazı anlatır" dedi.
DUVAR - Yaptığı bestelerle tanınan Sedat Anar, geçtiğimiz günlerde 'Bir Müzisyenin Arayışı' adlı bir kitaba imza attı. Everest Yayınları tarafından yayımlanan kitapta Anar, müzikle olan kişisel yolculuğunun yanı sıra müziğin teorisine dair de pek çok şeyden bahsediyor.
'Bir Müzisyenin Arayışı' okurlarına yeni yeni ulaşırken biz de Anar’la kitabı, santurla kurduğu diyaloğu, müzik teorisinin önemini ve yeni çalışmalarını konuştuk.
'Bir Müzisyenin Arayışı' nasıl ortaya çıktı? Yazım aşamasında yaşadıklarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Aslında on yıldan fazla bir süredir yazıyorum. 'Bir Müzisyenin Arayışı'nın önsözünde belirttiğim gibi bu kitap, birinci kitap. Şu an müzik hakkında yazdıklarım on kitap olacak. Dosyalar halinde hepsini gözden geçiyorum. İlk yazıları yazdığım zamanlar eşim ve kardeşimle paylaşıyordum. Zamanla Birikim, Lacivert ve Litros Sanat gibi dergi ve gazetelere gönderdim ve yayınlandı. Yazdıklarımı müziğim kadar ciddiye almadım açıkçası. Çünkü müzik benim için hep ön plandadır. Bu yüzden besteciliğime ve enstrüman icracılığıma daha çok zaman ayırdım. Oradan kalan zamanı önce okumaya, sonra yazmaya ayırdım.
Bir gün aile dostumuz, Everest Yayınları Genel Yayın Koordinatörü Saadet Özen ablam kahvaltıya gelmişti. Ona epey bir müzik yazımın olduğundan bahsettim. O da, “Bana gönder” dedi. O kadar çok yazım var ki ilk önce bunları birer dosya haline getirdim. İşte bunu yapmak biraz uzun sürdü. Yani sınıflandırmak. İlk olarak çocukluğumdan başlayarak müziğe nasıl başladığım ve müziği bestelerim dışında yazınsal olarak nasıl anlatabilirim kısmına yer verdim. Tabii bunda feyz aldığım müzisyenleri de onlardan neden feyz aldığımı özellikle akademik bir dilden kaçınarak bir hikâye anlatır gibi yazdım. Dediğim gibi hali hazırda yazdığım yazıları genişlettim. Bir müzisyen olarak icracı ve dinleyici ve besteci olmak dışında müziğin anlamını ve duygulara diğer sanatlardan daha çabuk hitap ettiğini sorgulamaya kafa yordum.
Peki bir müzisyen neyi arar, arayış biter mi?
Tasavvuf okumaları yaparken sıkça karşıma Senai’nin “Aramakla bulunmaz, ama bulanlar hep arayanlardır” diye bir sözü çıkardı. Kitapta da Kemal Dinç’in “Lir ve Ateş” albümünü yazarken girişte Picasso’nun “Aramam bulurum” cümlesini yazmıştım. Her ikisinde de arayışın ne kadar önemli olduğu vurgulanıyor. Benim de arayışım seslerin peşine düşerek oluyor. Ben Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesine bağlı Arğıl diye bir köyünde doğup büyüdüm. Lisedeyken birisi bana Keith Jarrett’i, Anouar Brahem’i, Olivier Messiaen’i ya da John Cage dinletseydi eminim, “Bu nasıl da gürültülü ve değişik müzik,” deyip dinlemezdim. Ama şimdiye baktığımızda ben bu müzisyenlerin bestecilikleri ve icraları karşısında mest oluyorum. Bununla da kalmayıp kitapta bu müzisyenler hakkında uzunca yazılar yazdım. Önceleri klasik batı müziği dinlemezken son dört yıldır deli gibi klasik batı müziği dinliyorum. Bunlar hep bir arayışın sonucunda gerçekleşti. O yüzden artık şunu anladım bir müziği dinlerken, bu ne biçim müzik demem asla. On yıl ya da on beş yıl sonra o müziği icra ederken bile bulabilirim kendimi.
'RUHUMDA SAKLANMIŞ SESLERİN SANTUR SESİNİ DUYUNCA ÇIKMAK İSTEDİĞİNİ HİSSETTİM'
Santurla tanışma sürecinizin nasıl olduğunu ve santur hakkındaki fikirlerinizi anlatır mısınız? Neden başka bir enstrüman değil de santur?
Aslında çocukluğumda, yani ilkokulda cura ile başladım. Sonra ortaokul ve lisede bağlama çaldım. Santurla üniversitede, (Hacettepe Üniversitesi Tarih bölümünde okurken) tanıştım. Aradığım sesin, daha doğrusu ruhumda saklanmış seslerin santur sesini duyunca çıkmak istediğini hissettim. Sanki daha önceden bu sesi çok duydum hissine kapıldım. Tanıyordum santur sesini, yabancı gelmedi bana. Aradığım ses imiş meğerse. Bu yüzden santur çalmasını öğrendim ve yüzden fazla beste yaptım.
Santuru Ankara’da Cihan diye bir arkadaşımın evinde gördüm ilk. O zamanlar Türkiye’de doğru düzgün icracısı bile yoktu santurun. Sonra da Arash diye İranlı bir arkadaşım oldu. O da santur çalardı. Ders verecek seviyede değildi ama yine de bana yardımcı oldu. Sonra bu iş böyle olmaz deyip Tebriz’e gittim. Tebriz’e gidip gelmelerim iki yıla yakın sürdü. İşte yine bir önceki soruda anlatmaya çalıştığım arayışımın sonucunda olan şeyler bunlar. İşittiğim bir santur sesi beni başka bir ülkeye kadar götürdü. Üniversiteyi bırakmıştım. Dönünce sokak müzisyeni oldum. Hayat böyle bir şey. Bir tarihçi olmayı hayal ederken, santur sesi sizi peşine takıp Tebriz’e götürüyor ve müzisyen oluyorsunuz.
Bir yandan beste yapıp çalarken bir yandan da müziğin teorisiyle ilgilendiğinizi söylüyorsunuz. Müzikteki teori-pratik ilişkisine dair bize neler söylemek istersiniz?
Türkiye’de şöyle bir saçma bir şey var. Müzisyenler müziğin teorisiyle ilgilenmiyor. Sadece icracılığa ya da besteciliğe odaklanıyor. Halbuki müziğin teorisiyle asıl ilgilenecek insanlar müzisyenlerdir. Ben kütüphanemde Türkiye’de çıkmış müzik kitaplarını topluyorum. Benim şahsi kütüphanemde 600 kitap var. Emin olun bu sayı toplasanız bin 500’ü bile geçmez. Türkiye’de gittiğiniz bir kitabevinde müzik bölümü sanat bölümünün içindedir ve içlerinde 100 kitap bile yoktur. Ben bir müzisyen olarak müzik kitaplarını okudukça yeni şeyler öğreniyorum.
Son yıllarda minimalist müzisyenlere odaklandım. Philipp Glass’ın Alfa Kitap’tan çıkan biyografisini yeni bitirdim. Zifiri karanlıkta elime el feneri düşmüş gibi oldum. Mesela Joep Beving diye muhteşem bir minimalist müzisyenle tanıştım. Sonunda ben de kendimi santur ve İstanbul kemanesi ile “Beklemek” adında bir minimalist bir beste yaparken buldum. Çünkü bazen müziğin anlatamadığı şeyleri yazı anlatır. Çoğu zaman tersi olur, biliyoruz ama bazen yazı daha önem kazanır. Kendime Bilen Işıktaş hocamı örnek alırım bu konuda. Hem bir akademisyen hem bir ud virtüözü hem de muhteşem bir müzik araştırmacısı ve yazarı.
'BESTEMİ HER İCRA ETTİĞİMDE FARKLI YORUMLAMAYA ÇALIŞIRIM'
Müzik kariyeriniz boyunca pek çok müzisyenle aynı sahneyi, stüdyoyu paylaştınız. İçlerinden sizin için unutulmaz hale gelen bir olayı bizimle paylaşır mısınız?
Ben çok yakın müzisyen dostlarımla sahne alırım hep. Zaten beş yıldır da eşim Damla ve kardeşim Selahattin ile sahne alıyorum. Müzik icra edeceğim insanlar beni tanıdıkları gibi müziğimi de tanısın isterim. Prova yapmam asla. Müzikte mükemmeliyeti aramam. Bestemi her icra ettiğimde farklı yorumlamaya çalışırım. Müziği icra edecek birisine asla nota vermem. Stüdyo kayıtlarımda bile bunu yaparım. Müziği dinleyip öğrensin isterim.
Bunları şundan ötürü söylüyorum. Aslında her konserimizde unutamayacağımız şeyler yaşıyoruz. Birkaçından bahsedeyim. Bir bestemi çalarken yanlış notaya vurunca oradan devam ediyoruz. Gözlerimiz kapalı bile olsa birlikte çalarken nerede ne yapacağımızı hissediyoruz. Bir konserimizde dinleyicimiz çocuğuyla gelmişti. Çocuk ağlıyordu. La kararında çalıyorduk, tam da solo atıyordum. Sonra çocuğun ağlama sesinin, mi kararında olduğunu duydum. Oradan devam ettim. Çocuk sustu bir süre sonra. Çünkü onun ağlarken çıkardığı sesleri çalmaya çalışıyordum. Bu sene Konya’daki açık hava konserimizde çaldığımız eser boyunca üstümüzde yüzlerce kuş uçtu. Bildiğin dans etti. Bir de en unutulmaz konserim olarak geçen sene Konya’da yaptığımız konserdi. Tam 2 bin kişi konserimize gelmişti. Ve bu gelenlerin yüzde sekseni üniversite öğrencisi ve beni dinleyen insanlardı. Bestelerime eşlik ederken ellerim titriyordu heyecandan.
Besteleriniz içinde pek çok şiir de var. Müziğin şiirle kurduğu diyaloğa dair neler söylemek istersiniz?
Şiiri çok seviyorum. Besteleyeceğim şiirin hakiki olmasına özen gösteririm. Şiir zaten içinde müziği, ahengi ve ritmi barındıran bir şey. Ben sadece hazır olan ahenge kendi tınılarımı ekliyorum. Daha çok Niyazi-i Mısri, Yunus Emre, Edib Harabi, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Şeyh Galib, Yaman Dede ve Mevlâna gibi mutasavvıf şairlerin şiirlerine besteler yapıyorum. Bu şairlerin şiirlerindeki ahenk de hakikat de benim için müthiş bir yerdedir. Bana neden çağdaş şairlerin şiirlerinden çok az besteniz var diye sorulduğunda ben de şunu söylüyorum: Ben ölenlerin değil, hiç ölmeyenlerin şiirlerine besteler yapıyorum.
Bize bir yerli, bir yabancı albüm tavsiye edecek olsanız bunlar hangileri olurdu?
Yabancı albüm olarak albüm kapağını çerçevelettirip duvarıma astığım Stephan Micus’un “Snow” albümünü tavsiye ederim. Yerli albüm olarak da kitapta benim için önemini anlatmaya çalıştığım Metin ve Kemal Kahraman’ın “Ferfecir” albümünü öneririm.
YENİ ALBÜM: SANTUR VE HANG DRUM
Son zamanlarda neler yapıyorsunuz, masanızda bizim için neler var?
Konserlerim yoğun bir şekilde geçiyor. Bu hafta ABU TV festivaline Hindistan’a konsere gidiyorum. Yaz boyunca kardeşim Selahattin Anar ile bir albüm kaydettik. Albümün adı “Santur ve Hang Drum” olacak ve yakın zamanda Kalan Müzik etiketiyle çıkacak. Kitap dosyalarım var. Bir öykü dosyam var bekliyor. Tabii albüm ve plaklar alıp dinlemeye ve yazmaya devam. Şu an doğaçlama üzerine uzun bir yazım var, bir de çok sevdiğim besteci Arvo Part’ın portresini yazıyorum. Onlara çalışıyorum.