YAZARLAR

Sekülerleşme mi yozlaşma mı?

Sekülerleşme, ibadetlerin terk edilmesi ya da ibadetlerdeki samimiyet ve ihlasın kaybı değil. Başka bir şey.

Modernlik toplumumuzda her zaman övülen, takdir edilen bir şey olmuştur, “çok modern bir insan” denir örneğin. Aslında söylenmek istenen o insanın ne kadar medeni ve kısmen de ne kadar kentli olduğudur. Ama aynı şeyi sekülerlik için söyleyemiyoruz. “Aman da ne seküler bir adam” diyemiyoruz mesela. Hâlbuki bu ikisi birbirinin mülazemeti ve aralarında tabiri caizse simbiyotik bir ilişki var. Her ikisi farklı kavramlar olmakla birlikte yekdiğerinden bağımsız var olamayan, varlığını sürdüremeyen yapılar.

Bu anlamda sekülerleşme tartışmalarına bakıldığında dindar kesimin sisteme entegre olması, kapitalist yaşam tarzıyla bütünleşmesi şeklinde ortaya çıkan sosyal olgunun, mevcut gidişatın “doğal” bir sonucu olduğu az çok tahmin edilebiliyor ama bir taraftan da dine ve hatta İslam’a ihanet ediliyor hissiyatıyla yabancılaşma sancıları da yaşanmıyor değil.

Yaşanan şeyin çürüme/yozlaşma mı yoksa sekülerleşme mi olduğundan dindarlar pek emin değil. İslamcılık, yaşanan şeyi, bir çürüme olarak görüyor. Bu, sekülerleşmeyi dinin özüne yabancılaşma olarak algılayan söz konusu kesim bakımından bir açıdan doğru olsa da bu ikisinin tam olarak aynı şey olmadığını, hatta arada ciddi farklar bulunduğu kabul edilmeli. Zira çürümenin tedavisiyle sekülerleşmeye ilişkin alınacak tutum birbirinden oldukça farklı olacaktır.

Mesele aslında göründüğü kadar basit de değil. Bir taraftan sekülerleşme ya da laiklik, dinin özüne yabancılaşması olarak algılanabilir ki bu, dindarlar açısından asla yabana atılacak bir tez değil. Hele hele İslam gibi siyasal ve sosyal hükümler içeren bir dinin zihinlerde mevcut haliyle sekülerliği içselleştirmesi o kadar kolay benimsenecek bir şey değil. Sekülerlik bu anlamda 'dindarken dine mesafeli olmak' gibi bir paradoksu çağrıştırıyor. Ama öte yandan oldukça garip bir şekilde ancak dindar toplumlar sekülerleşebiliyor.

İşin oldukça garip bir başka boyutu daha var: İslam, bazı bilim adamlarına göre semavi dinler içindeki en seküler ve hatta bazılarına göre en materyalist din. İşin ehline verilmesi, akla ve rasyonaliteye verilen önem gibi olgular açısından bazı sosyal bilimciler İslam’ı seküler bir din olarak görüyorlar. İşte işler tam bu noktada karışıyor. İslam seküler bir dinse o zaman Müslüman toplumun sekülerleşmesi nasıl olacak? Sekülerleşmeyi İslam’ın özüne dönüş olarak algılayanlar ve onlar açısından, Müslüman toplumun sekülerleşmesi diye bir şey olamaz, zaten dinin kendisi seküler.

Öte yandan sekülerleşme teorisi ise sekülerleşmeyi endüstrileşme ve modernleşmeyle birlikte bir bütün olarak değerlendirip, bilim ve teknolojinin gelişmesinin yanı sıra yüksek eğitimin yaygınlaşması sonucu ortaya çıkan bir olgu olarak tanımlıyor. Mesele bu şekilde anlaşılsa mesele belirli ölçüde çözülmüş olacak. Zira, henüz muhafazakâr kesimde kabul edilebilir olmasa da kendi ideal ve ilkeleriyle çelişmeden, herhangi bir yozlaşma olmaksızın dindarlar içerisinde de sekülerleşme süreçleri yaşanabilir. Ancak sorun, sekülerleşme ile tam olarak ne kastedildiğinin bu kesimlerce bilinmemesinde yatıyor. Bu yüzden sekülerleşme süreçleri anında çürümeyle eş tutulabiliyor.

Bu açıdan bakıldığında, dindarlar içerisinde onu, modern hayatın gereklerini yerine getirmek olarak anlayan da var, dini vecibeleri terk etmek olarak anlayan da. Din ve devlet ilişkilerinin birbirinden ayrılması olarak algılayan da var, gündelik hayatta çürüme ve yozlaşmanın artması olarak yorumlayan da. Halbuki sekülerleşme, ibadetlerin terk edilmesi ya da ibadetlerdeki samimiyet ve ihlasın kaybı değil. Başka bir şey. Sekülerleşme teorisini ortaya atanlara göre sekülerleşme, özetle gündelik hayatta dinin etkisinin azalması, insanların hayatlarını ilgilendiren konularda dini ya da doğaüstü kriterlere göre değil de rasyonel belirlenimlere göre kararlar almaları olarak tanımlanıyor. Bu anlamda hastalığın şifası için okuyup üfleme ya da doğaüstü güçlerden medet umma yerine doktora gitme eğiliminin artması bir sekülerleşmedir. Buna karşın yine gündelik kararların alınmasında astroloji ve falın yaygınlaşması, tersi bir süreci, yani de-sekülerleşmeyi ifade etmekte. Sekülerleşme kısaca aslında “İsa’nın hakkının İsa’ya Sezar'ın hakkının Sezar’a” vecizesindeki mantığın bir anlamda içselleştirilmesidir, diyebiliriz. Gözlemlenebilir ve bu dünyaya ait olguların bu dünyanın verileri ve kurallarıyla, öte dünyaya ilişkin bir meselenin de dini ve uhrevi ilkelerle belirlenimi.

Bir başka önemli husus ise sekülerleşmenin bir süreç olması itibarıyla, bu sürecin farklı toplumlar için farklı hızda ve keyfiyette gerçekleşmekte olduğudur. Dolayısıyla sekülerleşme sürecine girmiş toplumlara doğrudan seküler toplumlar diyemiyoruz. Ancak söz konusu toplum, gerek güncel hayat gerekse yönetim işleriyle ilgili kararlarını büyük ölçüde dinî kaynaklara ya da doğaüstü güçlere müracaat etmeden alıyorsa o toplum seküler bir toplumdur, denilebilir. Ancak sekülerleşme teorisini savunanların da vurguladığı gibi sekülerleşme, dinsizleşme ya da dinsizlik demek değildir.


İslam Özkan Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.