Selim Erdoğan: Politik meseleler, Norveç’te değil de Türkiye’de yaşıyorsanız her şey demek
Selim Erdoğan'ın son romanı Sabotaj-Anadolu'da Hazin Bir Komplo Öyküsü, İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Erdoğan, "Sabotaj bir mizah romanı. Ciddi şeyleri komik bir şekilde anlatıyor" dedi.
DUVAR - Bilimkurgu/spekülatif kurgunun önemli isimlerinden Selim Erdoğan'ın son romanı 'Sabotaj-Anadolu’da Hazin Bir Komplo Öyküsü' İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Sabotaj-Anadolu’da Hazin Bir Komplo Öyküsü'nde kendisinden alışık olduğumuz kurgunun dışına çıkan Erdoğan, gerçekliği ironi ile buluşturuyor.
Erdoğan'la Sabotaj-Anadolu'da Hazin Bir Komplo Öyküsü'nü ve politik edebiyatı konuştuk.
Sabotaj-Anadolu’da Hazin Bir Komplo Öyküsü, sizden alışık olduğumuz bilimkurgu/spekülatif kurgunun aksine gerçeklik üzerine kurulu. Buradan başlayalım isterim.
Sabotaj’ın öyküsü gerçekten de günümüzde geçiyor. Diğer kitaplarımdan üslup ve ortam olarak farklı olsa da ortak noktaları da var. Mekanları spekülatif de olsa gerçek sorular sorduğumu düşünüyorum. İkibinseksendört’teki gibi yapay bilinç nedir diye sormak bir yönden insan bilinci nedir diye sormaktı belki. Trinidad’ın Dönüşü izolasyonu, çaresizliği, yalnızlığı ve bunların yarattığı illüzyonları Dünya’da değil Alfa Centuri’de aramaktı. Kurbağa Adası’nın öngörüleri beklenenden çok daha hızlı gerçekleşme yolunda maalesef. Tek teselli Kanal İstanbul inşaatının henüz başlamamış olması. Umuyorum ki asla başlamayacak. Gofer Ağacı’nda bilim dünyası ile finans dünyasının savaşı görülebilir. İlk kitabım Denizatı Vadisi yine sınırsız hırs ve sonuçlarıyla ilgiliydi bir bakıma.
'YAŞADIĞINIZ YER TÜRKİYE İSE ÜLKE GERÇEKLERİ SİZE KENDİNİ DAYATIYOR'
Bu kitabınızda Türkiye’nin yakın tarihine odaklanıyorsunuz. Sizi, politik bir mesele anlatmaya yönelten motivasyon nedir?
İzledikleriniz, okuduklarınız, yazdıklarınız sizi hangi aleme götürürse götürsün yaşadığınız ortam özellikle Türkiye gibi bir yerse ülke gerçekleri size kendini dayatıyor. Üzerinize bir bilgi sağanağı iniyor ve bundan kurtuluş yok. Bu enteresan dönemi yurt dışında geçirenler bile ülke gündeminden kopamadıklarından şikayetçi. Eminim ki Norveç’te fiyordlara yakın park gibi bir kasabada yaşasaydım da sabahları ilk işim doğup büyüdüğüm ülkemde neler olduğuna bakmak olurdu. Yaşadığımız ortamsa maalesef eşsiz. Bir yanda hukuk sistemiyle, Merkez Bankası’yla meclisiyle ve ekonomisiyle çöken kurumlar, bir yanda ipe sapa gelmez komplo teorilerinin zihinlerinde cirit attığı milyonlarca insan. Motivasyon, bor madenini, petrolü çıkararak bir Almanya olmanızın önündeki engelleri kaldıracak diğer tüm gelişmeler için Lozan Anlaşmasının yüzüncü yılını bekleyenler, amaçları tek merkezden yönetilen bir Dünya devleti olan bin yıllık örgütlerin varlığına, Ay’a gidilmediğine, her tersliğin altında mason, illüminati, pakraduni yapılanması olduğuna, ıspanakla kanser tedavi edilmesinin önünde ilaç kartelleri olduğuna, isimden ve soyadlardan kripto kimlik tespit edenler ve nihayet Dünya’nın düz olduğuna inananlar arasında delirmemeye, akıl sağlığını korumaya çalışmaktı. Motivasyon, inanarak veya siyasi saikle en akıl dışı olanı halkın üzerine boca eden ve karşılık gören bir siyasi iktidara mizah yoluyla itirazdı. Yani güçlü bir motivasyonum vardı.
Sizce edebiyat, politik meselelerde nasıl bir tavır almalı?
Edebiyat çok geniş bir alan. Ancak politik meseleler eğer Norveç’te değil de Türkiye’de yaşıyorsanız her şey demek. Satın alım gücünüzün saatler içinde düşmesinden İstanbul Sözleşmesi'nin hukuksuz olarak iptaline, Kanal İstanbul projesinden orman alanlarının bir kaç maden şirketi zengin olsun diye talanına izin verilmesine, kontrolsüz göçle yaşanan gerilimlere, cezaevi kapasitesinde gerçek rekorlar kırılmasına, özgürlüklerinden alıkonan düşünce suçlularına, dümdüz edilen basına, dünya medyasında ülkenizin alay konusu olmasına, pasaport itibarınızın ve ekonomik durumunuzun sizi ülkeye hapsetmesine kadar her şey çatlak ve deliğine kadar siyasi. Aşk romanı da yazsanız, polisiye de yazsanız eğer ortam Paris değilse bu ortamda geçecek. Bundan etkilenmeden yazmak mümkün mü? Ortam siyasi bir veri. En apolitik yazar bile bu veri üzerinde hareket ediyor. Aksi yalan söylemek olurdu belki. Bunun dışında yaşadığı ülkenin bu halde olmasını istemeyen herkes de elinden geleni yapmalı. Buna yazarlar da dahil.
'YAŞADIĞIMIZ DÖNEMLE İLGİLİ GERÇEKÇİ TRAJEDİLER İLERİDE YAZILACAK'
Romanda, dikkat çeken meselelerden biri de mizahın tonu… Edebiyatınızda mizah nerede duruyor?
Bu tonda bir mizah daha önce kullanmamıştım. Onların atmosferleri de buna uygun değildi zaten. Bazıları gayet karanlıktır hatta. Yaşadığımız dönemle ilgili gerçekçi trajediler ileride yazılacak bence. Birileri bunu yazacak. Bitecekse bitmesi ve üzerinden biraz zaman geçmesi gerekiyor. İçinde yaşarken ancak mizahı yapılabilir. Mizah çok güçlü bir silah aslında. Gerçekle absürt olan arasındaki marj daraldıkça yapması güçleşiyor ama. Bazı haberlerin Zaytung haberi sanılmasının nedeni bu. Sevgili yazar dostum Tevfik Uyar "Zaytung haberi ile gerçek haberi birbirinden ayırt edebilen yapay zeka insanlığı ele geçirebilecek kuvvete erişmiştir" diye yazmıştı bir mecrada. Türkiye için durum hakikaten bu hale geldi. Siyasi mizahın çıtası absürt olanın absürdünü üretmek gibi zor bir seviyeye yükseldi. Umarım başarmışımdır.
'YABANCILAŞMA YİRMİNCİ YÜZYIL EDEBİYATINA DAMGA VURMUŞ BİR KAVRAM'
Türkiye’nin yakın tarihine dair alegorilerin bolca olduğu romanda yabancılaşma kavramı öne çıkıyor. Bu kavramı nasıl yorumlarsınız?
Yabancılaşma özellikle yirminci yüzyıl edebiyatına damgasını vurmuş bir kavram. Tarih boyunca çeşitli anlamlarda kullanıldı. Sabotaj’da iki tür yabancılaşmadan söz edilebilir belki. Biri bireylerin gerçekliğe yabancılaşması. Bu tartışmalı bir kavram biliyorum. Gerçeklik nedir, ölçüsü nedir, objektif gerçeklik var mıdır falan gibi. Ben aşırı subjektivizmi sevmiyorum. Dünya yuvarlaktır ve objektif bir gerçektir. Enflasyonun nedeni faiz değildir ve bu objektif bir gerçektir. Bazen toplumlar toplum olarak sanrılara kapılır. Bu sanrıyı bazen iktidar elindeki bütün araçları kullanarak, bazen toplum kendi kendine yaratır. Bu da bir tür yabancılaşmadır ve toplumumuz bu yabancılaşmayı uzunca bir süredir gayet derinden tecrübe ediyor gibi geliyor bana.
Sabotaj’da yabancılaşan tek birey Gürler gibi görünüyor. Gürler ortalama bir fizikçiden başka bir şey değil. Sadece ortalama bir fizikçi olduğu için gerçeğe sadık kalmaya çalışıyor. Ona verilen görevi gerçekten yerine getirmeye çalışıyor. Çok kaygan bir zeminde sorgulamalarla ilerlemeye çalışıyor. Çevresindeki insanlarla, kurumlarla arasındaki yabancılaşma o zaman daha belirgin hale geliyor belki. Bir kitlenin yaşadığı sanrıyla gerçeğe yabancılaşması Gürler’in kitleyle yabancılaşması gibi yansıyor olabilir.
Önümüzdeki günlerde okurlarınızı bekleyen çalışmalarınız nelerdir?
Sabotaj bir mizah romanı. Ciddi şeyleri komik bir şekilde anlatıyor. Bu kadar eğlence yeter deyip karanlık bir seri katil öyküsü kaleme alıyorum bu aralar.