Selim Sırrı Tarcan: Bedeni ve zihni terbiye etmek
Selim Sırrı, Cumhuriyet devrinde de halk terbiyesi seferberliğinin önemli bir figürü oldu. Tüm Avrupa’da sağ ve öjenist ideolojilerin yükseldiği 30’larda beden terbiyesinin, sağlıklı, güçlü, doğurgan ve hatta güzel bir neslin yetişmesi için sarf edilen çabaların önde gelen ismiydi.
Eğitim hayatımız boyunca “beden” diye bahsettiğimiz Beden Eğitimi ve Spor derslerinin, “kültür-fizik hareketleri” adıyla yaptırılan İsveç jimnastiğinin, Türkiye’nin olimpiyat macerasının öncüsü ve bugün Atatürk’le birlikte anılan, modernize edilmiş Sarı Zeybek raksının mucidi, adının spor salonlarına, okullara verildiği Selim Sırrı (Tarcan), 1874’te doğar. Akranlarından farklı olarak babasından edebi bir terbiye alarak büyümüş annesi Zeynep Hanım, subay olan kocasının Karadağ’da görevliyken aniden ölmesi üzerine, üst rütbeli bir asker eşinin itibarlı ve görece müreffeh yaşantısından iki çocuklu bir dulun yalnızlık ve yoksullukla mücadelesine yol alır. Yetmezmiş gibi, kısa süre sonra kızını da ölümcül bir hastalığa kurban verir. Zeynep Hanım, oğlu Selim ile baş başa kalmıştır. Bu ele avuca sığmaz fakat tek dayanağı, gözünün bebeği olan oğlanın ıslahı, eğitimi, sağlığı için epey uzun süre canını dişine takarak ve bir başına mücadele etmesi gerekecektir.
Islah sözü boşuna değil. Selim yetim olması hasebiyle ve annesinin mücadelesiyle Mekteb-i Sultani’ye kaydolur. Bu mektepte disiplinsizliği sebebiyle çok uzun kalamasa da kendisine bundan sonraki hayatında rol model seçeceği jimnastik muallimi Fuat Bey’le tanışır. Sonradan alacağı Üstünidman soyadının hakkını verecek bir beden terbiyesi disiplinine ve fiziksel güce sahip Fuat Bey, Selim’in de aralarında olduğu yeni öğrencileriyle ilk karşılaştığında, “Burası jimnastikhanedir! Şu iplere, sırıklara tırmanacaksınız! Koşacak, sıçrayacaksınız. Uğraşa uğraşa benim gibi kuvvetli olacaksınız” der. Ardından pazularını yoklamaları çağrısında bulunur hayretle bakan öğrencilerine. İçlerinden bir tek Selim’in bu çağrıya uyduğuna şaşmayacaksınızdır sanırım.
Kendisi başlı başına bir biyografiyi hak eden Fuat Üstünidman, Mina Urgan’ın da uzaktan akrabasıdır. Urgan anılarında Fuat Bey’in bir topluluğa girdiğinde fırsatını bulursa pazularını gösterdiğini, fiziksel gücü ve dayanıklılığını ispat için de pazularına iğne batırılmasını talep ettiğini aktarır. İğnelere ‘bana mısın’ dememektedir. Fuat Bey’in erkek kardeşi de ilginç bir karakterdir. Genç yaşında Katolik mezhebini seçip hayatının geri kalanını inzivada geçirmiştir.
Neyse, biz dönelim Selim’e. Haşarılığı ve derslere ilgisizliği sebebiyle Mekteb-i Sultani’den ayrılmak zorunda kalınca Topçu Harbiyesi olarak anılan Mühendishane-i Berri Hümayun’a kaydolur. Bu mektepte hem ülkenin, hem de kendisinin kaderini belirleyecek muhalif hareketle tanışacaktır: Jön Türkler. Mezun olduktan sonra bir süre İzmir’de jimnastik dersleri verir. Fakat artık anlayacağınız gibi bu ona yetmez. Dönemin önemli yayını Hizmet’e spor yazıları yazmaya başlar. Selim’in bu dönemi kendisinin övünerek anlattığı, ancak hocası Fuat Bey’inkine benzer bedensel güç ve dayanıklılık gösterileri, hatta muhatabında yarattığı etkiye göre zorbalık olarak nitelenebilecek eylemlerle geçer: “Kurtuluş’ta Rum pehlivanları ile güreşiyor, Tepebaşı’ndaki Üniyon Fransez’de İtalyanlarla eskrimde boy ölçüşüyor, Fenerbahçe deniz hamamında yüzme yarışına giriyor, Büyükada’da Celal Esat’ın evinde insanları gülle gibi havaya kaldırıyor, Şakirpaşazade Asım’a boks dersi veriyordum.”
Selim İstanbul’a döndüğünde hayatının önemli üçüncü figürüyle tanışır: Tophane Müşiri Zeki Paşa. Selim babasını erken kaybetmiştir ama baba figürünün yerine koyabileceği pek çok insan onun kişiliğinin oluşmasına etki eder. Paşa, Selim’deki istidadı ve cesareti fark etmiştir. Oğluna jimnastik dersi verdirerek onunla yakınlığını ilerletir. Selim bu yakınlık sayesinde Mühendishane İdadisi ve Hendese-i Mülkiye’de jimnastik dersleri verir. Çok geçmeden de Jön Türk çevresinin etkisiyle İttihat ve Terakki üyesi olur.
2. Meşrutiyet ilan edildiğinde Selim’in ateşli ve gözükara naturası iyice belirginleşir. Hem ikbal, hem de hasım kazandıracaktır ona bu özellikleri. Halka açık yerlerde nutuklar atarak İttihat ve Terakki propagandası yaparken mücadele arkadaşı Rıza Tevfik’tir. Bir müddet hükümetsiz kalan devletin başkentinde asayişin sağlanmasına destek olur. Bu dönemde hamisi Zeki Paşa’yı İttihat ve Terakki adına tevkif edecek, Paşa’dan “iyiliklerimin karşılığı bu mu?” sitemini duyacaktır. Siyaset her zaman kirli bir oyundur. Fiziksel gücün siyaset yaparken caydırıcı güce dönüştürülmeye çalışıldığını günümüzde Meclis’te yaşananlardan ve dünyadaki örneklerinden biliyoruz. Selim de, kafası iyi çalışan biri olmasına rağmen, İttihat ve Terakki ileri gelenleri nezdinde böyle bir karakterdir anlattıklarından anlaşıldığı kadarıyla. Selim, popüler bir figür olarak sivrilince tasfiye edilir.
PAZUYLA GİDİP KAFAYLA DÖNMEK
Pes etmek nedir bilmeyen fakat mücadeleyi iyi bilen Selim, bu kez kendine yeni bir yol seçer: Yüksek beden terbiyesi tahsili için İsveç’e gönderilmesini sağlar. Selim’in yıllar içinde Selim Sırrı Tarcan olarak isim yapmasına giden yol, kendisinin “siyantifik” (scientific) dediği bu dönemi yaşayacağı İsveç jimnastiği eğitimi yıllarıdır. “İsveç’e pazularımla gittim, kafamla döndüm” der. Kendisi yine bizi şaşırtmaz ve atak kişiliği, cazibesi sayesinde Karl Gustav’la tanışıp, onun tarafından bir devlet nişanıyla onurlandırılır. İsveç’teki eğitimi döneminde “jimnastiğin insan hislerini terbiye vasıtası olduğunu” öğrenecektir.
Döndüğünde Osmanlı ordusu için “çelik gibi kuvvetli subaylar yetiştirme” hayali kurarken, subay kimliğiyle siyaset yaptığı gerekçesiyle pasif bir göreve atanır. Bunu kendisine yediremeyeceği bellidir. İstifa eder. Yine eğitmenliğe başlar. Eğitmenliğinin bu döneminde “sarıklı hocalar” ile kız öğrencilere jimnastik yaptırmasıyla övünür. Çok geçmeden Maarif Nazırı’nın teklifiyle beden terbiyesi müfettişi olacaktır. 1916’da ilk gençlik ve spor bayramını düzenlediğini söyler. Sonradan Cumhuriyet modernleşmesinin önemli sembollerinden olacak, Atatürk’ün “yağız ve gürbüz evlatlar isterim” sözüyle tariflediği genç, güçlü, sağlıklı ve kılık kıyafetiyle modern görünümlü genç, sportmen nüfusun yetişmesinde de önemli görevler alacaktır Selim Sırrı. Ayrıca başta bahsettiğim gibi Tarcan Zeybeği denilen, modernize edilmiş, kadın-erkek birlikte oynanan bir tür zeybek oyununun kareografisini yapacaktır. 1925’te eserini İzmir’de, bir kız öğrencisinin eşliğiyle Atatürk’e sunacaktır. Atatürk gösteri bitince bu eseri çevresindekilere milli raks olarak ilan edecektir. Atatürk’le birlikte anılan Sarı Zeybek raksı, yıllar boyunca Selim Sırrı’nın kızı Selma tarafından da yaygınlaştırılacaktır. Selma, kareograf olarak bir kariyer yapacak, kardeşi Azade ile birlikte zaman zaman kareografilerini sergileyecektir. İki kardeşin hayatı da merak uyandırıyor. Onlar da birer biyografiyi hak ediyorlar.
Beden terbiyesinin ideolojik, doktrine edici yönünü Selim Sırrı’nın icraatlarından izlemek mümkündür. Bunlardan en dikkat çekici olanı, İstanbul’da Aşiret Mektepleri adı verilen kurumlarda yaptığı çalışmalardır. Bu mektepler, Selim Sırrı’nın ifadesiyle “2. Abdülhamid devrinin karakteristik müesseselerinden biri idi. Tahsil yurdundan ziyade ıslahhane idi. Ekseriya isyan halinde bulunan derebeylik hayatının çerçevesi içinde yaşayan Arap, Kürt, Dürzi aşiret beylerinin çocukları güya burada terbiye görecek ve medenileşeceklerdi. 18 ile 25 yaşları arasında bulunan bu delikanlılara teğmen rütbesi verilmiş ve göz boyamak için de ‘yaveran-ı hazret-i şehriyari’ sınıfına dahil edilmişlerdi.” Okul sadece enforme edici, meslek edindirici bir kurum değildir, savının bir kanıtıdır bu kurumlar. Islah etme fiilinin aşağılayıcılığı, tahakküm altına alma işlevi yanında, seçilen etnik topluluklar ve bu toplulukları temsil eden gençlerin rütbelerle kandırılmaları da dehşete düşürücü bir uygulamadır. Selim Sırrı’nın şecaatin arz ederken sırkatin söylemesine ne demeli peki?
Selim Sırrı, Cumhuriyet devrinde de halk terbiyesi seferberliğinin önemli bir figürü oldu. Tüm Avrupa’da sağ ve öjenist ideolojilerin yükseldiği 30’larda beden terbiyesinin, sağlıklı, güçlü, doğurgan ve hatta güzel bir neslin yetişmesi için sarf edilen çabaların önde gelen ismiydi. Falih Rıfkı, Roman adlı kitabında, Cumhuriyet’in modernleşme seferberliğinin kıblesini işaret eder ve Selim Sırrı’yı övgüyle anar: “Tenasüp davasını sokakta kazanalım. Ecişbücüş bir sürü kadın erkek; bohça gibi karınlar, yağdanlık gibi gerdanlar, paytak bacaklar, soluk yüzler… Bir de Paris sokağını, Berlin bulvarını, Stokholm caddesini göz önüne getiriniz. Selim Sırrı, yirmi senedir cüce uzatmağa, kambur yassılamağa çalışıyor.”
Funda Şenol Kimdir?
Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.
Batının vaatkar bedeni: Baraj Gazinosu’nun Avrupalı artistleri 04 Ekim 2024
Dişil enerji dedikleri ne ola ki? 20 Eylül 2024
Annemin karnıyarık tenceresi 30 Ağustos 2024
Olimpiyat Oyunları spordan başka her şey mi? 16 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI