Sen hayatımın aşkı değilsin
Teknoloji ne zaman bir aşk hikâyesi olur? Diğer her şeydeki gibi, işler doğal geliştiğinde, hayat doğal aktığında… Bunun için de az insan bol zaman ve epey tutku gerekir. Steve Wozniak’ın, kurucusu olduğu Apple’ı terk etmesinin nedeni, giderek büyüyen şirketin, onun aradığı her şeyin zıddını getirmesiydi: Çok insan, az zaman ve bu yüzden de giderek azalan tutku… O da bıraktı. Onsuz devam eden hikâye ise, bugünün hikâyesi… İşin tuhafı, hepimizin hikâyesi.
1.
Apple’ın kurucusu Steve Jobs’u herkes tanır.
Apple’ın diğer kurucusu Steve Wozniak’ı ise tanıması gereken herkes tanır.
İkisi de ilham verici hayatlar sürdü; ikisi de yaptıklarıyla dünyayı değiştirdi. İkisi de seksenlerin başından beri yaşadığımız kişisel bilgisayar devriminin mucitlerindendir. Hatta Apple’ın ilk ürünleri esasen Wozniak’ın eseridir ama dünya 2011’de hayatını kaybeden Steve Jobs’u daha çok tanıyor.
Çünkü Steve Wozniak, ya da epey kullanılan lakabıyla ‘Woz’, Apple’ın daha ilk yıllarında, kurucusu olduğu şirketten ayrıldı. Apple’ın ilk iki bilgisayarını tasarladıktan ve kişisel bilgisayarları bir imkân olarak dünyanın gündemine yerleştirdikten hemen sonra…
Neden?
iWoz isimli kitabında kendisi anlatıyor: “Apple büyük bir şirketti ve hayatımın aşkı değildi; hâlâ da değil. Benim hayatımın aşkı, küçük bir arkadaş grubuyla küçük şirketler kurmak. Yeni bir fikir bulmak ve o fikirleri inşa etmek.”
Apple da böyle kurulmuştu. Wozniak, bedava uluslararası telefon görüşmesi imkânı sağlayan ‘blue box’ları icat etmiş, Jobs onları tanesi 150 dolardan pazarlamış, oradan gelen parayla da Apple’ın harcı karılmıştı. Sonrası tarih…
Ama Wozniak Apple’dan ayrıldığında, şirket “sonrası tarih” diyebileceğimiz noktanın henüz çok uzağındaydı. Yine de Wozniak’a göre, Apple çok fazla büyümüştü.
Apple’dan ayrıldı ve bir dolu işe girişti. Mesela tüm televizyonları çalıştıran bir uzaktan kumanda icat etti. GPS üzerinde çalıştı, tamir hakkına destek attı, popüler kültür ve teknoloji fuarı Silicon Valley Comic Con’u kurdu.
Ve yıllarca ilkokul öğretmenliği yaptı.
Hayatının aşkı belki de buydu. Çocuğu Sara’nın gittiği okulda, dersler bittikten sonra, on yaşındaki öğrencilere bilgisayar öğretiyordu.
Sıradışı bir insan olduğu gibi sıradışı da bir öğretmendi Wozniak. Çocuklara daha internetin ilk günlerinde interneti öğretti, web sayfası tasarlattı, kod yazdırdı ama hepsinden çok, dışarıda bir dünya olduğunu ve ister kodla ister kodsuz orada bir şeyler inşa etmenin mümkün olduğunu gösterdi.
Yıllar sonra “Ne öğrettiğim benim için, insanları yaptıkları her neyse onları olabildiğince eğlenceli yapmaya motive etmek kadar önemli değildi” diyecekti.
“Bu özgürlüğe sahiptim çünkü sınıfı ben finanse ediyordum ve bir müdürün gözetimi altında değildim. Niyetim çocukları bilgisayar şirketlerinde çalışacak bilgisayar uzmanları olmaları için eğitmek değildi. Hayatta herkesin bilgisayar uzmanı olmasına ihtiyacımız yok.”
1995’te 'Woz'dan ders almış çocuklardan birinden, Madeline Moitozo’dan dinleyelim şimdi de:
“Geçmişe dönüp bakınca, ‘Woz’un bir tür teknoloji ilahı olmasının bizi etkilemediğini anlıyorum. Tıpkı 10 yaşındayken birçok şeyin bizi etkilemediği gibi. Sanırım biz onu Sara’nın bilgisayar yapan cool ve süper akıllı babası olarak görüyorduk. Bir başka arkadaşımızın itfaiyeci babasını da çok cool buluyorduk; sınıftaki evcil tavşanımızın ne verirsek yiyebilmesini de. Çocuktuk daha. Ama her ne olursa olsun o, kim olduğumuzu anlamamız, tutkularımızı keşfetmemiz ve ister okul müfredatından ister McDonalds yememize izin vermeyen anne babalardan gelsin, dayatılmış kuralcılığa karşı koymamız için bize özgürlük verdi.”
‘Woz’ bu çocuklara öğretmenlik yapmak yerine Apple’ın bir sonraki icadı için kafa patlatıyor da olabilirdi. Dünyayı dört dönüyor, pazarlıklara girişiyor, büyüme raporlarına bakıyor ve yönetim kurullarına başkanlık ediyor da olabilirdi.
Bunların hiçbiri kötü şeyler değil elbette. Ama bunlar birer tercih.
Wozniak bunları yapmadı. Onun yerine, bir yıl boyunca ders verdiği çocuklara, yıl sonunda bir bilgisayar hediye edip, içlerine “hadi git bir şeyler yap” diyen kağıtlar koymayı tercih etti.
Bu da bir hayat.
Kazanmaya ya da ne olursa olsun devam etmeye programlanmamış bir hayat. Olayların akışında sürüklenmemiş bir hayat.
Bu bir tercih.
Şimdi başka bir hikâyeye geçelim. Bugünün hikâyesine… Silikon Vadisi’nin bugününün hikâyesine. Ya da başka bir tercihe…
Bugün birçok insan “bir devrin sonu mu geliyor” diye soruyor. Wozniak, Jobs ve Bill Gates gibilerle başlayan bir masalın sonu mu geliyor? Belki erken bir soru ama meşruiyeti var. Çünkü sadece birkaç ay içinde Google, Amazon, Meta gibi şirketler trilyonlarca dolar değer kaybetti ve Silikon Vadisi’nin en gözde firmaları on binlerce çalışanını kapı önüne koydu. İşten çıkarma furyasının devam etmesi de bekleniyor.
Bu, piyasanın içindeki birçok kişinin yıllarca “bir gün gelecek” dediği şeydi. O gün geldi.
Teknoloji devlerinin uzun büyüme koşusu bitti. Artık büyümüyorlar.
Neden? İşten çıkarma furyasına kapılan şirketlerden Stripe’ın CEO’su elemanlarına yazdığı özür mailinde her şeyi net bir şekilde açıklamış zaten: “İnatçı enflasyon, enerji şoku, yükselen faizler, düşen yatırım bütçeleri ve başlangıç fonlarının kıtlığı…”
Bir tür peri masalıydı… Görünen o ki bu masalın tüm görkemiyle devam etmesi için en azından şimdilik gereken ortam kalmadı.
İlk işaretler bu yaz geldi. Bu büyük firmalar, işe alımları büyük ölçüde durdurdu ya da yavaşlattı ki yıllardır yapılmayan bir şeydi. Kârlılıklar azalmaya, gelecek projeksiyonları bulanmaya başladı. Derken Amazon’un, Facebook’un hisseleri düşmeye başladı. Microsoft ve Google da gelir büyümesinde yavaşlama açıkladı. Derken Twitter meselesi geldi. İşin ilginç tarafı Twitter’ın eti budu bütün bu saydığım isimlerin yanında devede kulak kalıyor. Neticede Apple dünyanın en büyük firması, Microsoft ve Google da üç ve dördüncü sırada ama minicik Twitter, Elon Musk eliyle çalışanların yarısı tasfiye edildiğinde bir anlamda madendeki kanarya gibi bütün dünyayı sektördeki krizden haberdar etti. Elon Musk işin adını da koydu. “Yaklaşan ekonomik gerileme” dedi.
Sonra Meta girdi işin içine. Zuckerberg de Musk’ın ifadesini kullandı. “Ekonomik gerileme” dedi ve şirketin yüzde 13’ünü budayacağını açıkladı. 11 bin kişi…
Devamı çorap söküğü gibi geldi.
Sadece son bir hafta içinde Silikon Vadisi’nin büyük firmaları 20 bin kişiyi işten çıkardı.
Online ödeme platformu Stripe
Yazılım servisi firması Salesforce
Ulaştırma firması Lyft
Emlak firması Zillow
Nihayet Amazon… Onlar da 10 bin kişiyi çıkaracak.
Çünkü büyüyemiyorlar.
3.
Kapitalist mantığın en büyük sıkıntılarından biri bu büyüme.
Amazon’u düşünün. Daha ne kadar büyüyebilir? Ne pahasına büyüyebilir?
Büyüyemedikçe kendi hikâyelerini de kirletiyorlar. Medyanın en sevdiği hikâyeleri yani…
Dünyada her şey kötüye giderken, afetten krizden savaştan başka neredeyse haber bulunmazken, medya Silikon Vadisi haberlerini her zaman bir tutam iyimserlikle verirdi.
Herkese bulaşan bir iyimserlik… Kendini bir parçası olarak hissetsen de hissetmesen de birileri için iyiye giden bir şeyler vardır. İlerleyen bir şey vardır. Bir rüya vardır. Gelişip büyüdüğüne tanık oluyorsundur. “Bizim dönemimizde oluyor” diyorsundur.
İnternet gelmişti, hayatları değiştirmişti, şimdi başka bir zaman başlıyordu. Hepimizi saran his buydu.
Ama o hissin berisinde “yok artık” dedirten bir başka his daha bulunuyordu.
Şöyle bir düşünelim: Mümkün olduğunu hiç düşünmediğimiz, aklımızın ucundan bile geçmeyen hayatlar vardı. İmkânlar vardı. Birisi bir fikirle ortaya çıkıyor, fikri biraz işliyor. Hoop… Ertesi sene o fikrin milyonlarca hatta milyarlarca dolar ettiğini görüyoruz. Bu normal mi?
Yatırımcılar doğru dürüst bir planı olmayan çiçeği burnunda çok şirkete paralar döküyordu. “Ya tutarsa” diye… Daha fenası: “Ya onu rakip satın alırsa”...
Hayat, ekonomi, trendler, rüzgâr… Ne dersek diyelim, bunlar herkesin bir anda üstünden geçiveriyor. Ağzımızda acı bir tat kalıyor.
Yıllardır medyada çalışıyorum. Medyanın teknoloji haberlerini, hele Big Tech’in yani dev teknoloji şirketlerinin gelişim, değişim ve inovasyon haberlerini çok sevdiğini, sevmek ne kelime üstüne titrediğini biliyorum.
Ama son zamanlarda medyaya bakın. Galeriler ‘big tech’in yeni çuvallamasına dair haberlerden geçilmiyor. Ama sadece içerik değil ton da değişti. Bu haberler hep kınayan bir üslupla veriliyor. Güvendiğin bir dosttan kazık yemişsin gibi veriliyor.
En azından bu anlamda, bir dönemin sonuna geldik.
Şimdi “Zuckerberg de Musk da dostumuz değildir” günleri başlıyor.
4.
David Fincher, ‘Sosyal Ağ’ isimli filmini 2010’da çekti. Onu seyrederken “çok erken değil mi” diye düşünmüştüm.
Daha ne oldu ki? Bir avuç insan fikirler arıyor, fikirler buluyor, rekabet ediyor, ego yarıştırıyor. Ama daha ne oldu ki?
Yaşarken yazılan tarih gibi, Fincher da yaşarken çekmiş tarihi meğer. Yeni dönemin ikonlarını çekmiş. Yeni dünyayı çekmiş. Henüz kurulurken…
Bir önceki dönemin ikonik isimleri bilgisayarcıydı. Yani Bill Gates, Steve Jobs, Steve Wozniak… Bu kişiler de bir tür peri masalının kahramanlarıydı ama çok fazla çalışan, yıllarca mesai yapan insanlardı. Dahilerdi, bunun üstüne çalışkanlardı ve dedim ya bu çalışkanlıklarını da yıllara yaymışlardı.
Daha önemlisi, onların fikirleri bu denli hızlı dolaşmıyordu. Büyümüyordu. Zamana ihtiyaç duyuyorlardı. Onların zamanı hıza müsait değildi.
‘Sosyal Ağ’ çağında işler değişti. Fikirler hem havada uçuşmaya başladı hem de müthiş fiyatlandı. Dünkü firmaya milyonlar biçildi. Böyle bir değer değişimi dünyada hiç olmamıştı. Sıfırdan yüze bu kadar hızlı çıkan bir araç üretilmemişti.
Birdenbire bu kadar büyüyen bir yapı kurulmamıştı.
Ama birdenbire bu kadar küçülen yapılar da yoktu. Büyüyemedi diye değerinden trilyon dolar kaybeden de yoktu.
Sosyal ağlar bize bu yapıları getirdi.
5.
Bunların hepsi tercih.
Ağı kurmak, ağa girmek, ağa dolanmak…
Büyümek, bırakıp gitmek…
Bugünlerde Wozniak’ın o sözleri daha çok etkili geliyor bana: “Apple büyük bir şirketti ve hayatımın aşkı değildi; hâlâ da değil. Benim hayatımın aşkı, küçük bir arkadaş grubuyla küçük şirketler kurmak. Yeni bir fikir bulmak ve o fikirleri inşa etmek.”
Yanlış mı?
Bir Apple bilgisayarını ancak bir defa icat edersiniz. Ondan sonra yapacak en güzel şey, çocuklarla vakit geçirmek. Hele büyümek istemiyorsanız…
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI