Şengal Katliamı: 10. yılında unutulmayan bir trajedinin izleri

Şengal Katliamı insanlık onuru adına ağır bir sınavdır. Bu kadim topraklar, acı dolu hikâyeleriyle bizlere "bir daha asla" diyor tarihsel trajedilerin yaşanmaması için sessiz bir haykırışla uyarıyor.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

KARANLIK BİR GÜNÜN ARDINDA

3 Ağustos 2014, tarihin en trajik ve insanlık dışı sayfalarından biri olarak insanlığın hafızasına kazındı. Şengal, binlerce yıllık bir medeniyetin, inancın ve kültürün beşiği olan bu topraklar, Êzidî topluluğunun mukaddes yurdu, o gün acımasız bir katliam ve tarihin karanlık sayfalarından süzülen fermanların 73’üncüsü ile yeniden sarsıldı. Şengal Katliamı, oluşum, gelişim ve arka plan itibariyle, sadece fiziksel bir yok etme çabası değil, aynı zamanda Êzidîlerin binlerce yıllık inanç ve kültürlerinin de kökünden sökülmesi girişimiydi.

Büyük düşünür Paul Ricoeur’ün de belirttiği gibi, “Hafıza, kimliğin taşıyıcısıdır” ve Şengal’de yaşananlar, bu kimliğe ve bu kimliği oluşturan kolektif belleğe yönelik bir saldırıydı. 3 Ağustos’taki saldırının sonucunda beş binden fazla Êzidî, insanlık dışı yöntemlerle katledildi, on binlerce kişi esir alındı. Bugün bile, binlerce kişinin akıbeti hâlâ belirsizliğini koruyor. Şengal, Êzidîler için hızlandırılmış bir tarih kesiti, modern zamanların en trajik soykırımlarından biri olarak hafızalarımızda yer ediyor.

SAYILARA SIĞMAYAN ACILAR

Şengal Katliamının üzerinden 10 yıl geçti. Katliamın bilançosu, insanlığın utancını ve bugün bile yüzleşilmeyen karanlık sicilini gözler önüne seriyor. O karanlık günün ardından beş binden fazla Êzidî, IŞİD militanlarının saldırılarında hunharca katledildi. Yaklaşık yedi bin kadın ve çocuk ise esir alındı, köle pazarlarında satıldı ve cinsel istismara uğradı. Êzidîlerin tarih boyunca maruz kaldıkları kolektif cezalandırma, adeta o gün yeniden hızlandırılarak icra edildi.

Şengal’de adeta “canlı yayında”, bir katliam, gerçekleştirildi. IŞİD’in gözüne kestirdiği, kendini savunma mekanizmaları olmayan, silahlı kardeşlerinin de acziyet göstererek kaçıp cihatçı çetelerin önüne bıraktığı Êzidî topluluğuna yönelik bu insanlık dışı saldırının günahkârları çoktur. Katliamdan sonra birçok rapor yayınlandı, katliamın acı tablosu ortaya konulmaya çalışıldı ama sayılara sığmayan acılar, istatistikleri aşan trajedi bugün, katliamın 10. yılında da farklı biçimlerde devam ediyor. 

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (UNHRC) ve Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) gibi kuruluşlar, Şengal Katliamı ile ilgili raporlarında bu acı tabloyu detaylandırdılar. BM tarafından 2016 yılında yayınlanan bir raporda, Şengal'de yaşananların "soykırım-jenosit" olarak nitelendirilmesi gerektiği vurgulandı. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) ve UNHCR, binlerce Êzidî'nin hala kayıp olduğunu ve kurtarılanların büyük bir kısmının ağır travmalarla yaşadığını belirtiyor.

Travmalar bugün de devam ediyor. Bu trajedinin müsebbibi olanlar çok tanıdıktı. Komşuydu, köylüydü, ahbaptı… Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” şeklinde ifade ettiği kötülük ve sıradanlık, bu katliamda bir kez daha kendini gösterdi; zira bu barbarlık, 73’üncü kez tekerrür eden bu ferman, sıradan insanların katılımıyla gerçekleşti.

Şengal Katliamı, dünya kamuoyunun ve uluslararası insan hakları örgütlerinin gündeminde geniş yer buldu. UNHCR’in, Şengal Katliamının bir soykırım olarak tanınması gerektiğini ifade etmesinden sonra Avrupa Parlamentosu, Birleşik Devletler Kongresi, Kanada Parlamentosu ve diğer bazı ülke parlamentoları, Şengal'de yaşananları soykırım olarak tanıdı ve bu doğrultuda kararlar aldı. Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) de, bu katliamın faillerinin yargılanması için çeşitli adımlar attı. Ancak, birçok ülke ve uluslararası kurum bu katliama karşı duyarsız kaldı ve yeterli adımlar atılmadı. Bu durum, bugün de adaletin sağlanması yolunda önemli bir engeldir. Tarihin kara sayfalarına yazılan bu katliamın failleri ve onları himaye edenler, siyasi öncelikler, uluslararası işbirlikleri ve bölgesel kirli hesaplar yüzünden yargılanmadı ve adaletin tesisi için somut adımlar atılmadı. 

TÜRKİYE HARİCİYESİ: DİPLOMATİK SESSİZLİK VE STRATEJİK ORTAKLIK

Türkiye hariciyesi ve Erdoğan yönetiminin Şengal Katliamı konusundaki tutumu, birçok açıdan eleştirilere açık bir konudur. 2011 yılından itibaren Orta Doğu ve bölgede gelişen karışıklıklar ve isyanlardan faydalanmaya çalışan dönemin dış politika stratejisi, bir katliam ve soykırım dinamiğinin zeminini yarattı. Dönemin hâkim hariciye kafası, fundamentalist ve cihatçı gruplarla olan ilişkisi nedeniyle, Êzidîlerin katledilmesine yönelik herhangi bir güçlü kınama veya katliamın engellenmesi konusunda herhangi bir müdahalede bulunmadı. Parlamentoda bu insanlık suçunun bir “soykırım” olarak kabul edilmesiyle ilgili çağrılar yanıtsız, girişimler sonuçsuz bırakıldı. 

Cihatçılarla kurulan ve hiç inkâr bile edilmeyen hamilik ve partnerlik ilişkileri, bölgeye yönelik yayılmacı projeksiyonların ve nasıl bir gelecek tahayyül edildiğinin bir yansımasıydı elbette. Türkiye’nin, özellikle sınır bölgesinde faaliyet gösteren cihatçı gruplara sağladığı lojistik ve askeri destek, Şengal Katliamı gibi trajedilerin yaşanmasında dolaylı bir etkiye sahip oldu. Erdoğan yönetimi, bugüne kadar katliamı bir soykırım olarak kabul etmedi ve bu tutumu cihatçı gruplarla olan pragmatik ilişkilerinin bir parçası olarak sürdürdü. Dahası, katliamdan sonra bile Şengal’e yönelik gerçekleştirilen saldırılar, hava harekâtları ve bölgenin insansızlaştırılmasına yönelik saldırılar, bu stratejik konseptin bir parçası ve devamıydı. IŞİD’in yarım bıraktığı katliamı tamamlamaya yönelik bu politika, Türkiye’nin uluslararası insan hakları standartları konusundaki sicilini ortaya koydu.

NEDEN ŞENGAL, NEDEN ÊZİDÎLER: KATLİAMIN DİNAMİKLERİ

Şengal’de katliama sebep olan koşullar her şeyden önce tarihsel bir konseptin parçası olarak gelişim gösterdi. Şengal Katliamının arkasında yatan jeopolitik ve bölgesel dinamikler, teolojik ve sosyolojik zemin sadece bugünün değil koskoca bir tarih ve deneyimin konusu. IŞİD’in yükselişi, Suriye iç savaşı, Irak’ta devam eden mezhepsel çatışmalar, bölgedeki güç boşlukları ve uluslararası müdahalelerin yetersizliği, bu trajedinin yaşanmasında etkili oldu. IŞİD, radikal İslamcı ideolojisini yayma ve bölgedeki otorite boşluğundan faydalanma amacıyla Êzidîleri hedef aldı. Aynı zamanda, Kürdistan Bölgesel Yönetiminin ve Irak güçlerinin Şengal’i savunmadaki yetersizlikleri, trajedinin boyutlarını artırdı. Bu katliam, Orta Doğu’da uluslararası güçlerin ve bölgesel aktörlerin çıkar çatışmalarının ve güç oyunlarının trajik bir sonucuydu. 

Şengal Katliamı sonrasında Êzidîler, kendi öz savunma birliklerini kurarak, tekrar benzer bir trajedi yaşamamak için silahlandılar. Şengal Direniş Birlikleri (YBŞ) ve Êzidî Kadınları Özgürlük Birlikleri (YJŞ), bu süreçte önemli bir rol oynadı. Bu birlikler, sadece fiziksel bir savunma aracı olmakla kalmadı, aynı zamanda Êzidî halkının kendi kaderini tayin etme ve kimliklerini koruma mücadelesinin de bir sembolü oldu. Jean-Paul Sartre’ın dediği gibi, "Özgürlük, insanın kendi kendini yaratma yetisidir." Êzidîler, bu birliklerle kendi özgürlüklerini ve varlıklarını yeniden inşa etmeye başladılar. Bu direniş, yalnızca fiziksel bir savunma değil, aynı zamanda kültürel ve ruhsal bir yeniden doğuşun da simgesidir. 

ŞENGAL KATLİAMININ UNUTULMAYAN ACISI: MATEM VE DİRENİŞ

Şengal Katliamı, Êzidî toplumunun yaşadığı derin travmanın ve tutulmamış yasların bir sembolü haline geldi. Bugün, kayıpların acısı ve yaşananların derin izleri, Êzidîler için ömre yayılmış bir savaş gibi hissedilmeye devam ediliyor. Bu katliamı, bu insanlık dışı kara günü unutmak, kurbanların varlığına, hatırasına ihanet, hem kayıplara hem de hayatta kalanlara yapılan büyük bir haksızlık olacaktır. Walter Benjamin’in “tarih meleği” kavram ve alegorisi, Şengal’de yaşananların unutulmaması, geleceğe taşınması gereken bir hafıza ve gelecekte benzer acıların yaşanmaması için bir hatırlatma olabilir. Bu melek geçmişin enkazına bakarken, geleceğe dair umut ve adalet arayışını simgeler. 

Şengal Katliamının unutulmaması ve yaşanan acıların hafızalarda diri tutulması, insanlık onuruna yapılmış bu büyük saldırıyı yeniden hatırlamak, gelecekte benzer trajedilerin yaşanmaması için büyük bir önem taşıyor. Bu katliamın kurbanları için adaletin sağlanması ve sorumluların hesap vermesi, uluslararası toplumun vicdan borcu olarak önümüzde durmaktadır. Katliamın 10. yılında bu trajedinin unutulmaması ve adaletin sağlanması amacıyla çok ciddi bir şekilde “hafıza adaletine” ihtiyaç var. Hafızanın toplumsal adaletin temel taşlarından biri olduğu ve unutmanın, adaletin önündeki en büyük engellerden biri olduğu gerçeğinden hareketle bu adaletin mutlaka sağlanması gerekir. Bu bağlamda, Şengal Katliamının hatırlanması, yalnızca geçmişin değil, geleceğin de şekillendirilmesi için hayati öneme sahiptir.

Şengal Katliamı, sadece Êzidîler için değil, tüm insanlık için bir yara ve utanç olarak kalacak. Bu yarayı sarma ve adaleti sağlama çabası, tüm dünyanın ortak sorumluluğu olmalıdır. Ricoeur’ün de dediği gibi, “Hatırlamak, yalnızca geçmişi değil, geleceği de şekillendirir.” Bu bilinçle, Şengal Katliamını unutmamak ve adaletin peşinde koşmak, insanlık adına bir görevdir. İnsanın kendi tarihiyle yüzleşmesi ve adaleti sağlama çabası, yalnızca kurbanlar için değil, tüm insanlık için bir gerekliliktir. 

YÜZLEŞİLMEYEN, HESABI SORULMAYAN İNSANLIK SUÇLARI TEKERRÜR EDER

Tarih boyunca, insanlığa karşı işlenen suçlar, katliamlar, soykırımlar ve fermanlar adil bir şekilde yüzleşilmediğinde ve sorumlular yargılanmadığında, tekrar eder, yeniden yaşanır. Bu tür suçlar, yalnızca mağdurlar üzerinde değil, tüm insanlık üzerinde kalıcı yaralar bırakır. Şengal Katliamı, bu bağlamda, Êzidî halkının tarih boyunca maruz kaldığı zulüm ve soykırım döngüsünün trajik bir halkasıdır. Bu katliam dinamiği maalesef bugün de canlıdır. 

İnsanlığa karşı suçlar ve toplu cezalandırma pratiklerinin tekerrür etmesinin altında yatan temel sebeplerden biri, insanlık suçlarının yeterince sorgulanmaması ve gerçek suçlularının yargı önüne çıkarılmamasıdır. Geçmişteki soykırımlar, yalnızca belirli bir etnik veya dini gruba değil, insanlığın ortak vicdanına karşı işlenmiş suçlar olarak görülmediğinden aktif bir soykırım dinamiği söz konusu. Bu nedenle, Şengal Katliamının hukuki olarak tanınması ve sorumluların yargılanması elzemdir. 

Uluslararası toplum, sadece raporlamalar ve bilanço oluşturarak değil gerçek anlamda bu tür suçların önüne geçmek için daha kararlı adımlar atmalıdır. Bu katliamın failleri de o faillerin hamileri de bellidir ve herkesçe bilinmektedir. Eski Yugoslavya'da yaşananlar, Ruanda Soykırımı ve daha yakın tarihte yaşanan Bosna trajedisi gibi örnekler, uluslararası hukukun ve adalet mekanizmalarının etkin bir şekilde devreye sokulması gerektiğini göstermektedir. Şengal Katliamının ardından, birçok ülkenin bu olayı soykırım olarak tanımasına rağmen, halen yeterli bir uluslararası tepkinin verilmemesi, bu suçların cezasız kalmasına neden olmuştur ve toplu cezalandırma dinamiğini bugün de canlı tutmaktadır. 

SON DEĞİL SONUÇ

Şengal’in onuncu yılında, yitirdiğimiz her bir canımızın aziz hatırası önünde derin bir saygı, hüzün ve kederle eğiliyor, bu masum ve mukaddes ruhların yankılanan sessiz çığlıklarını yüreğimizde taşıyoruz. Onlar, yalnızca karanlık bir tarihin kurbanları değil, insanlığın adalet ve hakikat arayışının sarsılmaz sembolleri, direnç dolu ruhlarıyla, ellerini önce 72 millet için açan dualarıyla hafızalarımızda daima yaşamaya devam edecekler. Şengal Katliamı, sadece Êzidîler için değil, insanlık onuru adına verilen ağır bir sınavdır. Bu kadim topraklar, acı dolu hikâyeleriyle bizlere "bir daha asla" diyor, tarihsel trajedilerin tekrarlanmaması için sessiz bir haykırışla uyarıyor bizleri. 

Bu katliamın soğuk yüzü karşısında, dünyanın dört bir yanındaki vicdan sahiplerini, uluslararası hak ve adalet kurumlarını, sivil toplum kuruluşlarını dayanışma ve ortak mücadeleye çağırıyoruz. Walter Benjamin’in "tarih meleği"nin bakışları altında, geçmişin enkazından ders alarak adalet, özgürlük ve barış içinde bir geleceği inşa etmenin gerekliliği bir kez daha ayan beyan karşımızda duruyor. Bu, bir son değil; tarihin kirli sayfalarına karşı adalet, hafıza ve direnişle örülen bir geleceğin umut dolu inşası için sonuç niyetine elzem olan bir yükümlülüktür. 

Şengal’in açtığı derin yaralar, kolektif bilincimizin sarsılmaz bir parçası olarak tüm insanlık için ortak bir sorumluluk ve vicdani bir direniş çağrısı yapmaya devam edecektir. Geçmişin karanlığına inat, hatırlamak ve adaleti sağlamak, insanlık onuruna yapılacak en büyük katkı olacaktır.