Sera Kadıgil: Süleyman Soylu, ne ‘sayın’ ne ‘bakan’ olarak anılmayı hak ediyor

TİP Sözcüsü Sera Kadıgil, Meclis'te yaptığı konuşmada İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya yönelik kullandığı sözlerle ilgili, "Ne ‘sayın’ ne ‘bakan’ olarak anılmayı hak ediyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Türkiye İşçi Partisi (TİP) Sözcüsü Sera Kadıgil’in İçişleri Bakanlığı bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşma, sosyal medyada en çok paylaşılan videolardan biri oldu. Kadıgil, 2 dakikaya sığdırdığı konuşmasında 6 yaşındaki çocuğun tarikat çatısı altında cinsel istismara uğramasını ve LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığı sert bir biçimde eleştirdi.

Konuşmasının bu derece sahiplenilmesinin sebebinin “iktidarın yok edemediği vicdan ve umut” olduğunu söyleyen Kadıgil, bu desteğin, LGBTİ+ haklarının insan hakları olduğunu unutmaya çalışan tüm partilere de önemli bir şey söylediğini ifade etti. Kadıgil, “Toplum iki yetişkinin rızasıyla ne yaptığına değil, kurulan tarikat-siyaset-ticaret üçgeninde işkenceye maruz bırakılan çocuklarla ilgileniyor” dedi.

‘KAN DONDURUCU BİR ŞEY’

Meclis’te büyük ilgi çeken konuşmasının nasıl ortaya çıktığını, iktidarın tarikatlarla ilişkisini konuştuğumuz TİP Sözcüsü Sera Kadıgil’in sorularımıza yanıtları şöyle oldu:

Sizin de Meclis konuşmanızda sert bir şekilde eleştirdiğiniz konu; Hiranur Vakfı liderinin 6 yaşındaki kızının yıllar boyunca cinsel istismara uğraması, bu istismara tarikat üyesi ailenin göz yumması… Değerlendirmeniz nedir? 

6 yaşında bir çocuğun annesi ve babası tarafından zorla kendisinden 23 yaş büyük birinin istismarına sunması kan dondurucu bir şey. Bir çocuğun en güvendiği aile üyeleri tarafından böylesine bir vahşetin ortasına atılmasının izahı olmaz. Ama sorunuzda da geçen ‘aile’ kelimesinin bu orta çağ karanlığına sahip yaşam formları için anlamı bu.

''KUTSAL AİLE' DEDİKLERİ HER TÜRLÜ İNSAN HAKKININ YOK SAYILDIĞI BİR 'KARA KUTU''

Hani ‘kutsal aile kutsal aile’ diye dillerinden düşürmedikleri, her türlü insan hakkının yok sayıldığı bir ‘kara kutu’, bir ‘gayya kuyusu’ bu zihniyet için. Kadının, çocuğun bir mülkiyet olarak görüldüğü, üzerinde her türlü tasarrufun evin reisi denilen, ne idüğü belirsiz bir adamın insafına bırakıldığı bir şey onlar için aile. ‘Ailenin direği’ olan o erkek, bütün evi, geleceği, geçmişi, tüm hayatı o çocukların ve kadının üstüne yıkabilir ve o enkazın altında 6 yaşında çocuk da kalabilir. Önemli değil onlar için. Yeter ki sömürü düzeninin en küçük ve temel birimi o kutsal aile, varlığını sürdürsün. AKP’nin yarattığı cehennemin çok açık bir tezahürüdür bu. Hani Erdoğan’ın veciz ifadesiyle “Ne istediniz de vermedik” dediği yobaz takıma peşkeş çektiği birikimimiz, emeğimiz ve son olarak çocuklarımız.

‘AKP HÜKÜMETİ, BİLMEDİĞİMİZ KİM BİLİR KAÇ İSTİSMARIN ÜSTÜNÜ ÖRTTÜ’

Söz konusu cinsel istismar olayında, çocuğun kemik yaşının büyütülmesi gibi gerçekler ortaya çıktı. Devlet kurumları bu istismarın üzerini mi örttü? 

Devlet, daha doğrusu kendisini devlet sanan ve devletin her bir kurumunu bir başka tarikata parselleyen AKP hükümeti, bu ve daha bilmediğimiz kim bilir kaç istismarın üstünü örttü ve örtmeye devam ediyor. Kronolojik olarak vakayı izlediğimizde; 6 yaşında bir çocuk okula gönderilmiyor, temel bir insan hakkı olan eğitim hakkı engelleniyor. Çocukların eğitim hakkını koruması için vergi verdiğimiz Millî Eğitim Bakanlığı ne yapıyor? Hastanede, 14 yaşında bir çocuğun istismar edildiği ortaya çıkıyor, doktor bu durumu ihbar ediyor. Savcılık soruşturma başlatıyor ve bu çocuğun kemik yaşı büyütülüyor, soruşturma kapatılıyor. Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı ne yapıyor? İki yıl önce Aile Bakanlığı nihayet ve mecburen olaya müdahil oluyor ve ne yapıyor? Evden kaçmış olan kadını nihayet sığınma evine yerleştiriyor. Ve ne oluyor? Söyleyeyim, koca bir hiç.

‘DEVLET KURUMLARI İSTİSMARI SADECE ÖRTMÜYOR, İSTİSMARIN SUÇ ORTAĞI’

Yani düşünün bir kadın ‘Ben şu tarikatta babamın zoruyla herkesin gözü önünde 16 yıl tecavüze uğradım’ diyor. Delillerle ispatlıyor. Ama 2 yıldır tüm suçlular serbest. Kaçak medrese faaliyette. Aile Bakanı çıkmış ‘mağdur İngilizce öğrendi’ falan diye açıklama yapıyor. Ama bildiğimiz şey; Aile Bakanlığı ne yapmıyor? 2020 yılında olaya müdahil olmak zorunda kalan Bakanlık, o zaman 17 yaşında olan ve hali hazırda istismarcı ailenin elinde bulunan, aynı evde yaşayan diğer kız kardeşe yönelik hiçbir şey yapmıyor. Devlet kurumları sadece istismarı örtmüyor, devlet kurumları istismarın suç ortağı.

‘AİLE BAKANLIĞI SELEFLERİ FETÖ’DEN ALDIKLARI MİRASI DEVAM ETTİRMEKLE MEŞGUL’

Bakanlığın 2 yıldır konuyu bilmesi ama herhangi bir hukuki işlem başlatmaması normal mi?

Evet, normal. Çünkü Aile Bakanlığı, çocukları ve kadınları korumak yerine tarikatlarla protokol imzalamakla meşgul. Çünkü Aile Bakanlığı selefleri FETÖ’den aldıkları mirası devam ettirmekle meşgul. Çünkü bir zamanlar beraber yürüdüklerinden kalan ‘Işık Evlerini’ prototip olarak ‘Sevgi Evleri’ne monte etmekle meşguller. Normal çünkü Aile Bakanlığı ‘Korunma ve bakım altındaki çocuklar için çocuk evleri açılması ve hizmetlerin yürütülmesi ile diğer çocuk bakım kuruluşlarında değerler eğitimi programına destek olması ve korunmaya muhtaç çocuk alanında programlar yapılması’ için Nurcu vakıflarla protokol imzalamakla meşgul.

‘AKP, TÜM KAZANIMLARIMIZI BİR TARİKATA PEŞKEŞ ÇEKME ROLÜ ÜSTLENMİŞ DURUMDA’

İktidarın tarikatlara karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP iktidarı 20 yılda neredeyse tüm kazanımlarımızı bir tarikata peşkeş çekip üzerine bizden topladıkları vergileri, 85 milyonun bütçesini bu tarikatların sözde dernek ve vakıflarına dağıtıp, vergi muafiyetleri sağlamak gibi roller üstlenmiş durumda. Bakın vakıf ve derneklere 2012 yılında 381 milyon, 2013’te 590 milyon, 2014’te 628 milyon, 2015’te 874 milyon, 2016’da 581 milyon, 2017’de 581 milyon, 2018’de 818 milyon, 2019’da 841 milyon, 2020’de 969 milyon, 2021’de ise 865 milyon lira cari transfer gerçekleştirildi. Bir diğer veri; Sayıştay tarafından yayımlanan 2021 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporu’na göre, merkezi bütçeden transfer (yardım) yapılan dernek, birlik, kurum, kuruluş, sandık gibi kuruluşların hangi kuruluşlar olduğuna ilişkin bir bilginin sunulmadığı belirtiliyor. İktidarın hazırladığı zihinsel alt yapının dışında maddi rolünü bu veriler ortaya koyuyor sanırım.

Muhalefet, iktidarın tarikatları koruduğunu ve bunu oy uğruna yaptığını söylüyor. Oy hesabını yapan sadece iktidar mı? Muhalefet bu süreçte nasıl sınav verdi?

Bu soruya ben değil okuyucularımız karar versin.

‘ASIL AHLAKSIZLIK BİR ÇOCUĞUN İSTİSMAR EDİLMESİNİ DİNİ DUYGULARLA MEŞRULAŞTIRMAYA ÇALIŞMAK’

Cumhurbaşkanı Erdoğan, olayın açığa çıkmasından bir hafta sonra değerlendirmelerde bulundu, gereken gayretin gösterildiğini söyledi. “Günümüz şartlarında 13 yaşında nişan, 14 yaşında evlilik gibi bir durumu kabul edebilmemiz asla mümkün değildir” dedi. Ayrıca “Böyle bir hadiseyi milletimizin inancıyla ve o inancın temsilcisi kurumlarla irtibatlandırmak en hafif ifadesiyle ahlaki olmayan bir çarpıtmadır” ifadelerini kullandı. Erdoğan’ın açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan’ın saçmalamalarına laf yetiştirmek ciddi bir mesai ve enerji kaybı artık. 6 yaşından beri sistematik bir şekilde istismara uğrayan bir çocuk var. Bütün ailesi, bütün mahalle, bütün cemaat bunu biliyor. Bütün devlet kurumları buna yol veriyor ve hala çıkmış “erken yaşta evlilik” diyor. Ne erkeni, ne evliliği? ‘Ahlaki olmayan çarpıtma’, daha açık olarak söylememiz gerekirse çarpıtma falan değil ‘ahlaksızlık’ ne biliyor musunuz? Asıl ahlaksızlık 6 yaşında bir çocuğun ailesinin suç ortaklığıyla yıllarca istismar edilmesini hala inançla, dini duygularla, ‘kutsal aile’ masallarıyla meşrulaştırmaya çalışmaktır.

‘MESELEYİ DİNLE İLİŞKİLENDİRENLER İTİRAZ EDENLER DEĞİL, KURDUKLARI RANT DÜZENİNİ DİN KİSVESİ ALTINDA PAZARLAYANLAR’

Erdoğan’ın şunu da çok iyi bilmesi gerekir ki; bu meseleyi dinle ilişkilendirenler tarikat ve cemaatlerdeki sistematik çocuk istismarına dikkat çekenler değil. Bunca rezilliği ‘din’le ilişkilendirenler, kurdukları rant düzenini 6, bilemedin 14 yaşında çocuklara hallenebilecek tıynetlerini din kisvesi altında pazarlayanlar.

‘LGBTİ+’LARI HEDEF HALİNE GETİRDİĞİNİ VE BUNDAN OY DEVŞİRMEYİ UMDUĞUNU GÖRÜYOR VE YEMİYORUZ’

Konuya ilişkin bütçe görüşmelerinde kısıtlı zamanda yaptığınız konuşma çok ses getirdi, çok destek topladı. Sizi o konuşmayı yapmaya iten neydi?

TİP olarak bizim Meclis’te 20 milletvekilimiz olmadığı için konuşma hakkımız da yok biliyorsunuz. İç tüzüğe göre konuşma taleplerimiz ise çoğunlukla görmezden geliniyor. HDP ve CHP’nin dayanışma göstermesiyle konuşabiliyoruz. Bunu bir kenara kaydedelim. Bahsettiğiniz konuşmayı ise Soylu’nun tutanaklara geçen, bana yönelik söylediği ‘LGBTİ’ci ve cinsiyetsiz’ sözlerine cevaben sataşma hakkından alabildim. O konuşmayı yapma nedenim ise iktidarın seçime giderken yine kendilerince bir mühendislik hesabıyla icat ettiği düşmanlardan LGBTİ+’ların -anayasal haklarını gasp ettikleri yetmezmiş gibi- açık hedef haline getirilmesi ve bundan hiç utanmadan oy devşirmeyi ummasını gördüğümüzü ve yemediğimizi anlatmaktı.

‘KONUŞMAMA DESTEĞİN SEBEBİ İKTİDARIN YOK EDEMEDİĞİ VİCDAN VE UMUT’

Konuşmanız neden bu kadar yaygınlaştı ve destek gördü?

Bence AKP’nin 20 yıldır bütün devlet imkanlarını kullanarak yaydığı dezenformasyona, bütün olanaklarıyla topluma pompaladığı nefrete rağmen hala yok edemediği bir şey var: Vicdan ve umut. Desteğin asıl sebebi bu bence. Biz, onların bütün karanlığına rağmen vicdanımızı hala muhafaza etmeyi başaran ve umudumuzu yitirmeyen bir toplumuz.

Ayrıca LGBTİ+ haklarının insan hakları olduğunu unutmaya çalışan tüm partilere de bu destek önemli bir şey söylüyor. Toplum iki yetişkinin rızasıyla ne yaptığına değil, kurulan tarikat-siyaset-ticaret üçgeninde işkenceye maruz bırakılan çocuklarla ilgileniyor.

SOYLU NE ‘SAYIN’ NE ‘BAKAN’ OLARAK ANILMAYI HAK EDİYOR

Konuşmanızda İçişleri Bakanı'na ismiyle hitap ettiniz. Bunun özel bir sebebi var mı?

Normalde böyle bir üslubum yoktur. Öyle ya da böyle buraya gelenler bir bakanlığın temsilcisi. Ancak bu kez bunu unutan ben ya da diğer vekiller değil Süleyman Soylu’nun kendisi oldu. Hem komisyonda hem genel kurulda parmak sallayan; vekillere, genel başkanlara hakaretler yağdıran biri ne ‘sayın’ ne ‘bakan’ olarak anılmayı hak ediyor.