Sercan Özinan: Dublörün Dilemması'nı okuyunca heyecanlandım

Murat Menteş'in romanından uyarlanan 'Dublörün Dilemması' oyunu için yönetmeni Sercan Özinan, "Hareketli, absürt ve tiyatronun imkânlarını iyi ölçüde kullanabileceğimiz bir metin bulmak istedik" dedi.

Sercan Özinan: Dublörün Dilemması'nı okuyunca heyecanlandım
Fotoğraf: Dublörün Dilemması
Google Haberlere Abone ol

Murat Menteş’in aynı isimli romanından uyarlanan "Dublörün Dilemması", Nuh Tufan isimli karakterin başından geçen absürt ve trajikomik bir öyküyü konu edinir. Konservatuvarı terk ettikten sonra para kazanmak için çeşitli işlere girişen ancak bir türlü dikiş tutturamayan Nuh, yakın arkadaşı İbrahim Kurban’ın buluşuyla kendisini hiç beklemediği olaylar silsilesinin içinde bulur.

Oyuncu kadrosunda Abdurrahman Merallı, Çetin Kaya, Deniz Işın, Ediz Akşehir, Tekin Ezgütekin'in bulunduğu "Dublörün Dilemması" izleyicilerle buluşmaya devam ederken biz de oyunu uyarlayan ve yönetmenliğini üstlenen Sercan Özinan’a sorularımızı yönelttik.

Sercan Özinan
Sercan Özinan

 

'PROJENİN BİR YERLİ METİN OLMASINI İSTEDİK'

“Dublörün Dilemması”nı oyunlaştırmaya nasıl karar verdiniz?

Geçtiğimiz sezonun sonuna doğru bu yıl yapacağımız projenin bir yerli metin olmasını istedik. Uyarlama konusunda tecrübeli bir ekip olduğumuzdan ötürü yeniden romanlara ve öykülere yöneldik. Açıkçası yola çıkarken hareketli, absürt ve tiyatronun imkânlarını iyi ölçüde kullanabileceğimiz bir metin bulmak istedik. Her şeyden önce insan kendinden yola çıkıyor.

Ben de sanırım biraz düşünmek, eğlenmek ve keyif almak istediğim için olacak ki önceleri severek okuduğum 1950 kuşağı yazarlarına tekrar yöneldim. Sonra yeni dönem yazarları tanımaya başladım. Aslında bildiğim ancak üzerine çok okuma yapmadığım yazarlardı bunlar. Afili Filintalar ekibinden Emrah Serbes, Alper Canıgüz ve Murat Menteş ilk duraklarım oldular. "Dublörün Dilemması"na sıra geldiğinde ve okuduğumda aradığım özelliklerde bir romanla karşılaştığımı görünce heyecanlandığımı söylemeliyim. Ardından Ediz (Akşehir) ile sohbet ederken düşüncemi onunla paylaştım ve o da projede yer alabileceğini belirtince hemen işe koyuldum.

Sercan Özinan: Dublörün Dilemması'nı okuyunca heyecanlandım - Resim : 2

Romanın uyarlanma sürecine dair bize neler söylemek istersiniz? Özellikle dikkat ettiğiniz, dokusunu korumaya çalıştığınız şeyler nelerdi?

Hikâye başkarakter Nuh Tufan’ın hikâyesi olduğundan ötürü tüm ana eksen onun başına gelen olaylar silsilesine ait. Yan karakterlerin romanda daha detaylı ve derinlikli hikâyeleri mevcut ama bir noktayı sabit tutmak ve bütün omurgayı onun üzerinden yürütmek kısmen sizi rahatlatan bir öğe. Romanın hızlı akışkanlığı birden fazla olayın yaşanmasından ve bunların bir noktada örtüşmesinden kaynaklanıyor. Bu hızlı akışı özellikle korumaya çalıştığımı söylemeliyim. Elbette Murat Menteş’in yarattığı bu dinamizmin yanında karakterlerin nevi şahsına münhasır tavırlarını da yansıtmak çok önemliydi. Eklediğim diyaloglarda buna çok dikkat etmeye çalıştım. Neticede böyle bir metin çıktı.

Sercan Özinan: Dublörün Dilemması'nı okuyunca heyecanlandım - Resim : 3

'EKİP KURMA İŞİ TİYATRODAKİ EN ZOR ŞEY'

Oyuncuların performansları da alkışı hak ediyor. Onlarla yolunuz nasıl kesişti? Rol dağılımı nasıl oldu?

Ediz ile yola çıktığım için onun ekibi kurmasını önerdim. Çünkü bu oyun iyi anlaşabilecek insanlardan oluşmalıydı. Yalnızca Abdurrahman (Merallı) daha önceki işlerimizde yer aldığı ve rolü kafamda belli olduğu için belliydi. Sonrasında Tekin (Ezgütekin), Çetin (Kaya) ve Deniz (Işın) dâhil oldular. İyi ki de oldular. Okumalar neticesinde rollerin dağılımını gerçekleştirdim. Ben bu ekip kurma işine çok önem veriyorum. Bu sanırım tiyatrodaki en zor şey. Yalnızca iyi ekibin iyi oyun çıkarabileceğini düşündüğüm için olabilir. Çünkü kolektif bir anlayışı benimsemek özellikle şu zamanlarda çok kıymetli.

“Dublörün Dilemması” çok zamanlı, çok mekânlı bir roman. Ancak siz bunu güzel bir dekorla minimalize etmiş, hatta komiğini de layıkıyla çıkarmışsınız. Biraz bundan konuşalım mı?

Benim için çok önemli ve kıymetli bir tasarımcıyla çalışıyorum. Bunu neden söylüyorum çünkü sizi ve oyunun ruhunu, dilini anlayıp onu fiziksel forma sokacak olan kişiyle çalışmanız gerekiyor. Rabia (Kip Telek) benim eskiden de çalıştığım biri olduğu için bu dili biz zaten önceleri kurmuştuk. Dolayısıyla hayal ettiğim şeyi paylaşmam zor olmadı. Ona sadece platformlar olmasını istediğimi söyledim ama nasıl olması gerektiği hakkında hiçbir fikir belirtmedim. Zaten kendisi üç alternatifle geldi, biz de en uygununu seçtik.

'KARAKTERLER İSTEDİKLERİ HAYATI YAŞAYAMAYAN İNSANLAR'

Oyunun temposu çok yüksek. Yukarıdaki soruyla ilintili şekilde sorarsam; bu, dekorun kurguya mı, kurgunun dekora mı yaptığı bir katkı?

Üç platformun bizim için iki anlamı var. Bunlardan ilki Nuh Tufan’ın hayatının iniş ve çıkışlarının bir tür dışavurumu. Diğeri statü olarak genelde zengin veya varlıklı kişilerin en yukarıda konumlanması. Yani doğal olarak kurgunun dekora yaptığı bir katkı bu. Ve bu aksiyon ve iniş çıkışlar elbette dinamizmi ön plana aldığımız için de şekillendi.

Oyundaki karakterler sadece yaşadıkları çağa değil, kendilerine de yabancılaşan insanlar. Komedi, bu yabancılaşmayı en iyi ifade etme yollarından biri sanırım, ne dersiniz?

Karakterlerin hepsi kendi yaşamak istedikleri hayatı bir şekilde yaşayamayan insanlar. Önce kendisine sonra da çevresine yabancı olan trajik tipler de diyebiliriz. Marx’ın yabancılaşmasına benzer bir üretim ilişkisini görmüyoruz elbette ancak modern insanın krizlerinden ve açmazlarından biri olan kimlik problemini ve ötekileştirmeyi görüyoruz. Sizin gibi düşünmeyen, sizin gibi olmayan, sizin gibi davranmayan insanlara karşı tahammül sınırlarımız neredeyse yok denecek kadar azaldı. Bu perspektiften bakınca aslında trajik bir şeyden bahsediyoruz. İzahı olmayan şeylerin mizahı olur dedikleri sanırım bu.

Oyunun belli başlı yerlerinde, özellikle de aksiyonel sahnelerde Yeşilçam avantüründen yararlanıyorsunuz. Bu tercihiniz hakkında neler söylemek istersiniz?

Romanı ilk okuduğumda atmosferi bana Yeşilçamvari, absürt bir polisiye gibi gelmişti. Romandaki bu ajanlık meselesi bana klişe ama bir yönüyle eğlenceli eklemeler yapabileceğim bir alan açtı. Hepimize bir yönüyle tebessüm ettiren bu tanıdık yapıyı biraz serpiştirdim diyebilirim. Bu yapı seyirci tarafından da pozitif tepki alıyor. Oyunun yalnızca bir oyun olduğu bilincini de yerleştiren ufak bir yabancılaştırma etkisi yarattığını da söyleyebilirim.

Sercan Özinan: Dublörün Dilemması'nı okuyunca heyecanlandım - Resim : 4

'TİYATRO METİNLERİNDEN DUYUMSAYAMADIĞIM HAZZI EDEBİYAT ESERLERİNDE DUYUYORUM'

Bu ilk edebi uyarlamanız değil. Daha önce Kafka, Camus, Dostoyevski metinlerini de oyunlaştırdınız. Edebiyat ve tiyatro ilişkisine dair neler söylemek istersiniz?

Edebiyat ile kurduğum ilişki tamamen yönetmene alan açmasıyla ilgili bir şey. Tiyatro metinlerinden duyumsayamadığım (hepsi için elbette söylemiyorum) hazzı edebiyat eserlerinde daha çok duyuyorum. Modern tiyatro metinlerinin yönetmene reji anlamında sunduğu çerçevenin içerisinde yaratıcı dürtünün kısıtlandığını hissettiğim anlar çok oldu. İyi metinler, iyi yazarlar elbette var. Sadece demek istediğim, derinlik ve zenginlik yönünün edebiyat eserlerinde daha ağır bastığı. Buradan konvansiyonel eserler de yapmadığımız anlamı çıkmasın. Geçen yıl Bertolt Brecht’in "Sezuan’ın İyi İnsanı"nı sahneye taşıdık mesela.

Atlas Tiyatro Araştırmaları’nda başka neler yapıyorsunuz?

Daha önce oyunculuk da yaptığım projelerimiz de oldu. Ayrıca atölye çalışmaları da yürüttük. Ama benim için çoğunlukla süreç yönetmenlik olarak ilerliyor.

Yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Yavaş yavaş önümüzdeki yılın planlarını düşünmeye başladık. "Dublörün Dilemması" çok büyük ihtimalle yoluna devam edecek. Bunun dışında uzun süredir atölye çalışmalarına ara vermiştik. Onu yeniden ayaklandırmak gibi bir hedefimiz var.