Sevgili seçmen vakit o vakit değil!
Uzlaşmaz görülen çelişkileri, aşılmaz görünen açmazları, birleşmez görülen yolları derhal ve kesin biçimde eski radyolar gibi çatıya kapatmak şart. Zamanı gelince yine çıkarırız o radyoyu oradan. Vintage mintage deyip bir hışım tedavüle sokarız.
İnsan yolunu kaybettiği zaman hızlanıp koşmaya başlarmış. Varoluşçu psikiyatrist Rollo May böyle söylüyor ve bunun ironik olduğunu da ekliyor. Bu sözlerin doğru olduğunu da genellikle tecrübeyle biliyoruz. Hayatında düz anlamıyla yolunu hiç kaybetmemiş kimse yoktur sanırım. Yolumuzu kaybetmeyi mecazi anlamlarıyla da yaşamışızdır çoğumuz. Kaybolduğunda ister istemez panikliyor ve koşmaya başlıyorsun. Panik de çoğu zaman bir yere götürmüyor insanı. Şu sıra siyaset sahnemizde hızlı bir koşturmacadır gidiyor. Dikkat edin. Bilhassa iktidar cenahından söz ediyorum. Bence orada gerçek bir panik var. Yolu tümden kaybetmiş gibiler. Fakat işte onların yolunu kaybetmiş olması bizim pek bir işimize yaramıyor. Onlar yolu kaybetti diye biz rotayı doğrultmuş olmuyoruz.
Bu cümle de binbir türlü söylendi. Onlar kaybediyor ama biz kazanmıyoruz... Onlar çözülüyor ama biz de birleşmiyoruz. Onlar dağılıyor ama biz de toplaşmıyoruz. Durum bu minvalde... Mesele de zaten aslında bir “Biz”in olmaması. Kim o biz? AKP’li olmayan nüfus bir “Biz” oluşturmuyor. Doğal olanı da bu zaten. Koca bir muhalefet neden ayrımlarını, zenginliğini hatta kimliğini bir tarafa bırakarak kendini fani bir iktidar partisine göre konumlandırsın ki? Fakat işte vakit o vakit değil... Bu varoluşsal soruların zamanı geçti. Öyle olsaydı, ben de bildiğiniz Sevilay olarak buradan Sibel Can’a bağlanır, “Çok geç kalmışız canım, vakit bu vakit değil, eski radyolar gibi, çatıya saklanmış aaaşk...” diye devam ederdim. Sonra da ara ki bulasın bu yazının ucu nereden çıkacak diye. Gördüğünüz gibi bunu yapmıyorum. Çünkü vakit o vakit değil. Dolayısıyla yapılması gereken de öznellikleri, özellikleri, farkları furkları bir tarafa bırakmak.
Uzlaşmaz görülen çelişkileri, aşılmaz görünen açmazları, birleşmez görülen yolları derhal ve kesin biçimde eski radyolar gibi çatıya kapatmak şart. Zamanı gelince yine çıkarırız o radyoyu oradan. Vintage mintage deyip bir hışım tedavüle sokarız. Yazıların arasına bu kadar şebeklik sıkıştırmamın da bir tek nedeni var. Onu da vakti gelmişken söyleyeyim. Yazı bile okuyamıyoruz artık. Ruhumuzu üşüttüler... Böyle azıcık gülümsetecek bir şeyleri satır aralarına serpiştirince, en azından düzenli okurlar -karşımıza bir dönemeçte hoş bir şey çıkabilir diye- yazıyı baştan sona bir okuyor.
Konumuza dönelim. Bu yaşadığımız fenalıklar eskiden de vardı filan gibi aşırı yorumları da alın ve yere çalın. Vardı ama daha evvel söylediğim gibi o zaman da birileri mücadele etmişti. Hep etmişti... Yine o noktadayız. Daha fazlasını beklediğimiz yok birbirimizden. Mücadele edeceğiz. Eskisi yenisi yok. İnsanlar “Kaçırıldım” diyor ya? Alın size link. Sanırsın yıl 1990... “Görünmeyenler” diye bir şeyden söz ediliyor. Olacak iş değil tabii...
Sevgili seçmen iş başa düştü. Bu cesareti muhalefet liderleri gösterecek gibi görünmüyor. Onları cesarete zorlamak zorundayız. Cesur olunacak! Akşener de cesur olacak, Kılıçdaroğlu da Karamollaoğlu ve hatta Babacan da. Bana yan yana üç ünlem koydurtmayın. Öyle bir imla yok. Cesur olunacak, başka yolu da yok. Muhalefet partilerinin yönetim kadrolarına cesaret verilecek. 7 Haziran gibi, 31 Mart gibi, 23 Haziran gibi bir cesaret. Sosyal medyada ne gerekirse yine yapılacak. Kampanyaysa kampanya kumpanyaysa kumpanya... “HDP ile yan yana gelmemek” gibi dünyanın en gayri ahlaki siyaset stratejisine son verilecek. Bakın bugün “CHP ile yan yana gelmemek” haline dönüşüyor bu strateji. Onu da yapmaktan bir an imtina etmiyorlar. Bırakın HDP’yi CHP’yi, bu mümtaz iktidar, “beraber yürüdük biz bu yollarda” diye on küsur yıl birlikte türkü çığrındığı herkese Davutoğlu’ndan Gül’e ve hatta Arınç’a bunu söylüyor? Onlarla yan yana gelenlere parmak sallıyor. Arkadaşlar damat yok ortada damat! Manisa Sancağına mı sürüldü ne oldu belli değil. Neyin yan yana gelmemesinin peşindesiniz? Onlar yarın gerekirse bizzat kendi sol ellerini sağ ellerinin karşısına kriminal bir vaka olarak dikecek ve “Bakın yan yana duruyorlar” diye gıybet yapacak tıynetteler. Böyle ağır bir istismar siyaseti söz konusu.
Bütün dünyanın da Türkiye’nin de ihtiyacı olan tek şey cesaret. Cesaret ve bir de sahicilik. Başka türlü o Bernie Sanders imgesi dünyanın etrafını birkaç günde neden yedi kez tavaf etsin?
Bir çift yün eldivene sıkı sıkı tutunmuş eski kurt Bernie Sanders, uçan sandalyesi üzerinde birkaç gün içinde bütün dünyayı bir uçtan ötekine dolaştı. Kendisine demokratik sosyalist dediğine göre dünya üzerinde bir hayalet dolaştı, sosyalizm hayaleti diye durumu biraz abartabiliriz bile. Abartmak bazen güzeldir. Kahverengi (ki bence iğrenç bir renktir) ve tek parmaklı bir çift eldiven, mıknatıs gibi bütün dünyayı bir anda kendine boşuna çekmedi. Her ne kadar Naomi Klein kaleme aldığı yazıda bu “çekilme” halini başta kudretinden sual olunmaz sosyal medyaya ve sonra da çok makul diğer sebeplere güzelce bağladıysa da vurgulanacak başka bir şey daha var. Bir çift eldiven bütün dünyayı bir nevi ısıtıyorsa, kulağa klişe gelebilir ama dünya çok üşüyor olmalı... Türkiye de çok üşüyor. Milyonlarca insan orman yürüyüşüne, Zoom toplantısına, yer sofrasına, çekirdek çitlemesine, okey çevirmesine, mezuniyet törenine ve çarşı pazar alışverişine boşuna mı Bernie’yi buyur etti? Yeşilçam görsellerine sızdı Bernie, Şener Şen’le Adile Naşit’le boy gösterdi. Orlon bebekleri bile örüldü. ODTÜ Devrim Stadyumuna sandalyesiyle pike yaptı. Bence boşuna değil...
Orlon demişken, keramet büyük ölçüde o eldivenlerde. Yün eldiven denip durduğuna da bakmayın, gayet orlon karakterde bir çift eldiven var orada. Zaten Bernie’nin öğretmeni Jen Ellis geri dönüşüm malzemesinden (pet şişe filan!) üretmiş o eldivenleri. Pet şişeden yün mü çıkar, kimyasını fiziğini bilemem ama olsa olsa orlondur. Eldivenlerin orlon olma ihtimalini, tıpkı çocukluğumda çok sevdiğim oralet gibi sevdiğimi de söyleyeyim.
Orlon gibi, oralet gibi, kedi gibi bildik bir şey... “Biz Vermont’da soğuğu iyi biliriz, fakat moda çok da ilgilendiğimiz bir şey değil” diyen bir sahicilik boşuna dünyayı fethetmiyor. Bernie Sanders’in eldivenlerinin hangi duygu ikliminde bütün dünyayı fethettiğini iyi okumak lazım. Yas ve yoksulluk ikliminde kuşkusuz. Ben bu satırları yazarken dünya korona sayacı, bir yıllık süre zarfında korona virüsü pandemisi sonucunda ölenlerin sayısını 2 milyon 181 bin olarak gösteriyordu. Bizim hâlimiz de ortada...
Türkiye’nin bütün muhalifleri birleşin! Bernie’nin eldivenleri gibi, tek parça, tek yumruk...
Vakit tam da o vakit. Vakit cesaret, sahicilik ve samimiyet vakti. Dünya üşüyor, bizi üşütenler koşmaya başladı. Koşsunlar çünkü yolları kayıp. Bir şarkı var aklımda söylemesi ayıp. Sözleri kayıp. Kaç zamandır dilimde... Haydi sen söyle...