YAZARLAR

Sevgili Selahattin...

Yıl dolunca usulen TBMM’ye getirilip bir yıl daha uzatılıyor ya savaş tezkereleri. Bu defa öyle olmamış. CHP oraya “kamunundur” yazıp, geçmiş. Yok yok şaka, çok yaman eleştirmiş kürsüden CHP sözcüleri Beştepe’nin dış politikasını, sonra dönüp “gün muhalefet değil milli birlik, beraberlik günüdür” diyerek basmışlar 'evet’i.

Sevgili Selahattin,

Her şeyden önce sana “sen” hitap etmemi mazur gör lütfen. Tek tük görüşmelerimizde sen bana öyle hitap etmiş, beni onurlandırmıştın. Benim seni onurlandıracak bir halim yok da, hadsizliğime değil samimiyetime ver. Senin derdin sana yeter, onu da biliyorum ama yazacaklarımı seninle bir hasbıhale dökmek geldi içimden. Özlemişim demek ki. Çok özledik hakikaten. Sen içeride kaldıkça, utancımız büyüyor. Takip etmişsindir ketıl çekiyorsa ama bir de benden dinle, bak son günlerde neler oldu.

Ayşegül Doğan’a 15 yıl hapis cezası istendi. Köprü vazifesi gören Hrant Dink’in, Tahir Elçi’nin hedef alınıp, yok edilmesi gibi, IMC TV de kurum olarak imha edilmişti. İşte Ayşegül Doğan beni programına düzenli konuk yapmıştı bu işlere ayağımı alıştıran o günlerde. Saygıdeğer babası Orhan Doğan vefat edeli 13 yıl olmuş. On yılda üç kez yargılanıp, dokuz yıl hapis yatmış TBMM’den 1994’te götürülen Orhan Doğan. Çetin Altan-Ahmet Altan gibi. Babası gün yüzü göremedi, şimdi kızının çilesi başladı.

Bir başka gazeteci, Evrensel’den Ender İmrek “Emine Erdoğan'a 'güzel vasıf' atfetmeyerek hakaret" iddiasıyla yargılanıyor. Bu defa savcı gerekçe göstermeye tenezzül etmemiş, “anlayan anlar” demeye getirmiş. Sen hukukçusun anlamışsındır. Ben anlamadım. Yahut başka şey anladım.

O arada Halk TV’de arkadaşım Levent Gültekin de “Azerbaycan’ı övmemek” kabahatinden toplumsal lince uğradı. Sonra RTÜK, Halk TV’ye aynı bahaneyle yine bilmem kaç gün kepenk indirme cezası verdi.

Osman Kavala’ya üç kere ağırlaştırmış müebbet istedi savcı. İdam cezası olsa idam edecekler demek bu. “Acı acı” gülümsemişsindir okuyorsan bu noktada. “Bak bak, bana mesleğimi öğretiyor köftehor” demişsindir içinden. Daha önce beraat ettiği Gezi davasından bu istenilen cezalar. Onu da hadi sen izah et, madem insan hakları avukatı olan sensin aramızda. AİHM kararlarına “ulusal çıkarlar” sözkonusu olunca uymak zorunluluğu kalkıyor diye biliyorum ben. Ulusal çıkarların üzerlerine kazılı olduğu taş tabletler de MGK binasının temelinde betona gömülü diyorlar. Yirmi yıllık hariciye memuriyetim var, iyi kötü kulağım deliktir benim de, hafife alma.

Van’da altmış yaşını geçkin iki yurttaşımız askeri helikopterden atıldı. Yurttaş dediğime bakma sen, bildiğin Kürt bunlar. Senin için de “Kürt” diyorum ya bazen, sosyal medyada “Zaza” diye düzeltiyorlar beni hemen. Affedersin Ermeni gibi bir şey galiba. Diyeceğim, bu olayı hemen takibe aldı devlet. Hemen derken işte tıbbi raporlar filan çıktı, on gün kadar süre geçti öyle. Ve işlem tesis etti, biz öyle deriz devlette. Olayı yazan dört gazeteci arkadaş gözaltına alındı. Ya ne olacaktı?      

Gazeteci Can Dündar’ın mal varlığına el konuldu. Hani geçenlerde CHP bir uyanır gibi olduydu da Sayın Selin Sayek Böke, bu kamu özel işbirliği yöntemiyle yapılan köprü, otoyol vb. projeler için “oraya ‘kamunundur’ yazıp devam edeceğiz” dediydi. TÜSİAD da üzerine alındı, “mala-mülke çökmek hoş olmaz” yollu bir diş gösterdi. Bu defa TÜSİAD sessiz. “O da şey etmeseydi” dediler herhalde. Zaten sen de benim gibi heyecanlandın mı bilmem, sanmam da, ama CHP’nin çıkışı hemen “ortak hukuk komisyonu kurmayı bir düşünelim” yaklaşımına evrildi.

Baksana “Kobane Olayları” diye diye İçişleri Bakanı işi “Kerbela’yı nasıl unutmuyorsak” demeye kadar vardırdı ya, dün ülkenin başkenti Ankara’nın göbeğinde 103 kişinin öldürüldüğü Gar Katliamı’nın beşinci yıldönümüydü. Olayın aydınlatılmasını geçtim, yas tutmaya, anmaya dahi izin verilmedi. Hayatını kaybedenlerin yakınları dahil çok sayıda insan gözaltına alındı. Halimiz bu, muhalefetin durumu bu. “Fazla şey etmemek lazım”, “her şey güzel olacak”, “gidiyorlar” filan diyorlar ben böyle hayıflanınca.    

Biraz da dış politika haberi vereyim sana. Bana “senin alanın o, çıkma o çitlerden dışarı, çıkınca zırvalıyorsun” diyorlar zaten. KKTC’de cumhurbaşkanlığı seçimi var bugün. Bu seneki seçimlerde böyle göstere göstere şey etti bizimkiler. Tazyikli aday Başbakan Tatar’ı getir sen Türkiye’ye, seçim yasağı filan dinleme, su borusu tamir töreni yaptır, belirli bir meblağ da… Neyse şimdi. Ne oldu biliyor musun bunun üzerine? KKTC’de hükümet devrildi. Cumhurbaşkanı Akıncı çıktı, “tehdit ediliyorum, çekilmeye zorlanıyorum” dedi. Ama bir Gül değil tevekkeli bu Akıncı. Güneyde doğmuş, Rumca da biliyor, sola da çekiyor, pek makbul adam değil yani, seneler oldu görüşmüyor yüz yüze Erdoğan onunla. KKTC’yi tanıyan tek ülke var. O ülkenin cumhurbaşkanı belki görüşüyordur bilemiyorum. 

Yine bu hafta tezkere mevsimiydi. Yıl dolunca usulen TBMM’ye getirilip bir yıl daha uzatılıyor ya savaş tezkereleri. Bu defa öyle olmamış. CHP oraya “kamunundur” yazıp, geçmiş. Yok yok şaka, çok yaman eleştirmiş kürsüden CHP sözcüleri Beştepe’nin dış politikasını, sonra dönüp “gün muhalefet değil milli birlik, beraberlik günüdür” diyerek basmışlar 'evet’i. Ciğerlerde hafif yanma yapmasın diye kaygılandım şahsen. Yahu o kadar ki Selahattin, benim bile diyeceğim, hani bu işleri takip ettiğim varsayılır, kaç gün sonra haberim oldu inan. “Olmasa ne olurdu birader?” diyeceksin, sen de haklısın.      

AKP Genel Başkanı Erdoğan TBMM’de grup toplantılarına uğramıyor epeydir. Mart ayından beri sanırım. Sen ketıldan gogullarsın. Salgın filan var tabii. İşte cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı'nın uğramadığı mecliste Salı günleri müsamere günü, o usül senden sonra da aynı kaldı, devam ediyor. Bu demokrasi forumunu kullanan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu soruyor arada “Selahattin Demirtaş neden içeride?” diye. Kızanlar oluyor tek tük, “siz dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet dediniz diye” diye yanıtlıyorlar dişlerinin arasından.

Ama hakkını yemeyelim son tutuklama dalgasında Sayın Kılıçdaroğlu cüret etti ve çaktı telefonla desteği Sayın Eş Genel Başkan Sancar’a. HDP açıklayınca öğrendik biz de. Bu hesaba göre, Ayhan Bilgen’den sonra, 65 belediyeden altısı kaldı HDP’de. İkisi ilçe, gerisi belde. Kars İl Genel Meclisi seçim yapamasın diye apar topar oradaki HDP temsilcileri de tutuklandı. Kayyım vali uzun namlulu silahlı koruma görevlileriyle geldi, belediye önünde kaldırımda elhamdülillah namazını kıldı, icraata başladı. İktidar sözcüsü bir yazar var o “samimi buldum” diye yazdı belediye önündeki “fetih” namazını. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “böyle samimi bir demokrasi bulamazsınız dünyada” demişti. Öyle samimi, aile ortamı gibi bir ülkemiz var çok şükür. Siz nasıl Abdullah Zeydan’la samimi dostluğu iyice ilerletmişsinizdir Edirne’de, biz de dışarıda öyle.

Dr. İlker Küçükparlak’a dert yanmıştım bir keresinde. “Tek korkum” demiştim, “kızım (ellerinden öper Selahattin abisi, benim kızım Alaz da oniki yaşında oldu) şöyle onsekiz yaşına filan geldiğinde bana dönüp, ‘baba sen de mangalda kül bırakmıyorsun, şöyle geri dönüp baktım da kalıbının adamı değilmişsin’ derse, ben o zaman biterim” demiştim. O da bana kısaca “böyle bir baba-kız ilişkisi yok, sen ona güven ver yeter” demişti. Endişeye mahal olmasa da, bu bakımdan senin gözbebeğin kızların ne denli şanslı Selahattin, her gün göğüslerini kabartıyorsun onların, ne kadar övünseler azdır babalarıyla.

Ben bencil, tuzukuru tayfadanım Selahattin biliyorsun. Ne solculuk, ne örgütlülük, ne Kürtlük var bende. Zaten ondan şaşırıyorlar ya “neden Kürtçülük yapıyorsun?” diye. Derdim o değil aslında ama neyse anlatamıyorum işte derdimi boşver. Sana moral vereceğim yerde, canım sıkıldığında ben moral bulmak için senin kimi eski kayıtlarını açıp izliyorum. Hani “artık ona Selahattin demeyeceğim” çıkışına verdiğin “çok zekice bir hamle, bunu beklemiyordum gerçekten” diyorsun misal, ona hep gülüyorum gevrek gevrek. “Lan Selo…” diyorum. Kusuruma bakma, laubalileştim. 

Sağlığına dikkat et. Ne zaman yüz yüze görüşürüz bilemiyorum. Çıkınca ünlü olacaksın ya tanımazsın artık belki bizleri. Hem bakarsın, seni beklerken dışarıda, ben senin yanına gelmişim içeri. Olmaz olmaz deme, yazdım döktüm işte bak aşağı yukarı son bir haftalık ceraim raporunu. Her şey mümkün. Beterin beteri her zaman daha mümkün kötünün iyisinden. Bu gayya kuyusundan nasıl çıkılır, onu da kestiremiyorum. Yine de o zamana dek senin öğüdünü tutmaya çalışacağım: “Asla yılmayacağız. Gözlerimizde korku, gözlerimizde telaş, gözlerimizde tedirginlik göremeyecekler.”

Ne güzel buluyorsun hep böyle etkileyici sözleri. Gözlerinden öperim.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.