Bu hafta sonu Balat ve Fener’e demir atın!
Balat ve Fener, İstanbul’un son yıllarda yeniden hatırlanıp ‘yıldızı parlayan’ semtlerinden. Peki Balat ve Fener’de ne yapılır? Neresi gezilir, ne yenir, ne içilir?
İSTANBUL’UN LEZZETLİ TARİHİ – 1
DUVAR – Haliç sahilinde sıkışık trafikte beklerken dikkatinizi çeken o ‘paslı’ demir yapıyı hatırladınız mı? Hani iki caddenin ortasına yalnız başına ‘demirlemiş’ atmış’ olan kiliseyi? Peki bu ikonik yapının, İstanbul bir yana, tüm dünyada bir benzerinin daha bulunmadığını biliyor muydunuz?
TEK TEK KAYNAK YAPILDI!
Burası, Sveti (Aziz) Stefan Kilisesi. Dünyadaki tek demir kilise. İnşaatı 1898’de tamamlanmış. Dış cephesinden merdiven ve pencerelerine, süslemelerine kadar her şeyi demirden. Parçaları yap-boz gibi, yerinde bir araya getirilip kaynatılmış. Bu, şu anlama geliyor: Kiliseyi söküp, bir başka yere taşıyabilirsiniz. Yani, neo-gotik ve neo-barok unsurlar taşıyan bu eşsiz kilise, esasında ‘prefabrik’ bir yapı.
BİR GECEDE KURULDUĞU DOĞRU MU?
Hakkındaki rivayetler muhtelif. En bilineniyse şu: Siyaset tarihi açısından, çağlardan milliyetçilik çağıdır. Ortodoks Bulgarlar, Ortodoks Rum Cemaati’nden ayrılıp kendi bağımsız kiliselerini kurmak, kendi dillerinde ayin yapmak ister. Sultan Abdülaziz Bulgar cemaatini ‘kırmamak’ için kilisenin inşaatına onay verir. Fakat Rumları da ‘kırmak’ istemez; Bulgar cemaatine inşaat için sadece bir ay tanır. Kilisenin yetişmeyeceğini düşünür. Fakat Bulgar cemaati Sultan’a ‘çalım’ atar ve Viyana’da dökülen demir parçaları getirip, Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin yanı başına bir gecede tek tek birbirine kaynatarak bu ihtişamlı kiliseyi kurar…
ESKİDEN DENİZE NAZIRDI
Bu efsanenin yazılı bir kaydı yok… Fakat bilinen şu ki, Sveti Stefan Kilisesi’nin mevcut yerinde eskiden ahşap bir kilise vardı. Arazi, Bulgar cemaatinin önde gelenlerinden, Osmanlı Sarayı’na yakın devlet adamı Stefan Vogoridis tarafından 1849’da bağışlanmıştı. Ahşap kilise 1850’de inşa edilmişti. Osmanlı daha büyük bir kilisenin inşasına izin verince bir proje yarışması açıldı. Fakat arazi denize çok yakındı (bugünkü yol yoktu!); zemin kaygandı.
MİMARİDE DEMİR ÇAĞI!
İtalya’da eğitim almış İstanbullu Ermeni mimar Hovsep Aznavur yarışmada birinci oldu; ihaleyi de Rudolf Ph. Waagner Şirketi kazandı. Aznavur’un projesine göre aşınmaya karşı beton yerine demir bir iskelet kullanılacaktı. Hem mimarlık tarihi açısından da çağlardan ‘demir çağı’ydı; Paris’te bile artık bir Eyfel Kulesi yükseliyordu! Sveti Stefan Kilisesi işte bu nedenle demirden yapıldı. Bir ayda değil, Viyana’da tam bir buçuk yılda inşa edildi. Üç kubbesi bulunan haç şeklindeki kilise fabrikanın bahçesinde eksiklerin tespit edilmesi için bir kez ‘takılıp söküldü’. Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden gemilerle İstanbul’a taşındı. Altı çanı da Rusya’dan getirildi.
Sveti Stefan bir süredir restorasyon görüyor. Önüne yapılan yol nedeniyle denize doğru kaymaya, ‘pas tutmaya’ başlayan yapı, 10 milyon TL’yi aşan bir bütçeyle aslına döndürülecek. Restorasyonun 2017 başında tamamlanması planlanıyor…
İstanbul’un ‘yeniden keşfedilen’ semtlerinden Balat ve Fener de, işte Sveti Stefan Kilisesi’nden ‘yukarı’ya doğru yükseliyor. Bu hafta sonu bölgeyi turlayacaksanız, kendinize bir üçgen çizin; ‘tepelerdeki’ diğer iki ikonik yapıyı da sınır belirleyin: Bizans freskleriyle göz kamaştıran (ve bitmek bilmeyen bir restorasyon nedeniyle kısmen kapalı olan) Kariye Müzesi ve Marsilya’dan getirilen kırmızı tuğlaları nedeniyle ‘Kızıl Mektep’ diye de bilinen haşmetli Fener Rum Erkek Lisesi.
BİZANS, OSMANLI VE CUMHURİYET BİR ARADA
UNESCO’nun tarihi miras listesinde yer alan bu ‘üçgen’in ortasında neler mi var? 1600’lü yıllardan bu yana Rum Ortodoks cemaatinin merkezi olan Fener Rum Patrikhanesi; Noel Baba Kilisesi; Bizans döneminde, 9’uncu yüzyılda kilise olarak yapılan Gül Camisi; İstanbul’un fethinden sonra camiye dönüştürülmeyen tek ibadethane olan Moğolların Meryemi Kilisesi (Theotokos Panaghiotissa - Kanlı Kilise); Mimar Sinan’ın eseri olan ve bir zamanlar bahçesinde ‘Balat Mahkemesi’ kurulan Ferruh Kethüda Camii; İstanbul’un en eskisi olan Ahrida Sinagogu…
Fener’de 6-7 Eylül 1955 veya 1964-74 sonrası kent terk eden Rumlardan, Balat’ta da özellikle Varlık Vergisi sonrası Yahudilerden kalan rengârenk evler… Anlayacağınız, Balat ve Fener bugün bu ülkenin üzerinde bulunduğu toprakların tarihini eşzamanlı olarak yansıtan nadir yerlerden biri...
KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ ALT ETTİLER
Bölgede dolaşırken şunu da unutmamalı: Fener ve Balat sakinleri, ‘kentsel dönüşüm’ dayatmasına karşı çarpıcı bir mücadele verdi. Fatih Belediyesi’nin GAP İnşaat’la yürüttüğü kentsel dönüşüm projesi, 11 Şubat 2014’te ‘bölgenin sosyal yapısını değiştireceği’ için İstanbul 1. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Davayı, Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahipleri ve Kiracılarının Haklarını Koruma Derneği (Febayder) açmıştı…
ÖNCE KAHVALTI!
Gelelim yeme-içme faslına… Bölgede, bazen 'bozulur mu' endişesine de yol açan ‘Karaköy tipi’ bir ‘kafeleşme’ söz konusu. Dolayısıyla seçenek bol. Kahvaltı için Fener'de, Patrikhane'nin yakınlarında yan yana konumlanan kafeleri tercih edebilirsiniz. Ma'ide veya Naftalin en popüler noktalardan. Tam karşılarındaki Rag'n Roll ise semtin 'ünlü' vintage mağazalarından biri.
Maide Cafe (@maidecafe) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()
2nd Hand & Vintage (@ragnrollvintage) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()
TIN'DE TARTIN ZAMANI!
Daha 'yeni nesil' bir kahvaltı içinse, nispeten yeni açılan Tin'i tercih edin. Serpme kahvaltının yanında ekmek üzeri atıştırmalık 'tartin'lerden sipariş etmeyi ihmal etmeyin; pişman olmayacaksınız.
KENTİN EN KIYMETLİ KAHVALTISI: HOBBIT HOUSE
En 'kıymetli' kahvaltı mekânıysa, şüphesiz Hobbit House. Hansel ve Gretel'in pasta evini andıran binası veya 'korkunç' derecede lezzetli ekolojik kahvaltısı işin detayı... Zira burası ücretsiz bir paylaşım noktası. İçerisi müze gibi. Artık kullanmadığınız eşya ve kitaplarınızı Hobbit House'a bırakın; herkese açık olan 'Paylaş-Kurtul Gardolabı'ndan ihtiyaç sahipleri istediğini alsın...
ÖĞLE YEMEĞİNDE KÖFTECİ ARNAVUT'U TEK GEÇİN!
Öğle yemeğine gelince... Esasında çok adres var ama birini ayırmak/kayırmak şart: Köfteci Arnavut. Asıl adı, Mavi Köşe Lokantası. 1937'den beri burada. Klasik bir esnaf lokantası. Köftesi, piyazı ve ciğerinin tadı damağınızda kalacak. Trileçe'ye de denk geldiyseniz, çok şanslısınız demektir.
[email protected] (@arnavutkoftecisi) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()
Öğle yemeği veya akşamüstü atıştırması için kaçırılmaması gereken ikinci noktaysa, Forno. Açık büfe kahvaltısının yeri ayrı ama taş fırından çıkan özel çıtır lahmacunun, çeşit çeşit pidelerin ve pizzaların yer apayrı. Forno akşam 9'da kapanıyor, bu bilgiyi sakın unutmayın!
BU GECE BENİM GECEM!
Balat'ta akşam sofrasına oturacaksanız, önünüzde İstanbul'un en kimlikli, en 'mezeli' meyhanelerinden bir seçki var demektir: Tarihi Agora Meyhanesi'nde ot, balık ve sakatattan yapılan çeşit çeşit mezelere kadeh kaldırın; 'Meze daha ne kadar lezzetli olabilir ki' dedirten (ve aslında pek de duyulmaması istenen!) Sahil Meyhane; özellikle deniz ürünleriyle gerçek bir Rum meyhanesi olan BarbaVasilis ve 'eklektik' mezelerini unutamayacağınız Cibalikapı Balıkçısı!
Barba Vasilis (@barbavasilrummeyhanesi) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()
MA'İDE
Yıldırım Caddesi, No 26/A
NAFTALİN
Yıldırım Caddesi, No: 22/A
RAG'N ROLL
Yıldırım Caddesi, No: 31-A
TIN
Rendeci Sokak, No: 1A
HOBBIT HOUSE
Yıldırım Caddesi, No: 119
KÖFTECİ ARNAVUT - MAVİ KÖŞE LOKANTASI
Mürselpaşa Caddesi, No: 139, Balat – İstanbul
FORNO
Fener Kireçhanesi Sokak, No 13
AGORA MEYHANESİ 1890
Mürselpaşa Caddesi, No: 185
SAHİL RESTAURANT
Mürselpaşa Caddesi, No: 245
BARBAVASILIS RUM MEYHANESİ
Abdülezelpaşa Caddesi, No: 97
CİBALİKAPI BALIKÇISI
Kadir Has Caddesi, No: 5