Güzelliklerin hüzünle harmanı: Budapeşte
Budapeşte, tanıklık ettiği hiçbir acıyı unutmamış. Tüm sokakları bu acıyı taşıyor.
Geçtiğimiz ocak ayının son günlerinde Prag'ın, Cesky Krumlov'un, Bratislava'nın ve Viyana'nın ardından Budapeşte'deydim. Bana insanı kendine getirten havasıyla Berlin'i hatırlatan Budapeşte'de, keskin soğuğa rağmen güneş puslu puslu etrafımızdaydı.
Prag'dan sonra burada da insanlar ilk bakışta yorgun. Daha dikkatli bakıldığında ise bu insanların yüzlerinin sadece samimiyetsiz gülümsemelerden yoksun olduğu anlaşılıyor. Kimse Avrupa'da daha önce sokaklarında kaybolduğum onca şehrin insanları gibi, 'biri olma' uğraşında değil. Ne üst başlarıyla, ne son model arabalarıyla bir gruba dahil olmaya çalışmayanların malesef ki sadece birkaç günlük zaman diliminde etrafında olabiliyorum, yine de özlenen dinginliği hissediyorum.
Buraları gezen Batılı yabancıların, bu saf 'insan olma' halini kasvetli bulup, bir 'komünizm etkisi' olarak damgalamaları ve Sovyetleri suçlamaları ise üzücü. Çek Cumhuriyeti ve Macaristan halklarının Batı'nın gereksiz dayatmalarından uzakta insanlıklarını ve benliklerini koruduklarını yakalamak biraz gözlemle ve şehrin insana hissettirdiklerine odaklanmakla mümkün.
YAHUDİ GETTO'SUNDA UMUT İNŞASI
Tuna Nehri'nin Buda ve Peşte olarak ikiye ayırdığı şehirle ben insanlarını tanıyarak, sokaklarında kaybolarak, ikinci el dükkanlarını gezerek kucaklaşmak istedim.
Sadece 75 sene öncesinin acılarının hala gökyüzünde, binalarda, sokaklarda, tebessümlerde ve insanların soğuktan donmak üzere olan parmaklarıyla yaktıkları her sigarada olduğunu hissetmek Avrupa'dayken sarsıcı olmasının yanında heyecan da verici. Sanki olaylara tanıklık ediyormuş, daha çok hissedebiliyormuş gibi geliyor insana her şeyin yaşandığı caddelerde yürürken.
Bir de Avrupalıların çok sevdiğim acıların üstüne, yanına, sağına, soluna yeniden umut inşa etme çabası var. Berlin Duvarı'nın yanında başlayan Kreuzberg isimli bölgenin şehrin en keyifli cafelerini, barlarını, en alternatif gece kulüplerini bulundurması, göçmenlere ev olması gibi, burada da bir zamanlar Nazi Almanya'sının getto olarak kullandığı Yahudi Mahallesi'nden yükseliyor birbirine karışan müzik sesleri ve gençlerin kahkahaları.
1944'te Macaristan Naziler tarafından işgal edildiğinde Yahudi nüfusunun neredeyse 3/4'ünün eviydi. Şu an "Yahudi Mahallesi" olarak anılan, şehrin birçok alternatif "harabe bar"larını, yahudi lokantalarını, bit pazarlarını ve gece kulüplerini barındıran bu bölge, 1944 Aralık ayının sonunda 70.000 Yahudinin insanlık dışı şartlarda hapsedildiği, ölüm kamplarına gitmeyi bekleyenlerin birçoğunun açlığa ve soğuğa dayanamayıp hastalıktan sokaklarında can verdiği bir bölgeydi...
Her sokağının insanı kendine çağırdığı Yahudi Mahallesi'nde yürürken kendimi Dohany Caddesi'ndeki Büyük Sinagog'un önünde buluyorum. Sinagog, Nazi yanlısı Macar Ok Haç Partisi tarafından bombalanmış, Alman Radyosu'na üs olmuş, 2. Dünya Savaşı sırasında ahır olarak kullanılmış ve Sovyetlerin gettoyu özgürleştirmesi ile yeniden, Tanrı'ya tüm yaşanılanlardan sonra hala yakarmak isteyenlerin evi haline gelmiş...
Dünya'nın en büyük sinagoglarından biri olan Büyük Sinagog'un arka kısmındaki avluda Ok Haç Partisi tarafından katledilmiş 2000 Yahudi'nin mezarlığı bulunuyor.
TERK EDİLEN EVLERİN 'GERİ DÖNÜŞÜMÜ': HARABE BARLAR
Terk etmek zorunda bırakılanların boş kalmış evleri ve unutulan anıları ise şimdileri "Ruin Pubs (Harabe Barlar)" olarak insanların tekrar gülebildikleri alanlara dönüştürülmüşler.
Ben şehrin bu yolla yeniden yaratılmış ilk barı olan Szimpla Kert'e gittim. İçlerinde oturarak içkinizi içebileceğiniz eski bir araba ve küvetler, birçok eski eşyanın geri dönüştürülmesiyle oluşturulmuş tasarımlar bulunduran barın tavanlarında gitarlar asılı. Yaz aylarında açık hava sineması olarak kullanılan, film festivallerine ve sergilere kapılarını da açan Szimpla Kert düşünmek, üretmek ve ilham almak isteyenlere kolektif bir alan yaratıyor.
Kışın ise, yazları çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapan bu avlunun üstü kapatılmış.
Peşte'den ayrılıp, Buda'daki Sovyetler'in eski Yugoslavya'da inşa ettikleri fütüristik anıtları andıran otelime geçiyorum. Ertesi sabah Yahudi Mahallesi'ni bir de gündüz gözüyle görmek istediğim için tekrar Peşte'deyim.
ALTERNATİF BUDAPEŞTE
Ben eski belediye binaları, tarih kahramanlarının heykellerini ya da alışveriş temalı 'ünlü' meydanları gezmektense, dolaştığım şehirlerin yerli insanlarıyla tanışıp, önerilerini alarak, sokak sokak gezmeyi tercih edenlerdenim. Bu yüzden bit pazarlarından anılar toplamayı, ilginç tadlar denemeyi ve yabancılarla anları paylaşmayı seviyorum. Cumartesi gündüz geldiğim Yahudi Mahallesi'nde tüm bu isteklerimi gerçekleştirebilmek mümkün.
Hafta sonlarının bir klasiği haline gelen ikinci el pazarlarında Çek Cumhuriyeti'nden, Macaristan'dan, Almanya'dan 50'li yıllara kadar giden mektuplar, ceketler, şamdanlar, kaybolmuş aile fotoğrafları, Sovyet askeri madalyaları, analog fotoğraf makineleri, gümüş broşlar gibi daha birçoğu satılıyor.
Macaristan'ın para birimi euro olmadığından bu eşyalar arasında yakaladığınız zevkli şeyleri gerçekten ucuza satın alabiliyorsunuz.
Yemek kültürü olarak yine Yahudilere ait "koşer" lokantalar öne çıkıyor. Buralarda falafel, humus gibi Arap kültüründen de aşina olduğumuz tadların yanı sıra birçok farklı lezzeti denemek mümkün.
Bu bölgedeki kafeler ve lokantalar da tercih edilen eski mobilyalar ile oturma odası rahatlığını hissettiriyor insana. Çoğunda, enstrümanlar konseptin bir parçası gibi gözükse de, akşama doğru Klezmer müziklerini, Franz Liszt klasiklerini bir anda işitebiliyorsunuz.
Rus oturma odası konseptiyle Cafe Zsivágó bu yerlerden biri.
Sokak yemeklerini tatmayı ve aslında dışarıda olmayı çok sevmeme rağmen, Ocak ayının son günlerindeki Budapeşte soğuğunda ben hep içeride olabileceğim yerleri seçtim. Açık alanları ve festivalleri ile Budapeşte'yi güneş gerçekten insanı ısıtırken gezmenin daha keyifli olacağını düşünüyorum.
Yok edilmek istenmiş halkları, yitirilmiş umutları, yıkılmaya yüz tutmuş binaları, sokaklarına sinmiş hüznü ile şahit olduğu onca kanlı sahneden sonra Budapeşte tıpkı, kaosun, şiddetin, acının ve her şeye rağmen birçok güzelliğin yoğrulup renklerden korkmaksızın tuvallere döküldüğü bir resim sergisi gibi: göz alıcı, sarsıcı ve samimi.