Memur Çocuğu'nun gezileri: Tiyatro dekoru değildir Bozcaada

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Hurraaa, feribottan iniliyor. Koştura koştura sokak araları geziliyor, bir yerde yemek, bir yerde deniz. Feribotlara doluşulup Geyikli’ye dönülüyor. Bir sakıncası mı var, yok tabii, aynen bir faydası olmadığı gibi. Türkiye’nin üç bir yanı deniz, istediğin yerden girebilirsin, iyi yemek desen her yerde mevcut. Neden bu Bozcaada ısrarı?

Bak ne diyeceğim, senin ihtiyacın olan kendini biraz olsun Ege’ye bırakmak. Gevşe biraz. Bozcaada’da bir gün geçirelim birlikte, seni ben gezdireyim.

Bazı insanlar vardır, yapamadığımız şeyleri, bizim için yaparlar; piyano çalarlar, yemek pişirir, balık tutarlar… Hakan Bey de müze açmış. Eğer Bozcaada’yı bir nebze hissetmek istiyorsan, feribottan iner inmez ilk işin reçelciye saldırmak değil, şehir müzesine gitmek olmalı. Eşiyle birlikte seni müzenin kapısında karşılıyorlar. Kısa bir anlatımdan sonra, kendin gezmeye başlıyor, istediğin zaman aklına takılan soruları sorabiliyorsun. Her bir oda, adayla ilgili farklı bir konuyu ele alıyor; seni yıllar öncesine, ada sakinlerinin yaşamlarına davet ediyor. Çanakkale Savaşı ile ilgili oda ayrıca gezmeye değer.

Kıyıdan Bozcaada ve kale...

Sakın 'müzeler beni sıkar' deme. Müzeler aslında büyücüdür, bizi benmerkezci dünyalarımızdan kovalarlar. Bir müzeyi gezerken, eğer izin verirsek, gözümüzde imgeler canlanmaya başlar; o kadar hızlı gerçekleşir ki bu durum, hayal bile edemeyeceğimiz yerlere çoktan varmış oluruz. Bazen bir sokak öteye, bazen evrenin diğer ucuna. Şehir müzesinin koridorunda ilerledikçe, siyah beyaz fotoğraflar renkleniyor. Adada gezerken “Aaaa, ne güzel.” diye göz ucuyla bakıp geçtiğimiz evlerin, bir zamanlar senin benim gibi birisinin yuvası olduğunu deneyimliyoruz. Her adımda öğreniyoruz, güzel Bozcaada bir tiyatro dekoru değildir.

.

MERMER BASAMAK

1950’lerde adadan Avustralya'ya büyük bir göç gerçekleşiyor. Gidenler geri dönmüyor, bazıları ziyarete geliyorlar arada sırada. Müzenin bulunduğu evde yaşamış olan ailenin torunları da gelmişler geçenlerde; ellerinde evin giriş basamaklarında çekilmiş eski bir fotoğraf varmış, aynı yerde, bir benzerini çektirmek istemişler. Acaba neden? Bugün yoldan geçen birisi, müzenin merdivenlerinin yıpranmış olduğunu düşünür; oysa merdiven basamaklarının tam ortasındaki kırık eski yıllardan kalmadır. Torunların yanlarında getirdikleri siyah beyaz fotoğrafta aynen yer alan bu kırık, bizim için belki anlamsız bir ayrıntı, onlar için vazgeçilmez bir aile yadigarı, belki de kalp kırıklığıdır.

.

Anılar anıları açıyor. Müzenin bodrum katında eski markaların ürün paketlerinden oluşan bir koleksiyon var, muhakkak gezmelisin bu bölümü. Tipitip sakızlarının yer aldığı camekana yapışıyorum. Hooop, zamanda yolculuk: İzmir Karşıyaka, Çarşı İçi, 1715 Banka Sokağı, çocukluğum. Soru: “Para nasıl kazanılır?”. Bayram paramla 100 cikletlik bir Tipitip kutusu aldım, amacım sakızları iki katına satmak. Sabah, apartmanın girişindeki mermer basamağa tezgah açtım. Bir gün boyunca zar zor 10 tane satmışımdır. Girişimci olmak, sakız çiğnemeye benzemez. Sonra aklıma geliyor, Çanakkale köylüsü Tahir amcanın sözleri: “Herkes sakız çiğner ama Ayşe Teyze gibi patlatamaz!” 90 tane sakız bende patlıyor, çiğne çiğne bitmez, arkadaşlara dağıtıyorum. Her şey o mermer basamağın gözleri önünde yaşanıyor. Acaba hatırlıyor mudur beni?

HİÇBİR YERE ÇIKAN MERDİVEN

Müzenin giriş ve bodrum katı bitti, şimdi sıra diğer katlarda. Yukarı doğru uzanan spiral tahta bir merdiven, basamaklarının üstü dolu, yürüyecek yer yok. “Herhalde üst katlar ziyarete açık değil, en güzel kısımları da hep kendilerine saklarlar!” diye içimden geçirirken “Neden yukarı çıkılmıyor?” diye soruyor; “Yukarısı yok ki. Oturulmaya oturulmaya bina çökmeye, yüzeyindeki mermer süslemeler sokağa dökülmeye başlamış, güvenlik için üst iki kat kontrollü olarak yıkılmış” yanıtını alıyorum. Adanın en güzel evinin ihtişamından geriye bir giriş, bir bodrum, bir de gökyüzü kalmış.

.

Merdivenin sarmal yapısı, insanı yukarı doğru vakumlamak istiyor. Kafamı kaldırıyor, uzanmak istiyorum. Trabzanlar kısalıp kısalıp tahta tavanda tükeniyor. Tenedos [Bozcaada’nın eski adı] orada son buluyor. Aynı adanın bir zamanki halkı gibi, bu merdiven hiçbir yere çıkıyor!

Sen de benim gibi zaman zaman “Kaybetmişiz bütün adaları, koca Ege Denizi’nde Türkiye’ye kala kala iki ada kalmış.” diye hayıflanmış olabilirsin. İstisna Bozca ve Gökçe Adanın müstesna Rumları nasıl hissetmişlerdir acaba; anakaralarından ayrı gayrı, yalnız hissetmişler midir?

“Ada’da çan sesleri yok artık” denilince burun kıvıranlar, Balkanlar’da ezan sesinin kısılmasına üzülüyorlar. Kim haklı? Belki de herkes. Belki de bu soru yanlış. Dünya yurttaşları olarak meselelere başka bir açıdan bakma zamanımız gelmedi mi, ne dersin?

SONSÖZ

Bozcaada. Günün sonu. Denize girilmiş, yemekler yenmiş. Reçeller, bademli kavala kurabiyeleri, şaraplar, hediyelik seramikler, vs... alınmış. Tenler pembeleşmiş ve bacaklar şişmiş bir halde feribota ulaşılmış. Güneş battı batacak, ışığı etrafı tatlı tatlı aydınlatıyor. Bir çocuk, babasının dizine yatmış, dondurması ağzının kenarları ve külahının dört bir yanından akıyor. Herkes ama herkes mutlu. Ege onları ayırt etmeksizin sarıp sarmalamış, kucaklamış; hem de “Bunlar müzeyi gezenler, bunlar da diğerleri” diye parmak sallamadan. Ama siz siz olun, müzelere farklı bir gözle bakın yine de, olur mu?

Gün batımında kale...

www.memurcocugu.com

Etiketler müze Bozcaada ada