Milano: Geliyoore, gidiyoore, seni ben çok seviyooore
Milano yürünmeli, caddelerde, sokaklarda kaybolunmalı. İşte o zaman mimari, bir panzehir gibi ruhuna zerk oluyor, seni daha iyi bir insan yapıyor. Merak tüm bedenini ele geçiriyor. Binaların cephelerine hayran kalmakla kalamıyor; "Acaba"diyorsun "bu kapının ardında ne var?"
İtalya'yı görmediysen ve öncelikle nereye gideyim diye soruyorsan, akla gelen ilk seçenek Milano olmayabilir! Çünkü Milano; bir Roma, Venedik ya da Floransa değil: makyajsız, sade. Tarihi en az onlar kadar eski olmasına karşın, Milano modern bir şehir; kafalarda oluşturulan genel ve turistik İtalya imajıyla hiç örtüşmüyor. Elbette yüzlerce başyapıtı barındırıyor. Örneğin, şehrin kalbinde yer alan, tamamı mermerden yapılmış, dünyanın en büyük üçüncü gotik katedrali Duomo ya da Leonardo da Vinci'nin "Son Akşam Yemeği" tablosu bunlardan sadece iki tanesi. Tahmin edeceğin gibi, bu yazıda herhangi bir web sitesinde rahatlıkla ulaşabileceğin bilgileri paylaşmaktan mümkün olduğunca kaçınacağım. Birazdan sokak aralarına gireceğiz seninle. Sonraki yazılarda Alpler'in vadilerinden Milano'ya doğru uzanan berrak göllerde yüzecek, yazlık sarayların botanik bahçelerinde salınacağız. Ve birçok eve konuk olacağız. Hatta "window shopping" yapacak, yani vitrinlere bakıp bakıp hiçbir şey almayacağız; daha doğrusu alamayacağız: Bkz. Avro, döviz kuru...
Milano; moda, tasarım, mimari ve sanat severlerin cenneti. Sanat galerileri, müzeler, tasarım dükkanları, restoranlar, mimarinin en güzel örnekleri içinde yer alıyor. 18, 19 ve 20'nci yüzyılda yapılmış kamu binaları ve apartmanlar her yanını sarıyor, ama sen ilk başta farkına bile varmıyorsun, değerini anlayamıyorsun. Çünkü bizler, ister istemez apartmanlardan bunalmış, gezilerinde kapsama alanına sadece tarihi binaları alan "Prag"matist turistleriz çoğu zaman, öyle değil mi? Modern yapı deyince en fazla, New York gökdelenlerini özel bulabiliyoruz.
Milano yürünmeli, caddelerde, sokaklarda kaybolunmalı. İşte o zaman mimari, bir panzehir gibi ruhuna zerk oluyor, seni daha iyi bir insan yapıyor. Merak tüm bedenini ele geçiriyor. Binaların cephelerine hayran kalmakla kalamıyor; "Acaba"diyorsun "bu kapının ardında ne var?" Binaların muhteşem girişleri seni içeriye, yüzyılların avlu kültürüne dalmaya davet ediyor. Milano çok zengin bir şehir, "Privato Estate" yani özel mülk yazılarını aşabilir, apartman görevlilerinden izin alabilirsen, apartman girişi ve belki avluyu görmene izin veriyorlar. Kullanılan malzemenin çeşitliliği ve işçilik dudak uçuklatıcı. Mermer, granit, seramik, demir, çelik, cam, pirinç, bakır, mozaik, aklına ne gelirse. [Merakını gidermek için Taschen Yayınevi'nden çıkan "Behind Closed Doors" / "Kapalı Kapıların Ardında" kitabını okuyabilir ya da bu kitabın kısa videosunu izleyebilirsin.]
Önümüzdeki günlerde Milano'nun birbirine pek benzemeyen kapılarından içeri gireceğiz. Bugünkü kapımız, bir heykeltıraş olan Francesco Messina'nın evine açılıyor. Aslında burası bir kilise. Milano şehri, 1974 yılında artık kullanılmayan "San Sisto al Carrobbio"kilisesini, o zaman zaten çoktan ünlenmiş olan, 1900 doğumlu heykeltıraşa stüdyo ve ev olarak kullanması için tahsis ediyor. Bina bugün heykeltıraşın kişisel müzesi olmasının yanı sıra bir sergi mekanı.
Duomo meydanından 10 dakika yürüyerek vardığın evin girişinde seni iki sürpriz bekliyor, gönüllü rehberler ve tüm evi sarmış olan ağaç dalları. Bakımsızlıktan değil! Birbirine sıkı sıkı bağlı kalın çelik kabloları andıran bu dallar, bir önceki sergiden kalmış ve özellikle kaldırılmamış. Hangi ağaca ait oldukları ise merak konusu. Gönüllü rehberlik İtalya'da çok yaygın, ancak İngilizce biraz sorun olabiliyor, buna karşın "Ospitalità Italiana"yani "İtalyan misafirperverliği"dil sorununun beden dili yardımıyla aşılmasını sağlıyor. Tipik Akdeniz; o onu, öbürü diğerini çağırıyor, dört kişi, çeyrek kişilik İngilizceye ulaşıyoruz. Daha eve girmeden binanın yanındaki büyük kaldırım taşlarından fışkırıp tüm binayı saran ağaç dallarının kökenini bulmaya çalışıyoruz bir arada. Tek kelime İngilizce konuşamayan ama uzun süredir burada gönüllü olarak çalıştığı için eski sergiyi görmüş olan Maria "nocciola"diyor. Dikkatli bakınca fındık ağacının dallarını hemen tanıyorum. Ne de olsa bir miktar da Karadenizli'yim.
Diğer bir gönüllü rehber olan Giancarlo; yüksek tavandan dolan ışıkla aydınlanan geniş mekanın, Messina'nın 74 yaşından itibaren heykellerini ürettiği büyük atölye ve evinin merkezi olduğunu söylüyor. Messina daha önce tanıdığım bir heykeltıraş değil, Giancarlo'ya "İtalya'nın Rodin'i mi?"diye soruyorum. Sıcakkanlı bir şekilde verdiği yanıt özet olarak, Messina'nın Rodin'in gölgesi bile olamayacağı izlenimi veriyor. Dürüstlük ve içtenliği hoşuma gidiyor. Messina, kesinlikle tanımaya değer, Giancarlo da.
Messina Sicilya'lı. 21 Ekim'e dek sürecek sergi, eski Agrigento şehrinden getirilen kalıntılarla, Messina'nın eserlerini bir arada sunarak aradaki benzerlikleri görmemizi sağlıyor. Örnek bir sergi ve müzecilik anlayışı. Kuru kuru gezmek yok, sizi aktive ediyor. Milano'nun her yanına dağılmış sergi afişi, çalışmanın ana fikrini anında veriyor: Messina'nın eşi Bianca'nın büstünün üzerine grafik olarak giydirilmiş bir antik kadın başı. Geçmiş ve şimdi, birbirini taklit etmeyen, besleyen.
Kiliseden bir merdivenle yandaki ek binaya geçiyoruz. Burası Messina'nın evi ve daha küçük heykellerini yaptığı atölyeye çıkıyor. İki tane renkli balerin heykeli ve ardında yer alan fotoğraflar dikkatimi çekiyor. Antik dönemde heykeller sandığımız gibi sade mermer değil, boyalılarmış, hem de rengarenk. Messina'nın bu iki heykeli de öyle. Giancarlo, balerin heykellerini işaret ederek "La Scala'da onları canlı canlı izledim, o kadar yaşım var."diye gülümsüyor.
Milano, La Scala Operası'nın ana, Leyla Gencer'in de ikinci yurdu. Veee... Kendimi bir anda Zeynep Oral'ın yazdığı "Bir Tutku'nun Romanı Leyla Gencer"in içinde buluveriyorum. Kitap bir uçurumun kenarında başlayıp, Gencer'in, virajlarla dolu yaşamını bir çırpıda tüketmenle sona eriyor. Milano, Messina'sından Gencer'ine tam bir metropol, yazmakla bitmez. Önümüzdeki haftalarda konuk olacağımız diğer "Casa Milanese" yani Milano evlerine bekliyorum.
Bu yazıya ilişkin bütün fotoğrafları görmek için blog sayfamı ziyaret edebilirsin: www.memurcocugu.com