İsyancıların ve yazarların şehri: Dublin
Dublin'in en önemli caddesinde bulunan 1916 ayaklanmasının merkezi postane binası Michael Collins’in hayatını öğrenebileceğiniz ve bu isyanın öyküsünü göreceğiniz en önemli yer. Hâlâ duvarlarında kurşun, şarapnel ve bomba parçalarının olduğu tarihi postane binası bir müze olarak faaliyet gösteriyor.
DUBLİN - Bir yazar Dublin için 'yazarların ve şairlerin şehri' demiş. Şehrin sokaklarında gezerken buna bir de isyancıları ve devrimcileri eklemek gerektiğini düşündüm. Bir konferans için geldiğim İrlanda’da önce Dublin sonra Belfast’a gidecektim. Ancak Belfast ayağı İngilizlerin kendilerini kıta Avrupa’sından ayırmak için yaptıkları Brexit oylamasının talihsiz sonucuna takılınca Dublin’i gezmek için iki koca günüm oldu. Rehberim de aynı talihsizliği yaşayan İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu bir 'dış haberci' olunca Dublin’i doyasıya gezme imkânı buldum.
İRLANDALILARIN BİTMEYEN MÜCADELESİ
İlk defa gittiğiniz her şehir sizde bir duygu uyandırır. Bazen ihtişamı sizi ezer, hayranlıkla bakarsınız ama yaşamak aklınızdan bile geçmez. Dublin’de Akdeniz şehirleri gibi gürültücü olmayan bir canlılık ama daha belirgin olarak da bir sakinlik ilk dikkatimi çeken şey oldu. Oysa bu topraklar uzun süre bir yoksulluk ve şiddet sarmalında yaşadı. Her ne kadar İrlanda 1916 ayaklanmasının ardından 1921 yılında ayrı bir parlamentoya sahip olsa da Kuzey İrlanda’nın İngiliz hakimiyetinde kalması burayı da derinden etkilemiş. Malum Kuzey İrlanda’da 1998 yılında İrlanda Kurtuluş Ordusu (IRA) ile yapılan Hayırlı Cuma Antlaşması’ndan sonra şiddet başkenti Belfast olan kuzeyde de son bulmuştu. Ancak İngiltere’nin İrlanda’da yüzyıllar süren varlığı ve buna karşı direniş İrlanda kültürünün önemli bir parçası haline gelmiş. Belki bu yüzden bu ülkenin yazarları ve şairleri çok verimli olmuş. Dünya edebiyatının çok sayıda yetkin yazarı bu ülkeden çıkmış.
Kimler yok ki bu yazarlar arasında. Dünyanın ilk fantastik romanı sayılan Gulliver’in Gezileri'nin yazarı Jonathan Swift, roman ve oyun yazarı Bernard Shaw, Oscar Wilde, James Joyce... Tabi bir de İrlandalı devrimciler var. Dublin’de "Michael Collins" dediğiniz zaman akan sular duruyor. Şehir savaşının uzmanı, 1916 ayaklanmasının lideri bu devrimci heykellerden müzelere şehrin birçok yerinde karşınıza çıkıyor. Şehrin en önemli caddesinde bulunan 1916 ayaklanmasının merkezi postane binası Michael Collins’in hayatını öğrenebileceğiniz ve bu isyanın öyküsünü göreceğiniz en önemli yer. Hâlâ duvarlarında kurşun, şarapnel ve bomba parçalarının olduğu tarihi postane binası bir müze olarak faaliyet gösteriyor. Binada 1916 ayaklanmasının nasıl gerçekleştiğini gösteren videoları izleyebilir, ayaklanmada kullanılan silahlara, bombalara kadar birçok objeyi görebilirsiniz. Yalnızca İngilizlere karşı yapılan mücadeleyi değil, kadınların oy hakkı mücadelesinden işçi grevlerine kadar birçok toplumsal kesimin verdiği kavgalar müzede resimler, öyküler, heykeller şeklinde yer alıyor.
İRLANDA TARİHİ HEYKELLERDE YAŞIYOR
Dublin aynı zamanda bir açık hava müzesi gibi. Caddelerinin her birinde İrlanda tarihinde önemli rol oynamış kişilerin heykelleri bulunuyor. Önemli sosyalist işçi liderlerinden Jim Larkin’in ellerini havaya kaldırmış heykelinin kaidesinde, şu sözleri yer alıyor: Büyük, diz çökerek yaşadığımız için büyük görünür. Ayağa kalkalım.
Dublin önemli oranda geçmiş mimarisini korumuş bir şehir. En önemlisi şehri ortasından ikiye bölen Lifey nehrinin kenarına kurulmuş eski şehri yürüyerek ve hiçbir araca binmeden geçebilirsiniz. Ben şehir merkezinden uzaklaşarak kenar mahallelere uzun bir yürüyüş de yaptım. Şehrin mimarisinde elbette yüz yıllar süren İngiliz hakimiyetinden dolayı klasik İngiliz mimarisi hakim. Ancak Dublin evleri kapıları ile ünlü. Bu yürüyüş sırasında da rengârenk Dublin kapılarını görme imkânım oldu. Bu kapıların her birinin farklı renkli olmasının iki öyküsü var. İrlandalılar söz konusu olduğunda ikisinin de doğru olabileceğini düşünüyorum. İlk öyküde; Kraliçe Viktorya öldüğünde İngiltere ve ona bağlı bütün ülkelerde yas ilan edilerek kapıların siyaha boyanması istenir. Ancak bu emre sadece İrlandalılar uymaz. Bütün kapılarını siyah yerine farklı renklere boyarlar. Bir diğer öyküye göre; pub'larda içmeleri ile ünlü İrlandalılar, sık sık kendi evleri yerine başkalarının evlerinin kapılarını çalarmış. Bundan bıkan komşular kapılarını yanlarındaki evlerin kapılarından farklı renklerde boyamaya çalışınca rengârenk kapılar ortaya çıkmış.
Bu arada 'pub' denilince dünyanın en eski içki mekânının Dublin’de olduğunu aktarmak gerekir. 1198 yılında kurulmuş hâlâ aynı yerde faaliyet gösteren Brazen Head’da geleneksel İrlanda biralarının tadına bakılabilir. İrlandalıların bira ve viski konusunda fanatik olduklarını da belirtmek gerekiyor. Üzerinde Whiskey yazan bir şişe mutlaka İrlanda viskisidir. Publarda viski siparişi verirken isteklerini marka belirterek söylüyorlar.
DUBLİN’İN YAŞ ORTALAMASI YİRMİ BEŞ
Dublin aynı zamanda bir üniversite şehri. Dünyanın en önemli üniversitelerinden Trinity College şehrin tam ortasında ve tarihi binaları ile mutlaka gezilmesi gereken bir yer. Öyle ki şehrin caddelerinden Trinity College’in binalarının arasına girdiğinizde bir üniversite yerleşkesine geçtiğinizi önce fark etmiyorsunuz. Üniversite gotik mimarisi ve çoğu el yazması kitapları ile ünlü, dünyanın en büyük kütüphanesine de ev sahipliği yapıyor. Üniversite demişken şehrin çok genç bir nüfusunun olduğunun da altını çizelim. Yaş ortalamasının neredeyse 25 olduğu birçok kaynakta yazılıyor. Ayrıca son yıllardaki öğrenci ve göçlerle birlikte nüfusun yüzde 16’sı artık yabancılardan oluşuyor. Bunların önemli bir bölümü Dublin’de yaşıyor. Bu yüzden sokaklarda Çinli, Hintli, Güney Afrikalı değişik renklerden ve ülkelerden çocukların birbiriyle oynadıklarını görüyorsunuz.
İRLANDA’NIN BÜYÜK AÇLIĞI
Şehri ikiye bölen nehir üzerinde büyük kısmı tarihi köprüler birçok yazarın ve şairin ismini taşıyor. Modern mimarisi ile dikkat çeken yakın dönemde yapıldığı anlaşılan köprünün ismi James Joyce köprüsü. Yine nehir kenarında etkileyici bir mimariye sahip olan eski gümrük binası bulunuyor. Ama nehir kenarında beni en çok etkileyen, ünlü İrlanda açlığını anlatan heykeller oldu. 1845 yılında başlayıp tam yedi yıl süren bu açlık İrlanda tarihini etkileyen en önemli olay. İngiliz toprak sahiplerinin hakimiyetinde küçük tarlalarda kendilerine yetecek kadar patates üreten İrlandalı köylüler patatesi bir hafta içinde çürüten bir virüs yüzünden büyük bir açlıkla karşı karşıya kalmışlar.
Bu salgına kayıtsız kalan İngiliz imparatorluğu İrlandalıları neredeyse açlıkla terbiye etmeye çalışmış. Yedi milyonluk İrlanda nüfusunu dört milyona düşüren bu süreçte iki milyon İrlandalı Amerika, Kanada ve Avustralya’ya göç etmek zorunda kalırken bir milyon kişide açlıktan ölmüş. Dönemin Osmanlı padişahı Abdülmecit’in gönderdiği yiyecek yardımının da İrlandalılar tarafından unutulmadığını not edelim.
İki günlük Dublin gezimde özellikle edebiyat ve müze ağırlıklı dolaşmaya çalıştım. İrlanda Ulusal Galerisi Dublin’de mutlaka uğranılması gereken yerlerden birisi. İrlandalı ressamların birçok eseri bu müzede bulunuyor. Benim sevdiğim müzelerden birisi de küçük ama çok dolu bulduğum 'Yazarlar Müzesi' oldu. İrlandalı yazarların hayat öyküleri, resimleri, el yazması eserlerinin olduğu bu küçük müze İrlanda edebiyatının bir galerisi gibi.
HER KÖŞEDE BİR YAZAR, BİR İSYANCI
Ama İrlanda edebiyatı denilince iki ismin, Oscar Wilde ve James Joyce’un ayrı bir yeri var. Oscar Wilde, şehrin merkezinde bir parkın köşesinde karşıma çıktı. Diğer bütün heykellerden farklı olarak bir kayanın tepesine oturmuş şekilde tasvir edilmişti. Dublin’de ünlü yazar için, Ulysses’de geçen, Bloom ailesinin evi James Joyce Merkezi olarak düzenlenmiş. Bu evi gezerken Orhan Pamuk’un 'Masumiyet Müzesi'nin ilk örneğini gezdiğiniz duygusuna kapılıyorsunuz.
Yine beni etkileyen heykellerden birisi zincirlerden yapılmış bir kürenin içinde yanan ateşin olduğu İnsan Hakları anıtı oldu. Zeminde, "Bu ateşi kendimiz için değil, hapishanelerde, işkencelerde kurtaramadıklarımız ve kaçırılanlar, kaybolanlar için yaktık" yazıyor. Bütün ülkelerin 'şehitleri' askeri karakterdedir. Bir başka köşede karşıma tesadüfen çıkan Dublin’in şehitler anıtı ise göğe yükselen kuğular ve düşmekte olan üç kadın ve bir erkek figüründen oluşuyor. Bu kadar barışçı bir askeri anıt ancak Dublin’de olabilir diye düşünüyorsunuz.
Dolu dolu geçen iki gün Dublin’i bitirmeye elbette yetmedi. Game of Thrones’un çekildiği tarihi mekanlardan, Facebook’un merkezi ve ünlü Guinnes biralarının üretildiği tarihi fabrikaya kadar bir dizi yer görülmek için bekliyor.