Sezer: Batı ambargoları Rus kimliğinin konsolidasyonuna yol açtı
Dış politika analisti Aydın Sezer, Rusya-Ukrayna krizini, Türkiye'nin üstlendiği rolü ve Putin'in geleceğine dair öngörüleri Büyük Fotoğraf programında anlattı.
ANKARA - Uluslararası toplum üçüncü dünya savaşının eşiğine gelirken ve içinde bulunduğumuz sürece dair “Süper Soğuk Savaş” gibi tanımlamalar yapılırken, Rusya analisti Aydın Sezer, 14 Mart’taki Büyük Fotoğraf yayınında Türkiye’nin son dönemde Rusya-Ukrayna gerginliğindeki tavrı ve Rusya’nın iç dinamiklerine dair değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye’nin üçlü zirvedeki kolaylaştırıcı rolünü takdirle karşılayan Sezer’e göre, “Diplomasiyi Yeniden Kurgulamak” temalı Antalya Diplomasi Forumu marjında gerçekleşen Çavuşoğlu-Kuleba-Lavrov zirvesi, Forum’u gölgede bıraktı.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Antalya Diplomasi Forumu'nda "Eğer 2014'te Kırım'ın işgaline tüm Batı, tüm dünya ses çıkarmış olsaydı, acaba bugünkü tabloyla karşı karşıya kalır mıydık?" diye eleştiride bulundu.
Sezer, “Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesine katılıyorum, ama kendisi söylediği için değil. Bu genel bir doğru. 2014’ten sonra, Belarus, Dağlık Karabağ ve Kazakistan’dan sonra Batı bir yerde “dur” demek istedi,” diyor.
KIRIM KONUSUNDA TÜRKİYE'NİN TUTUMU NEYDİ?
Ancak, Sezer, Türkiye’nin de 2014 yılındaki Batı ambargolarına katılmadığını anımsatıyor:
“Özellikle Rus savunma şirketlerinin varlıklarının dondurulmasından tutun da bazı firmaların kara listeye alınmasıyla alakalı bir süreçti. Doğalgaz boru hatlarıyla ilgili Rusya’dan çıkışların gözden geçirilmesi gerektiğine de vurgu yapılıyordu. Biz ambargoya katılmadık, bunu fırsata çevirmeye çalıştık. Ukrayna kıta sahanlığı üzerinden gelen, Ukrayna’yı bypass ederek Türkiye’ye ulaşan Türk Akımı boru hattına onay verdik. Kırım’ın ilhakını yeryüzünde tanımayıp yerin altında tanıyoruz.”
Öte yandan, Türkiye’nin o dönemden bu yana Avrupa’da yasaklı bir şirket olan S-400 hava savunma sistemlerinin üreticisi Almaz-Antey’den S-400 aldığını ve bunu da 2014’ten sonraki süreçte yaptığını anımsatan Sezer, “Nükleerde hiç hız kesmedik. Rusya’ya karşı uygulanan ambargoyu ilk ve en çok delen ülke Türkiye idi” diye ekliyor.
Rusya’nın Ukrayna işgali sonrasında sahadaki duruma bakıldığında ise, Ukrayna ve Rusya arasında zoom üzerinden dördüncü turu gerçekleşen barış görüşmeleri bu sabah devam ederken, üst düzey Ukraynalı yetkililer müzakerelerin ilerleyişine dair iyimser açıklamalar yaparken, Rusya’nın daha yapıcı bir tutum içine girdiğini belirtiyorlar.
Cumhurbaşkanı Vlodimir Zelenskiy'nin Cumhurbaşkanlığı Ofisi Başkan Yardımcısı Ihor Zhovkva, BBC'ye yaptığı açıklamada, “Bize ültimatomlar ve kırmızı çizgiler verip, Ukrayna'nın teslim olmasını istemek yerine, yapıcı müzakerelere başlamış gibi görünüyorlar” derken, Ukraynalı Müzakereci Mykhailo Podolyak ise, Twitter hesabından yaptığı açıklamada bugünkü görüşmelerde ateşkes ilan edilmesi, Rus birliklerinin geri çekilmesi ve Ukrayna için güvenlik garantilerinin masaya yatırıldığını kaydetti.
İSRAİL VE TÜRKİYE'NİN ARABULUCULUĞU
Öte yandan, Ukrayna, Rusya ile barış müzakerelerinin yeri konusunda arabulucu olarak İsrail ve Türkiye ile çalışıldığını açıkladı.
Dün ABD'li gazeteci Brent Renaud, Kiev'in dışındaki Irpin kasabasında vurularak öldürüldü. Böylelikle, Ukrayna'da ilk kez savaşı izlerken hayatını kaybeden bir gazeteci kayıtlara geçti.
Pazar günü ise, Rusya, Ukrayna'nın Polonya sınırına 20 kilometre mesafedeki bir askeri üssü hedef aldı ve iddialara göre üsse Rusya tarafından 30 roket atıldı, çok sayıda can kaybı verildi.
Rusya’nın burayı hedef alması, Sezer’e göre, net bir mesajdı.
“Buradan da NATO’nun her ne kadar Ukrayna’nın üyeliğiyle ilgili net bir pozisyon aldığını kabul etmese de, Ukrayna ordusu ile NATO arasında bir ilişki olduğunu bir anlamda ortaya çıkardı. Zaten bu gizlenmiyordu; Ukrayna’nın NATO üyeliğine hazırlanması isteniyordu,” diyor Sezer.
Sezer’e göre, müzakerelerde ilerleme kaydedilmesi, hem sivil can kayıplarının hem de bir insanlık dramı halini alan göçlerin önlenmesi açısından çok önemli.
“Uluslararası planda yürütülen çabalar da var. Almanya, Fransa, İsrail ve Türkiye, barış müzakereleri için devreye giriyor. Zaman zaman sivillerin aksayan tahliyesine yönelik uzlaşma olsa bile bu her zaman gerçekleşmiyor. Bu süreçte sivil yerleşim bölgelerine yönelik saldırılar ve buna dair medya üzerinden karşılıklı dezenformasyon girişimleri var. Her iki tarafın da sivil ölümlere neden olan eylemleriyle ilgili net bir çizgi çizilmesi gerekiyor,” diyor Sezer.
ANKETLER NE DİYOR?
Peki Batı ambargoları Rusya’da bir liderlik değişikliğine yol açar mı? Putin'in halk desteği, devlete bağlı anket şirketi VTsIOM’a göre, savaşın başladığı haftada yüzde altı oranında artarak yüzde 70 seviyesine ulaştı.
Sezer’e göre, bu tür anketlere ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor:
“Benim kişisel gözlemim ise, savaş başladığı anda Putin ve savaşa karşı sokağa çıkanların büyük bölümü, Batı ambargolarının ardından Batı aleyhtarı pozisyonlarına geri döndüler. Dolayısıyla, barışsever aktivistlerin sayısında bir gerileme var. Batı’nın Rusya’ya yönelik ambargoları bugün 30’lu yaşların üzerindeki her Rus’un hafızalarındaki Batı’yı yeniden canlandırıyor. Dış tehdide karşı birlikte olma refleksinin ortaya çıkmasına neden oldu. Batı halen Rusya’yı Moskova veya St Petersburg üzerinden okumaya çalışıyor. Sekiz farklı saat diliminde yaşayan yaklaşık 140 milyonluk nüfusun neredeyse 1 milyonu dolar milyoneri ve hatta milyarderi. Batı ile tam anlamıyla entegre olmuş, Batı’dan kopmak istemeyen birileri de var. Ayrıca orta sınıf da var. Ama Rusya’nın taşrası işin içine girdiğinde işler değişiyor. Taşra hem yoksulluğa hem de Kremlin’e bağlı kitlelerden oluşuyor.”
Öte yandan, Sezer’e göre, Putin’in ısrarla inşa etmeye çalıştığı Rus kimliği boyutu da özellikle Kırım savaşından sonra milliyetçilik akımıyla birlikte güçleniyor:
“Batı ambargolarının bu savaşı durdurmaya yönelik bir hamle olduğuna hiçbir zaman ihtimal vermedim. Bu kadar kısa vakitte zaten sonuç alınamaz. Batı ayrıca hafif silah da olsa silah göndermeye başladı. Savaşın bitmesine yönelik hamleler ayrı bir konu, Putin’in devrilmesine yönelik süreç başka bir konu. Amaç ambargo üzerinden Rusya’yı çökertme esprisi ise Rusya ve Putin’i tanımıyorlar demektir. Ayrıca bu şekilde ülkeye demokrasi de gelmez. Diasporadaki Rus muhaliflerin önemli bir kısmı da “oligark” denen, Rusya’yı yağmalayan kesimlerden oluşuyor. Düşünce özgürlüğü üzerinden Batı’ya sığınmış değiller. Putin gider Şoygu gelir, o gider İgor gelir. Yakın dönemde bir iktidar değişikliği beklentisi varsa, örneğin Şoygu gibi biri gelirse Batı Putin’i arar.”
EKONOMİK YAPTIRIMLARIN HEDEFİ
Peki, Apple’dan Microsoft’a, Starbucks’a dek onlarca şirketin ekonomik yaptırımlar orta ve uzun vadede neye yol açar?
Sezer, Rusya’yı yakından takip eden ve içlerinde iş insanları, gazeteciler, uzmanların olduğu 10 kişiye bu soruyu yöneltti ve istisnasız tümü yakın bir gelecekte bir değişiklik öngörmüyorlar; bu sorunun muhatabı olarak da en az 3-4 haftalık bir sürenin geçmesini beklememiz gerektiğini söylüyorlar.
“Çünkü halen savaş koşulları var, nükleer opsiyon masada, her an her şey olabilir. Bu kişilerden sadece biri 3-4 sene içerisinde Putin’in çok zayıflayacağını, halkın sokağa dökülebileceğini, ancak Batılı anlamda Rusya’ya demokrasi gelmeyeceğini söylüyorlar. Bu sürecin en sonunda Rusya’nın parçalanmasına kadar giden bir sürece de evrilebileceğini düşünüyorlar,” diye açıklıyor Sezer ve ekliyor:
“Kişisel olarak ben Putin’in her zaman için Slav ülkelerinin ekran yüzü olduğunu düşündüm. Gel dediler geldi, yarın git derlerse de gider. Ama yerine kimi koyarlar? Bu ambargo süreci Rusya’daki yapıyı kırar mı? Bu açıdan yakın gelecekte bir değişiklik olmasını ben de olası görmüyorum.”
RUSYA'NIN KIRMIZI ÇİZGİLERİ
Sezer’e göre, gelinen aşamada Donbas ve Kırım artık net bir şekilde Rusya’nın kırmızı çizgisi oldu.
“Kimi çevreler, tüm bu yaşananları Putin’in Batı medeniyetiyle bir savaşı olarak yorumluyorlar. Ancak ortaya somut koyulan bir hedef var. Bu da Donbas... Ve bu konuda Putin Almanya ve Fransa’ya ihale etti. 2015’ten bugüne dek imzalanmış, Almanya’nın formülüyle hazırlanmış ve AGİT’in gözlemci olduğu bir uluslararası anlaşmanın yerine getirilmemiş olmasını işgal kuşkusuz haklı çıkarmaz. Böyle bir somut veriden hareket ederek Rusya bir saldırıyı haklı çıkarmaya çalışıyor,” diyen Sezer, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin de ardındaki motivasyonların izaha muhtaç olduğu görüşünde:
“Batı acaba kendisini korumak için Sovyet ardılı ülkeleri kullanıyor mu ve onların üzerinden farklı bir sürece mi evriliyor, bunun da tartışılması lazım. Rusya bunu 2000 yılından beri, henüz Putin yokken Güvenlik Konsepti olarak zaten uyguluyor. Ama Türkiye’nin güvenliğinin Libya’dan başladığı bir dünyada yaşıyoruz.”
Dolayısıyla, Sezer’e göre, önümüzdeki süreçte Rusya ekonomisi üzerinde etkisi doğacak olan Batı ambargoları ve ekonomik yaptırımlar Rusya’da burjuvaziyi de değiştirebilir.
“Kremlin yerli sermayeyi devletleştirip gelirleri halka transfer ederse bambaşka bir boyuta da evrilebilir. Yani Rusya’daki burjuvazinin, sermaye sınıfının ne şekilde faaliyet göstereceği de önümüzdeki dönemde önem kazanacak.”
"DEĞERLİ YALNIZLIK" BİTİYOR MU?
Son dönemde İsrail cumhurbaşkanı ve Yunanistan başbakanının Türkiye ziyaretlerine de değinen Sezer, Türkiye’nin dış politikada izlediği yeni yolun fark edilmeye başlandığını ve artık değerli yalnızlık politikasından, dış politikadaki özgül ağrılığına yeniden kavuşma yolunda adımlar atıldığını kaydediyor:
“Yunanistan’a tehdit oluşturduğu iddia edilen Türkiye gitti, yerine bambaşka bir Türkiye geldi. Libya ile olan anlaşma da elimizde kaldı. Leviathan’dan Türkiye’ye getirilecek doğal gaz ile ilgili çok fazla ümitler beslenen bir ziyaretti. Herzog’un ziyaretinde herhangi bir bakan yoktu, oldukça sembolik düzeyde bir ziyarette. Ama bundan sonra bakanların karşılıklı ziyaretleriyle birlikte daha teknik bir hal alabilir.”
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un ziyareti, 2008'den bu yana İsrail'den Türkiye'ye yapılan üst düzey ilk ziyaret olma özelliği taşırken, Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez'in de önümüzdeki dönemde İsrail'e gideceğini açıkladı.
Erdoğan, hem İsrail hem de Yunanistan ile bu yıl içinde ikili ticaret hacmini 10 milyar dolara çıkarmak istediğini kaydederken, İsrail ile görüşmelerde enerji boyutu, Yunanistan ile görüşmelerde ise Avrupa’nın güvenlik mimarisindeki ortak sorumluluk vurguları öne çıktı.