Sıcak Kafa: Beton perde distopya
"Sıcak Kafa", sınıfı geçen bir distopik örnek. İlk sezonun akılda kalan duygusu, umut ve direniş. Abuk sabuk dünyaya başka türlü karşı konulmuyor...
Afşin Kum'un aynı adlı eserinden uyarlanan "Sıcak Kafa", Netflix'te gösterime girdi. Dizide uyarlamayı ve yönetmenliği Mert Baykal üstlenirken, başrollerde Osman Sonant, Hazal Subaşı, Kubilay Tuncer ve Şevket Çoruh'u izliyoruz. Distopik ve ilgi çekici bir dünyada geçen eser ilk olarak 2016'da yayımlansa da olayların pandemi sonrası, bir "simülasyon"dan henüz çıkmış dünyamızda farklı bir karşılık bulacağını söyleyebiliriz. Dizideki salgın ise içeriğiyle değilse de kriz yönetimi noktasında bir kez daha yakın bir deneyimi, Çin'in Covid-19 sürecindeki deneyimini hatırlatıyor. Baskı ve sıfır vaka politikası izleyen "yarı kapalı" ülkede sorunlar hâlâ sürmekte...
SALGININI DAHİ KENDİNE BENZETEN ABUK SABUK BİR DÜNYA
"Sıcak Kafa"nın konusunu kısaca aktaralım. 8 yıl önce başlarda "semantik virüs" olarak anılan daha sonra ARDS, halk dilinde abuklama adını alan bir hastalık tüm dünyayı yanı sıra ülkemizi de esir almıştır. Bilimin çare bulamadığı bu rahatsızlık ses/konuşma yoluyla geçerken en önemli belirtisi enfekte olanın bir anda abuk sabuk konuşmaya başlamasıdır. SMK yani Salgınla Mücadele Merkezi tarafından alınan önlemler doğrultusunda sosyal yaşamın ortadan kalkarak iletişimin minimuma indiği, enfekte olan insanların karantina bölgelerinde kaderine terk edildiği ülkemizde "sağlıklılar"ın ise kulaklıksız dolaşamadan sessiz sedasız bir yaşam sürdüğü koşullar hâkimdir. Temel ihtiyaç maddelerine dahi güçlükle ulaşılan, karaborsacıların ticari hacimde önemli bir yer tuttuğu, haris bürokratların yükselmek için her şeyi yaptıkları ülkede tüm itirazlar sert önlemlerle bastırılmaktadır.
"Sıcak Kafa" ise Murat Siyavuş'tur. Murat (Osman Sonant), salgının ilk yıllarında kurulan çalışma grubu Proje X üyesi bir dilbilimcidir. Abuklamaya bağışıklığı bulunan araştırmacının virüse maruz kaldığında sadece baş bölgesinde ateşi yükselmektedir. Annesiyle (Tilbe Saran) yaşayan adam, bir olayda güvenlik kameralarına takılır. SMK operasyon biriminin hızlı amiri Anton (Şevket Çoruh), Murat'ın immün olduğunu fark edince evine operasyon düzenler. Anton da resmi görevini tehlikeye atacak işlere kalkışmakta, karantina bölgesinde illegal koşullarda yaşarken telsizle temas kurduğu bir arkadaşıyla (Erdem Akakçe) birlikte Proje X grubunun izlerine ulaşmaya çalışmaktadır. Proje X, şüpheli bir yangında ortadan kaldırılmış, Murat ve arkadaşları ayak oyunlarına mı kurban gitmiştir? Murat da acımasız salgın yönetimine karşı dayanışma örgütleyen direniş grubu +1'den Şule (Hazal Subaşı) ile tanışır ve 6. Bölge'ye geçerek arkadaşı Özgür'ün (Özgür Emre Yıldırım) peşine düşer.
ÇAĞIMIZ DİSTOPYALARINA POST COVİD YORUMU
"Sıcak Kafa"nın sıcak mesajlarına geçmeden anlatısına değinmek niyetindeyim. Yıllar önce basılan bir eserden uyarlandığını hatırlatalım. Distopik eserleri diziye uyarlamak zordur. Platformlar bu tür uyarlamalara daha fazla rağbet etse de bu gerçek değişmez. Distopik atmosferi seyirciye aktarmak için fazla kurşun yoktur. Dahası sıfır ve bir mantığı çalışır. Seyirci öyküyü ya benimser, içine girer ya reddeder, sıkılır. Bu tür durumlarda dizinin temposu ve bölümden bölüme bağlayan çevrimiçi merak unsuru da yetersiz kalır. Bir distopyayı seyirciye geçirmek kolay değildir. Aslında bir kez daha mantık terminolojisine başvurarak iki yoldan söz edebiliriz: Tümdengelim ve tümevarım. Kurşun az olduğundan "vurup geçmek" gerekir, dolayısıyla tüm gösterilir ve tümdengelinir; açıklamalar öykünün açılışına bağlanır. Hem öykü açılır hem distopik koşulların betimi zenginleşir. Diğer yol ise küçük parçalardan yola çıkarak yapboz tamamlamaktır. İlişkiler açılıp yollar kesişirken örgüye dair çatışmaların açıklamaları da mevcut (distopik) koşullarla örtüştürülür. Bu daha risklidir çünkü nedenselliği sonradan inşa etmek olayların dinamiğini zedeleyebilir.
Aynı zorluğa "Sıcak Kafa" özelinde de rastlıyoruz. Bu noktada adı proje sahibi olarak geçen Mert Baykal'ın fena bir iş çıkarmadığını söyleyebiliriz. Dizi bu zorluğu büyük ölçüde aşmış. Senaryo, distopyanın seyirciye iletilmesinde sakıngan davranmamış ve bir bakıma kendini dayatarak anlatıyı doğruca zihinlerde başlatmış... Belki de bu başarılı tercihte Afşin Kum'a ait öykünün Covid-19 pandemisinden sonra daha rahat anlaşılması ve olayların distopyadan uzaklaşarak gerçeğe yakınlaşması rol oynuyor. Kulaklıklarını çıkardıklarında kollarına takan kahramanlar bize gerçek yaşamdaki pratiğimizi anımsatıyor. Bizler de bu deneyimi maske ile yaşadık. Maskeyi kullanmadığımızda kolumuza taktık. Salgının etkileri dolaylı olarak sürmekte.
Sıcak Kafa "iki sıfır" önde başlamış. İlk golü, hazır bir deneyimin üzerine gelip kendini anlatma derdine katlanmayarak atarken ikinci golü ise kulaklık gibi bir eşya kullanarak buluyor. Sokakta gördüğümüz her kulak üstü kulaklık bize "Sıcak Kafa"yı anımsatacak! En iyi reklam bağırmak yerine kısık sesle sürekli konuşmak belki de... Dizinin mesajına da uyan bir "seslenme" yöntemi bu.
SİMGESEL BİR ORMANDA YÜRÜME BANDINA ÇIKMAK
Soluk ışıklardan ve tozu çağrıştıran bir renk paletinden yaratılan görsel atmosfer bilgisayar desteğiyle şehrin silüetinde duvarlar ve dumanlar yükseltmiş. Özellikle Galata taraflarından Suriçi'ne bakış ve tarihi yarımada semalarında kuş uçuşu seyirlikler etkileyici... Duvarların ardına hapsedilen yaşam ve surları, bu kez şehri korumak değil de adeta ondan korunmak için örme anlayışı İstanbul'un imgesini de tahrif ediyor, yeni bir anlam yaratıyor. Duvarların tarihi surlar yerine dikilip işlevi değiştirilerek kışkırtıcı bir tarzda kullanımı şehrin ölü havasını pekiştiriyor. Bu griye ise siyah katılıyor ve korkuyla, otoriteyle özdeşleşen SMK; soğuk nevale binası, siyahlar giyinmiş ekibi ile yeni düzenin katranı tutan bir filtresine benziyor. Bunlara ek olarak ilan retoriği var. İlan derken yalnız duvarlara yapıştırılan yaşam/iletişim belirtilerini değil uyarı afişlerini, yazıları ve muhaliflerin astığı pankartları da kastediyorum. Distopya; kaosunu ve "hiçbir şey eskisi gibi olmayacak"ı cümle âleme ilan ederek gücüne inandırıyor. Özellikle terk edilmiş havuz ve stadyum gibi mekânlar yaşamın söndüğünü göstermek için seçilmişler.
Nedir ki "Sıcak Kafa" bu soğuk atmosferi bir düş/dış dünyayla çevreleyip bir tür zar çekerek vurguya ihtiyaç duyuyor. Murat'ı zaman zaman şehrin tepesinde bir yürüme bandı üzerinde görüyoruz. Yerinde sayıyor kahramanımız ve aslında "salgında bir sonuç alamama" hâlini karşılıyor. Diğer yandan ise ara ara hayali buzullarda yahut ormanlarda buluyor kendini. Özellikle sıkıştığı anlarda hayalî bir evrene geçiyor ve burada huni gibi nesnelere, beyin gibi organlara rastlıyor. Bir beynin elektrik iletimine görsel yönden güçlü metaforlarla katılıyor. Elbette simgesel bir orman burası, sıcak kafasını dengeleyen bir acil çıkış kapısı... Bu simgesel evrenin distopik dünyada da romantik izleri seziliyor. İmmün Murat ağır bir sorumluluğun altında. Herkesin hasta olduğu, olabileceği koşullarda yapayalnız. Bir tür ölümsüzlük bu! Doğalında umudun temsili de Murat... Murat bu yükün altından kalkmanın ve dağılan yaşamına yeniden ulaşmanın, belki yeniden sevmenin, duymanın peşinde. Eskiye dönme niyetini yinelemesi de bunun göstergesi. Murat bu dünyada her ifadeye özel bir anlam yüklerken bir sese, bir görüntüye tav oluyor. Örneğin kaldırımda açmış bir kardelen ona direnmeyi hatırlatıyor yahut otobüs geçmeyen durakta bekleyip kitap okuyan bir kadın. Eskiyi anımsatan her kompozisyon Murat'ın nazarında sembolik bir ağırlığa sahip. Murat ise tüm ağırlığını yürüme bandına vermiş kendine ulaşmaya çalışıyor. Ayağını hiç kaldırmadan dünyayı dönmeye...
SALGINSEVER PLATFORM NETFLIX VE SICAK KAFA'NIN MESAJLARI
Dizinin mesajlarına geçebiliriz. "Sıcak Kafa", yoğun ve kışkırtıcı bir ortamdan sesleniyor ve açıkçası bu yoğun durum bir noktadan sonra dezavantaja dönüşüyor. Salgın yönetimi salgının içeriğinin önüne geçerken toplumsal ve bireysel zararlar yeterince irdelenemiyor, duygusal bağlar öne çıkarılamıyor. Anton, Murat ile Şule, Özgür'ün hikâyeleri tek başlarına anlamlı ve salgının yarattığı insanı ilişkileri bağlamında modelliyor ancak toplumsal yıkımda bir yere oturtamıyor.
Netflix, salgınsever bir platform. Yerli ve yabancı nice post apokaliptik, distopik anlatı sundu seyirciye. "Hakan Muhafız" böyle bir öyküydü, "Atiye"de böyle bir zaman dilimi geçiyordu. Yine "Yakamoz S-245" de dünyayı kıyamet zamanlarında anıyordu. Gösteri dünyasında distopyalar (Trier çekmiyorsa!), adrenalin yüklü yapılarıyla aşk ve heyecanı seyircinin doğrudan iliklerine bırakan, bu yönüyle de distopya dışı anlatılardan pek farkı olmayan bir tonda işleniyor. Dolayısıyla romandaki distopyalar ile dizideki/filmdeki distopyalar arasında yakıcı ayrımlar bulunduğunu öne sürebiliriz. Görsel aktarım mesajları değiştirebiliyor. Bunun sebebini de belki metnin yalnızlığı, görselin çoğulluğunda arayabiliriz. Metni okuyan, tüm karakterleri kendi zihninde yaratırken görselde ete kemiğe bürünmüş hâlde buluyor. Bu da mesajların seyrelmesine ve tektipleşmesine yol açıyor. "Sıcak Kafa", yoğun alt metninden doğru birçok mesaj verirken bunları üç ana tema etrafında toplayabileceğimizi umuyorum.
İLK MESAJ: BÖLÜNME VE KALIŞ
"Sıcak Kafa"nın en bariz mesajı Covid-19 pandemisinin de iyiden iyiye görünür kıldığı ötekileşme. Pandemi pratiği gösterdi ki kurallar herkes için yazılsa da bazılarında "iz bırakmayan silgiler" vardı, bazılarının ise alnına veya koluna dövüldü bu kurallar: "Kader" olarak... ATM'den para çekene ceza yazılıp, yaylasında hayvan otlatan uyarılırken yalısından, fonda Boğaz manzarası seslenenler "evde kal" uyarısı hatırlatıldığında "sakin ol champ evimdeyim" dedi. Zenginlerin salgının en azgın zamanlarında dahi korona partileri düzenledikleri de sır veya bu ülkeye özgü değil, tamamen sınıfsal bir mesele. "Sıcak Kafa" bölünmenin sınıfsal niteliğine pek fazla değinmezken ötekileşme hâlini enfekte olanlar üzerinden işaretliyor ki bunu da yaşadık. Covid olanlar aşağılandı, salgının ilk dönemlerinde yaşlılara çabuk hasta oluyor ve ağır geçiriyorlar diye "vebalı" gözüyle bakıldı. ("Vebalı" tanımının da böylesi bir ötekileşmeden türediğini not düşelim) Bir tür toplumsal yol ayrımıydı yaşadığımız. Güçlüler, enfekte olmadıklarından güçlüydüler ve enfekte olmadıkları sürece güçlü kalacaklardı. Bu bölünmeye "Sıcak Kafa"da da tanık oluyoruz. Enfekte olanların toplumdan dışlandığını, duvarların ardında itildiğini görüyoruz. Daha ağırı ötekileşen bu kesimin denetimden de çıkarılması yani vazgeçilmeleri.
Bölünme, antitezini, "kalış"ı da getiriyor. Buradaki kalış'ı ise daha ziyade insan kalma eskide kalma biçiminde yorumlayabiliriz. Eskide kalmak, başta nostaljik bir anlam taşıyor gibi görünmekte ve özlemle ilişkilendirilmekte fakat "Sıcak Kafa" ve distopyalar için genellersek buradaki kalış insan olma alışkanlığından vazgeçmemek anlamı yükleniyor. İnsan tarihinde adaptasyon doğal bir evre fakat dış müdahaleler kalış arzusunu, öteki-beriki olmama kaygısını da tetikliyor. Kalış'ı bir bakıma kategorizasyona karşı koyma olarak okumak mümkün... Salgın sonrası acımasız eylemlerin ve çirkin bakışın karşısında; eylemlerden, durumlardan muaf sakin bir konak kisvesinde görünüyor. Dizide kalışı seçen Murat'ın annesi ve ruh hekimi Ertem gibi birçok karakter izliyoruz.
İKİNCİ MESAJ: ZULÜM VE DİRENİŞ
"Sıcak Kafa"da ikinci mesaj, ikinci evre ise zulüm ve direniş üzerine kurulu. Bölünmeyi zulme dönüştüren kriz yönetimine karşı kalışı direnişe dönüştürenler de var. Dizideki politik hat da bu zeminden belirleniyor. Anaakım medya diliyle söylersek kendilerine +1'ciler adını veren bir grup her sene Kocaeli anıtına yürüyerek SMK'yı protesto ediyorlar. Kocaeli, zulmü ve ona direnişi fitilleyen olay... SMK beş yıl önce abukladıkları gerekçesiyle baskıları protesto eden halkı kanla bastırıyor, yüzlerce insan hayatını kaybediyor. Dizide Kocaeli'yi unutma ve umut hep var pankartlarını her köşede görüyoruz. SMK ağır önlemlere başvuran, yozlaşmış bürokratlara teslim olmuş bir yapı fakat daha önemlisi salgını bahane ederek toplumsal hayatı ve demokratik sonuç alma yollarını tasfiye etmesi.
+ 1'ciler ise partisiz siyasi iradeyi temsil ediyorlar. Sivil bir direniş hareketi. Kolektif temelli, dayanışma amaçlı... Abukluğa tedavi bulunması nihai amaçları. Kocaeli mağdurları başta olmak üzere karantina bölgelerine yardım topluyorlar. Bir anlamda tepeden inen yönetime tabandan direnişi yayıyorlar ancak bize tanıdık gelen bir diğer deneyimi daha hatırlatıyorlar: Gezi'yi. İkiye bölünen +1'ciler, şahin kanat ve bilim insanlarının merkezinde olduğu dayanışmacılar olarak ikiye ayrılıyor. Aslı ile Hakan'ın başını çektiği şahin kanat şiddeti esas alan eylemler önerirken daha sert cevap verilmesi gerektiğini düşünüyor. Şule ve Can ise bu tür saldırıların SMK'nın saldırılarına meşruiyet kazandıracağını ileri sürerek yürüyüş taleplerini dilekçe verip kazanmak istiyorlar. Bir diğer dertleri ise karşıtlarına benzememek, insani hassasiyetlerini yitirmemek. Dilekçe vermekle şiddet uygulamayı karşı karşıya getirerek iki ucu tarifleyen kolaycı bir siyasi hat bu... Seyirciyi de taraflaştırarak anlatıdaki bölünmeyi ve "bir şeyler yapma" hissiyatını aksettiriyor. Toplumun hafızasında "haklıyken haksız duruma düşme" travması henüz tazeliğini korurken "Sıcak Kafa" da bize "çapulcuları" anımsatan abukların ezildiği koşulları gösteriyor. Muhalifler kendi içlerinde birliğe varamadıkları için daha fazla eziliyorlar. Bu noktada dizinin "şahin kanadı" tamamen gözden düşürdüğünü görmekteyiz. Kocaeli olaylarında hayatını kaybeden Ertan'ın anneannesi bir sahnede, şahin kanattan Aslı'ya o... diyor. Acılı bir yakının kendi cephesinden birine bunu demesi ilginç... Diğer lider Hakan da yakalandığında itirafçı oluyor. Bu kadar karalama çabası ister istemez eğreti durmuş. Bir dizide açıktan taraf tutmak yerine nedensellik üzerinden ilerlemek şüphesiz daha anlamlı. Seyirci için kurmacadaki tarafgirlik rahatsız edici bir durum...
ÜÇÜNCÜ MESAJ: DÖNÜŞÜM VE YOK OLUŞ
"Sıcak Kafa" özünde bir tür zombileşme öyküsü, dahası bir zombileşme eleştirisi. Son dönem çevrimiçi distopyalara uygun bir zeminde, "bozulan dünya"dan hareket ediyor. Günümüzde distopyalar, faturası insanlığa kesilen iklim krizi gibi yakın vadede daha çok boğuşmaya hazırlandığımız krizlerle örtüştürülürken yaratıcı yanından da çok şey yitiriyor. Güncel sorunları işleyen bu anlatılarda hayal gücünden feragat ediliyor. Afşin Kum'un eserinde abukların bir çeşit zombilere dönüştüğünü, kafası hızlı çalışan, ağdalı ve anlamsız konuşan, filtresiz ama aynı zamanda eylemsiz canlılar olarak resmedildiğini görüyoruz. Duygularından tam soyunmasalar da geride bırakılmış, tek tipliliğe terk edilmişler. İnsanlığın iletişim çemberi dışına çıkarılan abuklar, dönüşerek yok oluyorlar. Görünmezin ötesinde âdeta siliniyorlar, böylece ötekileştirme gayreti de son raddeye varıyor. Onlar artık yok! Sokaklarda boş boş yürüyor bazen gördüklerinin etrafını sarıyorlar ama kötü niyetli sayılmazlar. İçlerinden geçen sağlıklıları taciz etmiyor kötü bir bilinçle zarar vermeye çalışmıyorlar. Zombilere eylemsizlik (sinir bozucu bir yavaşlık) yönünden benzeseler de saldırgan olmamaları ayırt edici özellikleri. Abukları, ağızlarına geleni söylemeleri itibariyle doğru söyleyip dokuz köyden kovulanlar olarak değerlendirebiliriz. Toplumdan dışlanan dürüstlük timsali abukların öte yandan ise özgürleştikleri açık... Özgürlüğün yok sayılmakla eş tutulduğu bir düzlemde "konuşkan sessizler", çığlığını yutmuş kimseler…
DİZİDE OYUNCULUKLAR
"Sıcak Kafa" bir başrol anlatısı, kahraman eksenli bir hikâye ve Osman Sonant üzerine kurulu. Sonant'ın bu çapta ilk rolü olabilir. İlginç bir biçimde SMK'dan kurtulamıyor. Fi dizisinde Sadık Murat Kolhan adlı, derin ilişkileri olan bir medya patronunu canlandırıyordu. "Sıcak Kafa"da bir bilim insanına hayat verse de en çok SMK ifadesini duyuyoruz. Sonant, Salgınla Mücadele Kurumu'nun eski bir üyesi şimdi de kurumla mücadele ediyor. Sonant, parlak bir performans sergilemiş. Tek falsosu, en temel çelişkisi olan sıcak kafa(sı)dan kurtulma arzusunu dile getirdiği sahnelerde ideal duyguyu bulamaması. Hâlbuki bir duyguda karar kılsa ve onun tonlarında gezinse tadından yenmeyecek.
Dizide ağzından düşürmediği sigarasıyla Tilbe Saran'dan devam edelim. Saran'ın oyunculuğuna diyecek yok ama ağızdan sigara düşürmeme eklentisi çok hoş durmuyor. Bir süre sonra gözü yoruyor, üstelik bir karakterin eline sigarayı yapıştırınca sahnelerde devamlılığı sağlamak hayli güç. Bu uğurda bir planda sigaralar yarılanıyor yahut zaman tersine çevriliyor ve Pinokyo'nun burnu gibi uzuyor!
Şevket Çoruh, çatık kaşlı duygusal adamda, Kubilay Tuncer fesat mikropta iyiler; Barış Yıldız salgın fırsatçısında renkli, tetikçi Haydar'da entelektüel oyuncu Cüneyt Uzunlar sakin ve sert bakışlı... Bunlar iyi güzel ancak kopuk Özgür'de Özgür Emre Yıldırım ve tuhaf kadında Gonca Vuslateri biraz karikatür kalmışlar. Tamam, karakterleri öyle ama bu tip riskli rollerde belki adrese teslim isimler yerine alternatif hatta karakterin nitelikleriyle çatışan oyunculara yönelmek daha iyi olabilir. Vuslateri hemen her rolünde "alternatif kadınım" diye bağırıyor veya Yıldırım dizide bir ara dayak yemekten zevk alıyor, bu şaşkınlık duygusu seyirciye geçmiyor. Çünkü Yıldırım herhangi bir film veya dizide şöyle bir güldüğünde "bu adam dayak yerken kesin zevk alır" diye düşündürüyor. Tabii bu isimler gayet iyi oyuncular, dahası dizide da iyi oynamışlar ama kimyaları rollerine baskın gelmiş maalesef.
Kadın başrol Hazal Subaşı'na ve Haluk Bilginer'e de değinelim son olarak. Subaşı'yı iki kelimede tarif et deseler tereddüde düşmeksizin "talihsiz ve donuk" derim. Subaşı üstelik bakışları derin olmadan sahneleri ağırlaştırabiliyor. Derin bakmadan bunu başarabilmesini ise ilginç yüzüne borçlu... Konuşkan bir yüze sahip. "Sıcak Kafa"da bu yüzün sınırlarını aştığında biraz yalpalıyor, yükselemiyor mesela. Volüm artsa da duygunun şiddeti sabit kalıyor. Dimersiz bir oyunculuk; aç kapa! Subaşı daha önce de bu tarz bir öyküde oynamıştı. Gain dizisi "Bizi Ayıran Çizgi"de yine "donuk şehir"de geziniyordu. Bu tür rollere yakışıyor. Haluk Bilginer hiç konuşmadı neredeyse. Son birkaç bölümde izledik kendisini. Bakışları, duruşu yeter fakat her çevrimiçi dizide bir yerden mutlaka görünmesi de tuhaf kaçmakta...
* *
"Sıcak Kafa", "Hakan Muhafız" gibi denemelerden sonra sınıfı geçen bir distopik örnek. Bu iki yapımı, özellikle karantina bölgelerine dönük sanat çalışması ve olayların gelişimi bakımından kıyasladığımızda Mert Baykal’ın dizisi lehine bariz bir üstünlük söz konusu. "Sıcak Kafa" örgüsü daha sağlam, çatışması daha akılda kalır bir dizi. İkinci, hatta üçüncü sezonunun geleceği şimdiden açık. İlk sezonun akılda kalan duygusu ise umut ve direniş. Abuk sabuk dünyaya başka türlü karşı konulmuyor.