Şiddetin sıfır noktası
Sahip olduğumuz bütün güvenlik bariyerleri, kasap bıçağının karşısında duramıyorsa bu durum sizi korkutur mu, güldürür mü? Bu ikileme; korkunç olanın trajikomik bir hal almasına grotesk diyor Kafka.
Yakın zamanda önce iki kadına sonra onların ailesine ve eş zamanlı olarak bütün topluma şiddet uygulandı. Şiddetin oluşturduğu korku iklimi, toplumsal cinsiyet rollerinden güvenlik zafiyetlerine oradan kanunların yeterliliğine dair soru işaretlerine birçok tartışmayı başlattı. Bu tartışmalar öğrenciler, siyasetçiler, din adamları sanatçılar, gazeteciler herkesin ana gündemi oldu. İnsanlar, bu olayın sebebini ve sonuçlarını tartıştı; durdu ve belli kadın örgütleri dışında herkes unuttu. Bu olay unutulmadan önce Gazze olaylarından IŞİD saldırılarına kadar uzun zamandır basına yansıyan ülke içinde veya dışında cereyan eden hiçbir şiddet olayının toplumun bu kadar geniş tabakasını konsolide ettiğini/korkuttuğunu/üzdüğünü ya da hepsini aynı anda yaptığını bir diğer değişle dehşete düşürdüğünü hatırlamıyorum. Bu olayın toplumu bu ölçüde etkilemesinin tek sebebi iki kadının öldürülmesi mi?
Hayatın kendisi bazen bir yönetmenin kadrajına sığamayacak kadar karmaşıkken bazen hayatımızdaki kaosun sebebi kameramanın görüntülemeyeceği kadar küçüktür. Sinemada gerçek hayatla aramıza yönetmenin kamerasının girdiği, bu durumun bazen çıplak gözle göremediğimiz olayları geniş kamera görüş açısıyla görmemize yaradığı, kimi zaman da hayatı eğip büktüğü dolayısıyla bir yabancılaşmanın söz konusu olduğu tezini doğru kabul ediyorum. Fatih’te yaşanan kadın cinayetlerini sinema filmiyle açıklamaya çalışmıyor sadece belli yönlerini ilişkilendiriyorum. Tek yazıda bu olayın bütüncül fotoğrafını vermek bence mümkün değil. Çünkü yarattığı dehşet duygusunun büyüklüğü buradaki şiddetin tanımlanamazlığından kaynaklanıyor.
Haneke’nin Funny Games filmi, küçük bir kasabaya taşınan ailenin başına gelenleri anlatıyor. Aile; yeni evinin temizliği, tadilatı gibi işlerle meşgulken telefonlarını kullanmak isteyen biri çıkageliyor. Adam telefon talebinden sonra yemek malzemeleri vesaire isteyerek gitmek bilmiyor. Sonra bir arkadaşı daha geliyor ve komşuculuk oynamayı bırakıp kendi evlerinde aileyi esir alıyorlar. Anne, baba ve çocuktan oluşan aileyi rehin alıp el ve ayaklarını bağlıyorlar ve bütün ailenin ölümüyle sonuçlanan işkence süreci başlıyor. En son annenin ölümüyle film bitiyor. Son sahnede katilin dönüp kameraya attığı keyifli bakış dışında tüm bu olayın sistematik nedenselliği yok. Tekrar filmin başına dönelim katiller filmin başında aileyi esir alınca baba önce direnç gösteriyor, bacağına aldığı darbeden sonra ayakta duramaz hale geliyor ve esirliği fiilen kabul ediyor. Kabulden sonra müzakere etmeye çalışıyor. Para teklif ediyor, ilgilenmeyince niyetlerinin eşine tecavüz etmek olduğunu tahmin ediyor ama katiller eşine cinsel anlamda ilgi duymuyor. Aileyle geçmişe dair ters düştükleri bir konu yok. Olayın etnik, kültürel, sınıfsal, cinsiyetçi bir arka planı da var denemez. Buradaki şiddetin belli şeması olmadığı gibi sembolize ettiği ideolojik bir durum, genel fotoğrafta imgeselliği de söz konusu değil. Peki ne var bu filmde? Şiddet var, fazlası yok. Neden çekilmiş bu film? Ya da neye davet ediyor, neyi tartışıyor?
Haneke, şiddeti güzellemek için şiddet merkezli pornografik bir şey mi çekmiş? Şiddet güzellemesini veya şiddetin pornografik boyutunu geçtim filmde şiddetin görsel açıdan tasviri de pek yok. Bu film felsefi açıdan yaptığı itiraz ve taşıdığı sinema eleştirisi açısından ikonik bir film kabul edilse de filmde görsel şiddete dair ikonlaşmış sahne bulmak zor. Film, itiraz ettiği şey ve sorgulattıkları ile sinema tarihindeki yerini aldı. İtiraz ettiği şey sinemada şiddetin izahının yapıldığı, nedenselleştirildikleri bir anlamda durumun anlaşılabilir bir yere oturtulduğu, şiddet varsa ekonomik, cinsel, etnik ve benzeri bir sebebi de vardır önermesi. Kötü adamların nasıl bu hale geldikleri, bu yönde bir dönüşüm hikâyesine sahip oldukları gibi anlatılar var sinematik evrende, bu anlatıyı reddediyor. Haneke, hepimiz potansiyel katilleriz demiyor, şiddete başvuran insanların bütün motivasyonu dışsal olmak zorunda değil bazı insanlarda dışsaldan daha çok içsel olabiliyor, diyor.
Şiddet, insanın doğasında olan bir ilişkilenme biçimi; buna başvurması için bütün insanların güçlü bir nedene ihtiyacı yok. Teşbihde hata olmaz diye başlayarak örnek verelim: Bazı müzisyenlerin neden müzik yaptığının komplike bir cevabı yoktur. Müzik yapıyordur çünkü yapabiliyordur. Her yazar, yazı yazarken makam/şöhret gibi ödül beklentisiyle ya da ideolojik propaganda yapmak için yahut herhangi bir eğitsel kaygıyla yazmaz. Yazıyordur çünkü yazabiliyordur, kendini en iyi ifade ettiği iletişim aracı olduğu için veya iç dünyasına bu şekilde yolculuk yapabildiği için olabilir, sadece ona iyi geldiği için telepatik bir yerden yazıyor olabilir. Dolayısıyla Haneke, diyor ki şiddete başvuran katillerin güçlü dışsal motivasyonları olmak zorunda mı? Son olaydaki katil gibi canileşmiş insanların şiddete başvurma sebebi şiddet denen enstrümanı kullanmayı biliyor ve bundan keyif alıyor oluşları olamaz mı? Karmaşık nedenleri olabileceği gibi bu da olabilir. Bunun oluru varsa eğer bazı insanların şiddete başvurma sebepleri kendi doğalarıyla ilintili olabilir, diyor. Neden yapıyorlar? Çünkü yapabiliyorlar. Çünkü keyif alıyorlar. Belki bazıları bundan keyif bile almıyor. Son iki kadın cinayetini bu şekilde mi açıklıyorum? Adını yazarken aklıma birçok şiddet karesi getirdiği için (ki hedeflediği şey bu da olabilirdi) rahatsız olduğum Semih Çelik, bu yüzden mi kendini ve iki kadını öldürdü? Cevabım evet değil. Bu olay bir yönetmenin kadrajına sığamayacak kadar çok boyutlu bence. Semih Çelik olayındaki sahneye konan şiddetin, sahneye konan diyorum çünkü katil iki kadının ve kendisinin yaşamına son verirken bunu sessizce yapmıyor. Teatral bir gösteriye dönüştürüyor. İkbal'i katledip akabinde kendini astığı yer sahne görevi görüyor. İkbal'i ve kendini öldürme şekli fazlasıyla yapılandırılmış. Yapılandırılmış haliyle bütün toplumu hedef alıyor. İkbal’i nasıl öldüreceğini resmediyor, vücudunun bir bölümünü sadece annenin değil hepimizin önüne atıyor. Sonrasında intiharını da şova dönüştürerek bütün topluma şiddet uyguluyor. Şiddetin yarattığı dehşet dediğim gibi son yıllarda eşi benzeri olan bir durum değil. Bu ölçekte etki yaratmasının sebebi de şiddeti tanımlamaktaki güçlük “şiddetin varlığını” tanımlamaktaki zorluk. On dokuz yaşında bir gencin neden buna başvurduğunu anlamak zor. Psikolojik sorunlar, uyuşturucu kanaatimce nedenden ziyade destekleyici unsurlar. Çünkü onu müşahede altına alınmasına sebebiyet verecek, günlük hayatına, çalışmasına engel olacak keskin bir psikolojik rahatsızlığı var mı? Yok. Aile, belli davranış örüntülerinden şüphe duyup psikiyatriye başvurmuş ama somut bir sonuç alamamış. Uyuşturucu sorunu olduğundan bahsediliyor ama katil uyuşturucu alıp iradesini yitirip kadınları öldürmüyor ki. Uzun bir süreçte her detayı planlayıp her faktörü kontrolü altına alıp öldürüyor. Semih Çelik’te neden böylesi şiddet olduğunu tanımlamak zor. Haneke’nin şiddet tanımını buraya kopyalamıyorum sadece onun kadrajındaki şiddet olayının bu duruma çok benzediğini ifade ediyorum. Ama’sı var tabii ki; buradaki şiddeti ontolojik açıdan açıklamak multidisipliner bir araştırmanın konusu ama şiddetin yöneldiği kişilerin kadın olmasının nedeni o kadar karmaşık değil. Katilin iç dünyasında birçok komplike sebepten olan ve nedenini açıklamakta güçlük çektiğimiz şiddeti karakola gidip polislere kusmuyor, erkeklerle dolu bir spor salonunu basmıyor ya da öldürmekle tehdit ettiği babasını hedef almıyor da kadınları hedef alıyor. Kadınlar, ataerkil kültür içerisinde sadece fiziksel açıdan değil kültürel olarak da suçlanması daha kolay cinsiyet sınıfı. Kadın cinayetlerinin politik olduğunu söyleyenler ezilen cinsiyet sınıfının üyesi olan kadınların bu sınıfa ait olmaya zorlandıkları için fiziksel, kültürel, sosyal açıdan hedef haline getirildiğini söylüyor yasal yetersizliklerden bahsediyorlar. Ortada sebepli/sebepsiz bir şiddet varsa ilk olarak kendine zayıf olan grubu hedef alıyor ki bu da genelde kadınlar oluyor. Yani buradaki şiddetin yarattığı yıkıma oranla nedenselliğinin zayıf olduğunu söylerken yöneldiği yer değil ontolojik açıdan nedenselliğini zayıf buluyorum. Bu yönüyle şiddet tanımlanması güç. O yüzden yarattığı dehşet artıyor çünkü tanımlanmayan, bilinmeyen daha korkutucudur. Uzun süre IŞİD’in sahneye koyduğu şiddeti izledik. IŞİD insanları diri diri yakarken bu kadar korkmadık çünkü ideolojize edilmiş bir arka planı vardı ve failler bir taraftan şiddeti sahneye koyarken diğer taraftan bildirileri ile ne amaçladığını ifade ediyordu. Bu şiddeti tanımlıyor ve tanımlanınca da sınırlandırıyor. Bildiğimiz şeyden duyduğumuz korku da azalıyor.
Bu kısma kadar şiddetin ne’liğine dair bir şeyler düşündük, çünkü düşünüp tanımladıkça şiddetin yarattığı yıkım da azalır önlenebilirliği de artar. Önlenebilirliği demişken buradaki dehşetin sebebinin diğer ayağı bu şiddetin önlenebilecek bir şiddet olup olmadığının bilinmemesi.
Katil, uzun süre planladığı bir cinayet dizisini sahneye koyuyor. Kurbanlardan birini daha önce defalarca tehdit etmiş ve ona şiddet uygulayacağını da ifade etmiş, meydan okumuş yani. Zarar vereceğini söyleyerek kime meydan okuyor? Öncelikle öldürdüğü kadına. Önceden söyleyerek meydan okuyor ben sana zarar vereceğim, sen de kendini koruyamayacaksın diyor. Sonra ailesine meydan okuyor. Kızınıza zarar vereceğim bunu da video ile kayıt altına alıyorum ama bana engel olamayacaksınız diyor. Sonrasında vatandaşı korumakla yükümlü bütün birimlere meydan okuyor, masum birine zarar vereceğim ama beni durduracak bir güç yok, diyor. Sonra istediğini de yapıyor. Otuz dakika arayla iki kadını öldüren Semih Çelik için psikopat/cani/bağımlı gibi tanımlar duyduk. Hiçbiri yanlış değil. Fakat şunu soralım tüm bu şiddeti yapabilme yetisine sahip olan kişi kim, bu beceriye nerden sahip oluyor? Eski bir güvenlik görevlisi ya da bunun eğitimini almış biri değil, kasap çırağı. Şiddet uygulamaya dair tek becerisi bu. Yani bir kasap çırağı daha önce kendisiyle ilgili birçok psikolojik ve adli şikâyet olmasına rağmen yıllarca düşündüğü uzun süredir planladığı, bir süre önceden ima/ilan ettiği cinayeti işliyor. Bunlardan birini teatral bir gösteriye çeviriyor. Akabinde kendini de asıyor. Ama gittiği psikiyatrın yeterliliği sorgulanmıyor. Demek ki ya katil yeterince psikolojik soruna sahip değil ya da mevcut sorunu tanımlanamaz. Aksi durumda psikiyatri biriminin ya da sağlık sisteminin eksiği olması gerekir ama yok. İhmal suçundan soruşturma açılan tek bir memur yok, demek ki bu olayın olmasına sebep olan bir güvenlik zafiyeti yok. İhmal olsaydı sorumlu da olurdu. Sorumlu yoksa ihmal de yoktur. Herkes hatasızsa bunun meali şudur ki: Yaşanan bu şiddet olayı doğası itibari ile önlenemez. Yani bir kasap çırağının bıçağı, vatandaşı koruyan bütün güvenlik bariyerlerinden daha keskinmiş. Tüm bariyerleri tek darbede kesiyor ve sonrasında…
Sahip olduğumuz bütün güvenlik bariyerleri, önleyici güçler, kasap bıçağının karşısında duramıyorsa bu durum sizi korkutur mu, güldürür mü? Bu ikileme; korkunç olanın trajikomik bir hal almasına grotesk adını veriyor Kafka. Her şeye muktedir olan, halka müdahale ederken/biçimlendirirken kendini istediği dozda konumlayabilen modern devlet mefhumunun en temel ihtiyaçlarımızda bile çözüm üretememesini hem komik hem korkunç buluyor. Kafka’nın odasından bazen kahkaha sesleri geldiğini, yazdıklarına bakıp güldüğünü görenler neye güldüğüne anlam verememişler o zaman biz şu an anlıyoruz ama bana komik gelmiyor, en azından bu olayda.
Ezcümle, ortada tanımlanamayan ve önlenemeyen bir şiddet var mı? Varsa bunun tanımı ne zaman yapılacak ve neyle önlenecek?