Şifacı kadın
Nehir kenarında bir eve geldik. Diğerleri gibiydi. Çok yaşlı bir kadın vardı evde. Benzederia’ydı bu...
Hançer gibi bir şey saplanmıştı sırtıma. Amazon’da teknede oldu. Sabah serinliği, koca bir nem bulutuyla sırtıma oturmuştu ama ağır bir kaya gibiydi daha çok. Günlerdir hamakta yatıyorduk teknede. Biraz dışarı doğru bağladım. Çok nem olur demişlerdi. Aldırmadım. Yatarken etrafı seyretmek gibi bir niyetim vardı. Pencere kenarı gibi bir şey işte. Fakat zaten sonsuz genişliğindeydi çoğunda Amazon. Kıyı görünmüyordu ve ufuktan başka bir şey de yoktu ortada. Bazen geçen diğer tekneler işte. Onlar bize bakıyordu, biz onlara. Sonra yine su, uçsuz bucaksız sanki…
‘Seni Benzederia’ya götürmeliyiz’ dedi Jose. Anlamadım. Kafa sallamaya çalıştım sadece. Böyle yapınca da sırtımdaki hançer yerinden oynayıp, bir yerlere saplanıyordu. Sonra en iyisini yaptı. Arabanın torpidosundan bir rom şişesi çıkarıp, uzattı. Etiketsiz, ev yapımı, ezilmiş şeker kamışının içindeki güneşti bu.
MST’nin avukatlarından biriydi Jose. Eski bir arabası vardı ama güzeldi. Kızarmış yemek yağı ile çalışıyordu. İlk çalıştığında biraz patates kokuyordu o kadar. Eğer yanınızda bira ya da rom varsa sorun değildi. Karnınız acıkabilirdi işte kokudan ama sırtınızda hançer yoksa.
‘Benzederia’nın ne olduğunu gidene kadar bilmiyordum. İyi bir yolcuyumdur ben, pek bir şey sormam ev sahibine. Nereye giderse uyarım zaten. Yolculuk bu zaten bence, tesadüflerin güzelliği. Yoksa her şeyi belirlenmiş ‘seyahat’, üstüne adres yazılmış, posta kolisine benzer. -Ahmet Hamdi Tanpınar’dan aldım bu ‘posta kolisi’ benzetmesini- Elden ele geçersin, mutedil refah, azami dikkat ve az sürprizlerle.
Nehir kenarında bir eve geldik. Diğerleri gibiydi. Tahtadan, tek odalı, camsız, bir tahta kepenk, bir sallanan sandalye, iki kerevit masanın etrafına çakılmış. Çok yaşlı bir kadın vardı evde. Benzederia’ydı bu, yani şifacı kadın. Yüz çizgilerine bakarsanız, iki-üç yüzyıldır burada olmalıydı ama bir televizyon vardı yine de köşede. Jose sırtımın ağrıdığı söyledi. ‘Tamam’ dedi Benzederia. Hemen çok güvendim ona. Sizin de yüzünüzde o kadar yaşanmışlık olsa, size de güvenirim. Güneş yerleşmişti sanki derin çizgilere.
Bir şeyler söylemeye başladı. Arada bazı kelimeleri seçebiliyordum ancak. Sonra sırtıma şöyle bir dokundu. Sanki ağrıyı alıp, dışarı doğru atar gibi yaptı. Attı. Ağrımadı.
Sonra yanımıza rom şişemizi alıp gittik. Bir şey de vermedik Benzederia’ya. Hatta Jose, bir papaya kopardı bahçeden. Ben garip garip hareketler yapıyordum galiba. Hançeri arıyordum sırtımda, biraz önce saplıydı orada…
Yine kızarmış patates koktu araba çalışınca. Karnı acıkıyor insanın…