'Sigortanızı kocanız ödesin öğretmen hanım!'
Öğretmenlerin sorunları saymakla bitmez. Kendini en güvende hissetmesi gereken meslek dallarından biri oysa ki. Çocuklarımızın geleceğini emanet ettiğimiz insanların bu baskı ve stres altında çalışması, açıkça kendi geleceğimizle oynamak.
Kadınlar, hayatları boyunca türlü eşitsizliklerle mücadele ediyorlar. Bu durumu bir kadın olarak bizzat yaşamanın yanı sıra bir avukat olarak da sık sık şahit oluyorum. Boşanma davaları bir yana, iş hukuku alanında da sık sık karşılaştığımız bir durum. İş yaşamındaki ayrımcılık bilinmeyen bir başlık değil; fakat kadınların her defasında seslerinin duyulmasına ihtiyaçları var. Kanıksanmış bir durum olmamalı bu. Öyle ki, İş Kanunu’nda “ayrımcılık tazminatı” dahi öngörülmüş durumda. Gelin görün ki, başvuran yok pek.
Son zamanlarda, bir öğretmen müvekkilim vesilesiyle öğretmenlerin yaşadıklarına içerden şahit oluyorum. Öğretmenler, asgari ücrete, korkunç bir iş yüküyle çalıştırılıyorlar. Elbette, bu eziyete kadın-erkek birlikte maruz bırakılıyorlar; lakin, söylemem gerekir ki kadınların mağduriyeti çok daha fazla. Kadınlar ayrıca ciddi bir psikolojik şiddete de maruz bırakılıyorlar. Psikolojik şiddet erkeklere kolay kolay uygulanamıyor, uygulamıyorlar çünkü. Kadınların kılık kıyafetine bile karışılıyor örneğin.
Pandemi döneminde öğretmenlerin mağduriyeti daha da arttı. Sanki öğretmenler online şekilde daha az çalışıyorlarmış gibi muamele edildi. Birçoğunun sigortası yatırılmadı veya eksik yatırıldı. Kısa çalışma ödeneği üzerinden ücret verildi veya hiç verilmedi. Hele ki bir örnek duymuştum müvekkilimden, inanmakta zorlanmıştım; pandemi sürecinde eksik yatan sigorta primlerine ilişkin okul müdürüne uyarıda bulunan bir kadın öğretmenlere, müdür “Sigortanızı kocalarınız ödesin” demiş ciddi ciddi. Arsızlıkta sınır tanımamak bu olsa gerek.
Daimî var olan problemler de var. Örneğin, yaz tatilinde para vermemek için 10 aylık sözleşme yapmak, istifa mektuplarını işe alırken imzalatmak gibi. Ticarethane mantığını apaçık tezahür ettiği, ne koparırsak kâr tadında örnekler de var. Özel bir okulda öğretmenseniz ve çocuğunuz o okula giderse, burstan faydalanıyor genellikle. Diyelim ki, çocuğun okul ücretinin yüzde 75’ini okul karşılıyor, yüzde 25’i de okulda öğretmenlik yapan velinin maaşından kesiliyor. Fakat trajikomik olan, öğretmenin sigortasının, maaşının kesinti yapılmış miktarı üzerinden ödenmesi. Hakikaten delirmiş olmalılar diye düşünmüştüm bunu duyduğumda.
Öğretmenlerin sorunları saymakla bitmez. Kendini en güvende hissetmesi gereken meslek dallarından biri oysa ki. Çocuklarımızın geleceğini emanet ettiğimiz insanların bu baskı ve stres altında çalışması, açıkça kendi geleceğimizle oynamak. Acımasız kapitalizm diyeceğim ama o da değil. Düpedüz cahillik bu. Kapkara bir cahillik! Kısa vadeli “cinlikler” yapıp da uzun vadede çöküşe zemin hazırlamak tam da böyle bir şey işte.
Simone de Beavoir, 1967 yılında feminizm üzerine yaptığı bir konuşmada, “Bana göre kadınlar için ulaşılması gereken şey, onları erkeklerle gerçek anlamda eşit kılacak bütüncül ve radikal bir özgürlüktür. Bu da yalnızca “iş” ile gerçekleşebilir. Kadınların tam olarak aynı evrensel şartlarda çalışması ve bunun onlar için normal olması elzemdir. Aynı zamanda eşdeğer ekonomik, politik ve sosyal sorumlulukları olmasına yol açar bu.”
Gerçek eşitliğin kadınların ekonomik özgürlüğü ve iş yaşamındaki tam eşitlikle geleceği yadsınamaz bir gerçek. Oysa, dünya, Simone de Beauvoir’ın 1967’de yaptığı o konuşmada bahsettiği noktadan çok da ileride değil. Geçtiğimiz günlerde bir haber okumuştum; Britanya merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın raporuna göre kadınlar son bir yıl içinde 800 milyar dolar (6.5 trilyon lira) gelir kaybına uğramış. Bu, 98 ülkenin toplam gayrisafi yurt içi hasılasından (GSYH) daha fazla. Direktör Gabriela Bucher, Covid-19 salgınının ekonomik sonuçlarının düşük maaşlar ve güvencesi az pozisyonlarla iş hayatında orantısız şekilde temsil edilen kadınlar üzerinde daha ağır etkileri olduğuna dikkat çekmiş ve “Hükümetler bu yanlışı düzelteceğine kadınların işlerine ‘vazgeçilebilir’ muamelesi yaptı ve bu da kayıtlı çalışanların en az 800 milyar dolar gelir kaybına uğramasına yol açtı” diyerek isabet bir yorumda bulunmuş. Aynı rapora göre, geçen yıl küresel ölçekte 64 milyondan fazla kadın işini kaybetmiş. Bu rakam, kadınların çalıştığı işlerin yüzde 5’ine tekabül ederken, erkeklerin iş kaybı yüzde 3.9’da kalıyor. BM verilerine göre de eşitsizlik açık; dünyada kadınların kazandığı her 77 cent için erkekler 1 dolar kazanıyor.
Kadınların üretime ve iş hayatına tam ve eşit katılımını sağlamadan gerçek demokrasiye ulaşmak ve hem ekonomik hem sosyal hem de kültürel refah anlamında bir gelişme kaydetmek mümkün değil. Ülkesinin kalkınmasını isteyen her yöneticinin bu yönde politikalar üretmesi gerekirken biz halen kadınları eve, evliliğe ve çocuklara yönelten yasal girişimlere ve politik tutumlara karşı mücadele veriyoruz. Bütün bunlar olurken, yukarıda bahsettiğim üzere her sektörde ayrı bir eşitlik mücadelesi veriliyor. Ülke bir yandan yönetilememe krizinde felaketlerle başa çıkmaya çalışırken, esas odak noktamız olması gereken bu konular lüks gibi kalıyor ve sorunlar kanıksanıyor. Sorunları, sorun olarak görmeye devam etmek ve her defasında daha da ses yükselterek çözüm istemek hem hakkımız hem de sorumluluğumuz.