Sihirsiz, kahramansız bir öykü: 'Hepimizin hikayesi'
Sol Kültür Yayınlarınca basılan ve Mutlu Arslan’ın büyük bir emekle yayıma hazırladığı “Hepimizin Hikayesi”ni okumak geçmişe ilişkin merakı tatmin edici biçimde doyurmasının ötesinde verdiği ilham ve okuru geçmiş – bugün karşıtlığının diyalektik olarak ötesine taşımasıyla çok önemli.
1975-1980 arası Türkiye’de devrimci mücadelenin nasıl yükseldiğini, dönemin koşulları içinde devrimcilerin kişi olarak nasıl biçimlendiğini ve içinde bulundukları hareketlerin özelliklerini değerlendiren çok sayıda sözlü tarih çalışması ortaya çıktı. Devrimciler, konuşma anlatma arzusu duyuyorlar, bu arzunun yaratılarını hepimize ulaştıran kitaplar yayımlanıyor. Birçoğu, belirli bir yöntem ile okunduğunda dönemin özelliklerini, devrimcilerin bireysel ve örgütsel varlıklarını kavramak isteyenler bakımdan hazine değerinde. Mutlu Arslan tarafından yayıma hazırlanan “Hepimizin Hikayesi: Uşak’ta Devrimci Mücadele” kitabını bu düşünce ve duygularla elime alıp okumaya başladım. Arslan’ın girişte yaptığı uyarılara rağmen bir süre aynı kalıpla okumaya devam etsem de bir yerde kitabı okuduğum yöntem elimden uçup gitti. “Hepimizin Hikayesi”, hem kitabı yayımlayanın hem de döneme ilişkin anlatının çoğulluğunu en başta kabul eden anlatıcıların benimsediği yöntem bakımından aynı kategorideki birçok kitaptan ayrılıyor. Çok sayıda kişinin bireysel öyküsünü ortaklaştıran hareketin büyüsü; sihirden arındırılmış, kahramansız somut bir gerçeklik olarak serimleniyor. Soruları soran da yanıtları verenler de hatta okuyan da başka bir dünyanın havasını solumaya başlıyor, dolayısıyla bildiğimiz sözlü tarih okuma şüpheciliğinin yerini geçmiş ve gelecek arasında ortak bir konumlanma duygusuyla birlikte bunu düşünme pratiğine dönük bir anlama kavgası alıyor. Sadece tarih sayılabilecek bir döneme ilişkin bir anlamanın ötesinde, geçmiş ve geleceğin bir arada bulunduğu bir şimdiyi düşünme ve anlama pratiği…
Uşak’ın, Türkiye’de 1975-80 arası devrimci mücadelenin ilk yükselişe geçtiği uğraklardan biri olduğu bilinir. Devrimci Yol dergisinin ilk sayısının kapağında Uşak’ta devrimci mücadelenin tarihi bakımından çok önemli olan 17-18 Mart direnişinin yer alması tesadüf değil. Faşizme karşı mücadelenin ve Devrimci Gençlik’e sempatinin ilk filizlendiği yerleşimlerden biri Uşak. Bu bilgiye rağmen, Ankara’dan İzmir’e, İzmir’den Ankara’ya giderken AKP yapımı yol ışıklandırmalarıyla, Manisa’nın ilçesi Kula’yı geçince karşınıza çıkan bol virajlı rampaların ardından Ege’den çıktığınızı hissettiren havasıyla başka bir İç Ege – İç Anadolu yerleşiminden ayırmadan geçip gittiğiniz bir kent olarak baktım hep. Fakat bu küçük, 1970’lerde ise küçücük şehrin köylerinde birçok komünal deneyimin nasıl yaşanabildiğini, Uşak halkının devrimcilere 12 Eylül öncesinde olduğu kadar 12 Eylül sonrasında da büyük riskler alarak sahip çıkışının anlamını kavramaya çalışırken somut gerçeklikten siyaset teorisinin kıyılarından yükselen dalgaya oradan ele gelir ütopyalara varan bir yolculuğa çıkaran “Hepimiz Hikayesi”nden sonra, sanırım Ankara – İzmir yolculuklarımın özensizliğini de sorgulamam gerekecek artık.
Kitap, belirli bir kronolojik anlatıyı izlemekten ziyade, Uşak’ta bölgeye ve hatta ülke devrimci hareketine ilham veren gelişmelerin nasıl, hangi araçlarla ve hangi somut koşullarda ortaya çıktığını anlamaya çalışıyor. Daha Devrimci Yol hareketi merkezi varlığını ortaya koymadan hassaten Uşaklılarca oluşturulan, birçok bölgenin aksine merkezden gelenlere ihtiyaç duymayan çizginin dayandığı somut koşulların dayattığı faşizme karşı mücadele hattının yaygınlaşması, örgütlenmesi, bunun ötesine geçip geleceği örgütlemeye dönük özellikle köylerde atılan adımlar, okul okul, mahalle mahalle, ilçe ilçe, köy köy ayrı ayrı ele alınıyor. Anlatıcıların bireysel varlıklarını bilseniz de ortak anlatı her seferinde anlatıcıyı da içine alan bir “hepimizin” anlatısına dönüşüyor. Her köy, her ilçe, her okul farklı. Her farklılığa ilişkin farklı stratejilerin nasıl oluştuğunu, somut çelişkilerin nasıl ortaya konduğunu ve bu çelişkiler üzerine yükselen politik mücadelenin nasıl yaygınlaştığını ve derinleştiğini okumak gelecek için kılavuz niteliğinde sezgilere yol açıyor. Bugün çok kısa bir tarihsel kesit olarak görünen 5 yıllık süreçte her bir “sorumlunun” izlediği yol aynı ortaklaşmada konumlanıyor. Bu yönüyle kitap hem 12 Eylül’e giden sürecin hem de 12 Eylül sonrasının burjuva – küçük burjuva anlatılarını ters yüz ediyor. Burjuvazinin sağ – sol çatışması tezini de küçük burjuvazinin 12 Eylül sonrasına ilişkin trajedi anlatısını da çökerten bir gerçeklik olarak önümüze seriliyor Uşak’ta devrimci mücadele.
Sol Kültür Yayınlarınca basılan ve Mutlu Arslan’ın büyük bir emekle yayıma hazırladığı “Hepimizin Hikayesi”ni okumak geçmişe ilişkin merakı tatmin edici biçimde doyurmasının ötesinde verdiği ilham ve okuru geçmiş – bugün karşıtlığının diyalektik olarak ötesine taşımasıyla çok önemli. Umarım okuru bol olur.