'Sıkı Dostlar' eksildi
Oyuncunun aramızdan ayrılmasıyla yarattığı boşluğu herhalde en güzel, bu üzücü haberi alınca adeta 'yıkılan', "Goodfellas" filmindeki (rol) arkadaşı Lorraine Bracco şu sözleriyle dile getiriyor: "Dünyanın neresinde olursam olayım hala insanlar gelip bana, 'Goodfellas'ın en sevdikleri film olduğunu söylüyorlar. Ardından filmin çekimi esnasında en sevdiğim şeyi soruyorlar. Cevabım hep aynı oluyor… Ray Liotta."
Bilindiği üzere bazı roller, bazı oyuncuların üzerine adeta 'yapışır'! Bazen bir film, yaratıcılarının bile beklemediği kadar başarılı olur, dikkat çeker ve doğal olarak oyuncuları da aynı ölçüde ön plana çıkar. Bu, tabii ki oyuncular için kariyerleri adına büyük bir adımdır ama madalyonun diğer yüzü de şudur: Söz konusu oyuncular, o zamana kadar biraz 'gölgede kalmışsa', bu filmde canlandırdığı karakter onun için 'en uygun', hatta 'tek uygun' rol olarak görülebilir. Nitekim birçok oyuncu bu görüntülerini 'kırmak' için kariyerleri boyunca mücadele etmiş bazıları ise maalesef sonunda 'teslim bayrağı' çekmek zorunda kalmıştır.
26 Mayıs Perşembe günü uykusunda aramızdan ayrılan aktör Ray Liotta, tam olarak bu sınıfa girmese de kariyerini daha çok polisiye olarak adlandırabileceğimiz filmlerde, 'kirli polis' ve mafya tetikçisi gibi kısaca tekinsiz adam rolleriyle inşa etmişti. Fiziki olarak klasik bir 'kötü adama' benzemese de, sakin görüntüsünün altında sakladığı patlamaya hazır bir 'volkanı' hissettiren beden dili, yakışıklı sayılabilecek yüzünde kolayca şiddete kayabileceğinin sinyalini veren renkli gözleri, ona kuşkusuz çok değişik bir oyuncu karizması katıyordu.
67 yaşında hayata veda eden Liotta, kuşkusuz birçok sinemaseverin aklında en önemli rolünü, Martin Scorsese’nin 1990 yılında imza attığı görkemli başyapıtı "The Goodfellas"taki Henry Hill karakteri ile bulmuştu. Birçok kişiye göre bütün zamanların en iyi 'mafya' filmlerinden biri olarak sayılan bu yapım (artık Scorsese’nin ailesinden sayılan) Robert De Niro’yu, Joe Pesci’yi ve o zamana kadarki en önemli rolünü bulan Ray Liotta’yı bir araya getiriyor ve seyircilere unutulmaz bir sinema deneyimi yaşatıyordu. Filmin afişinde yazdığı gibi "mafyanın içinde 30 yıl", 'iliklerimize' kadar işliyor, yönetmen, daha sonra 'antolojik' olacak konuşmaları, olayları, karakterleri kısaca sekansları beyazperdeye taşıyordu.
Tabii ki kariyerinde 120’den fazla yapım taşıyan ve filmlerde büyük bir verimlikle rol almaya devam eden (vefat ettiğinde Dominik Cumhuriyeti'nde "Dangerous Waters" filminin çekimlerindeydi) bir aktörü birkaç filmle özetlememiz biraz haksızlık olur ama kabul etmemiz gerekir ki Liotta kariyerinde birçok 'unutulabilir' yapımda da rol aldı. Dolayısıyla oyuncunun sinemadaki önemli duraklarına bakmakla yetineceğiz...
SOMETHING WILD (1986)
İlk çıkış… Biraz 'punk' duran bu romantik komedinin yönetmen koltuğunda (bizde özellikle "Kuzuların Sessizliği" filmiyle tanınan) Jonathan Demme oturuyordu. Bu filmde üçüncü önemli rolü bulan Liotta, o dönem henüz 32 yaşındaydı ve onu Amerika’da biraz tanınır yapan "Another World" veya "Our Family Honor" gibi dizilerin dışında bir oyunculuk kariyeri yoktu. Başka bir deyişle oyuncuyu o zamanlar bir 'nobody' olarak görebilirdik. Ancak oyuncu, çizdiği serseri ve sert eski sevgili portresiyle neredeyse başrolü paylaşan Jeff Daniels ve Melanie Griffith’i gölgede bırakmayı başardı. Liotta, üzerindeki dar tişörtü, askeri andıran saç tıraşıyla ve her an 'üstünüze çullanmaya' hazır 'hayvansı' bakışıyla biraz post-modern bir James Dean karakteri çiziyordu. Bu oyuncu artık 'büyükler ligine' girmeye hazırdı!
FIELD OF DREAMS (1989)
İkinci önemli rol… O zamanlar arka arkaya önemli rollerle artık 'yıldız' mertebesine ulaşmış Kevin Costner’ı başrole taşıyan bu film, biraz ağır akan temposuyla ve naif havasıyla gösterişli olmasa da 'yüreğimize dokunan' fantastik bir hikâyeydi. Çiftliğinde karısıyla sakin bir yaşam sürerken duyduğu doğaüstü 'seslerle' bir beyzbol sahası kurmak gibi çılgınca bir işe kalkışan bir adamın hikâyesini anlatan bu filmde Ray Liotta, Ray Kinsella’nın (Kevin Costner) karşısına bir 'hayalet' olarak çıkan, efsaneci beyzbol oyuncusu 'Shoeless' Joe Jackson’ı canlandırıyordu. Onu, yıldız oyuncunun karşısında belli bir mesafeden gördüğümüz ilk sahne, belki de filmin en can alıcı sekansıydı.
THE GOODFELLAS (1990)
Asıl patlama… Ve 1990 yılında Ray Liotta’ya belki de hayatının rolü geldi! Büyük yönetmen Martin Scorsese, senaristi Nicholas Pileggi ile birlikte New York’ta, 1955-1980 yılları arasında gerçekten yaşamış bir gangster olan Henry Hill’in hayat hikâyesini 'Wise Guy' kitabından serbestçe uyarlayarak beyazperdeye taşıyordu. Filmin neredeyse her karesinde gördüğümüz Henry Hill karakteri (aynı zamanda hikâyenin anlatıcısı) Liotta’ya inanılmaz diyaloglarla bezeli, yeteneğinin bütün katmanlarını gösterebileceği adeta 'antolojik' bir rol veriyordu.
Film boyunca baştan çıkarıcı, komik, duygulu, korkutucu gibi birçok etaptan geçen oyuncu, mavi gözlerinde sürekli endişe verici o ufak 'ateşi' taşıyordu. Hill karakteri direkt olarak içlerinde "Godfather" filminin de bulunduğu 'unutulmaz Mafya karakterleri' kulübüne girdi ve Michael Corleone’nin tam yanında 'yerini ayırttı'! Film o sene birçok dalda Oscar ödüllerine aday oldu, hatta Tony karakterini canlandıran Joe Pesci, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını kucakladı ama garip bir şekilde Ray Liotta aday bile değildi!
COPLAND (1997)
Önemli yan rollere devam… Ray Liotta’nın "Goodfellas"la yakaladığı 'dev' çıkıştan sonra arka arkaya başyapıtlarda rol almasını bekliyorduk. Ama sonuç öyle olmadı. Kuşkusuz oyuncu artık göz önündeydi ve filmlerde rol almaya devam etti ama bir türlü Henry Hill karakteriyle yakaladığı 'ışıltıyı' bulamıyordu, hatta kariyerinde belki de bir 'düşüş' yaşamaya başlamıştı. Tam bu sırada kendisine James Mangold’un yönettiği "Copland" filminde önemli bir yan rol geldi. 70’li yılların 'thriller'larına saygı duruşunda bulunan bu sağlam polisiye film, hem kendisini hem de o zaman kariyeri düşüşte olan Sylvester Stallone’yi deyim yerindeyse 'ayağa kaldırdı'. Evet, belki Liotta başrolde değildi ama yaşadığı 'polis şehrindE' mafyayla beraber çalışan polislere karşı isyan bayrağı açan Şerif Freddy Heflin’e (etkileyici bir Stallone) 'arka çıkan' Garry Figgis rolünde eksiksiz bir oyunculuk çıkarıyordu. Liotta, kirli işlere bulaşmış ama yine de vicdan sahibi bir eski polisi büyük bir ustalıkla 'ete kemiğe' büründürüyordu!
HANNIBAL (2001)
Kendini kurtarma… 1991 yılında dünya çapında büyük beğeni kazanan ve Oscar ödüllerinde 'tulum çıkaran' "Silence of the Lambs"in devamı niteliğinde olan bu film, pek beğenilmedi. Başrolde artık Lecter karakteriyle özdeşleşmiş 'eşsiz' Anthony Hopkins ve kamera arkasında usta yönetmen Ridley Scott olmasına rağmen film, atmosfer açısından etkilese de senaryo açısından gerçekten ilk filmin gerisinde kalıyordu. Bu 'yarı-başarısız' devam filminin kuşkusuz en akılda kalan sekansı, Hannibal’ın grotesklik sınırlarına dayanan 'gore' finalinde, ajan Starling’e (Jodie Foster yerine Julianne Moore geçmişti) sunduğu 'beyin yemeği' (!) servisiydi. Bu sekansta kurban, ahlaksız ve yozlaşmış bir federal ajanı oynayan Ray Liotta’ydı. Oyuncunun bu kanlı sekanstaki mimikleri biraz abartılı koksa da "Hannibal"ın en etkileyici sahnelerinden birini oluşturuyordu.
BLOW (2001)
Beklenmedik viraj… Ne yazık ki aramızdan erken ayrılmış Ted Demme’in (Jonathan’ın kardeşi) bu filmi, gerçek bir hikâyeden uyarlanan, orta sınıf bir aileden gelen ancak sonrasında dünya çapında bir uyuşturucu kaçakçısı haline dönüşen George Jung’un hayatını anlatan bir yapımdı. Jung karakterini canlandıran Johnny Depp’in babasını oynayan Liotta, o zamana kadar oynadığı kirli, yozlaşmış polis rollerinden çok farklı bir role hayat veriyordu. Orta sınıf bir durumdayken ekonomik krizle fakirleşen, oğlunu olduğu gibi kabul eden ve hangi koşullarda olursa olsun ona şefkatli ve duyarlı davranan bir baba rolünde Liotta, gerçekten 'derinlikli' bir portre çiziyordu. Zamanında çok zenginleşmiş ve neredeyse istediği her şeye sahip olan George Yung’un hayatı bir anda 'baş aşağı' gitmeye başlayınca, annesi dahil herkes ona 'sırt çeviriyor', karakterin 'tutunacağı' tek dal, onu koşulsuz seven babası oluyordu.
Film, belki tam bir başarı olmaktan uzaktı ama Liotta’nın finalde oğlunun kendisi için doldurduğu kaseti dinlediği sekans bile "Blow"u izlememiz için yeterli bir sebepti.
NARC (2002)
En iyi yaptığımız şeye dönüş… Bu 'thriller'da Ray Liotta bir kez daha 'sınırlarda gezinen', tedirgin edici bir polisi oynadı. Rol için yaklaşık on kilo almıştı ve film, genç bir narkotik ajanının (Jason Patric) meslektaşının öldürülmesini araştırması ve bunu yaparken de eski ortağıyla (Ray Liotta) kurduğu bağ üzerine yoğunlaşıyordu. Film, senaryo bazında orijinalliğiyle 'parıldamasa da', Liotta bir kez daha bütün yeteneğini gösterebileceği bir alan buldu ve bunu sonuna kadar kullandı. Oyuncunun sadece çatallaşan sesiyle ve neredeyse 'kudurmuş' gözleriyle bize bakması bile bizim koltuğumuza 'çivilenmemizi' sağladı. Liotta, filmin trajik sonunda da son derece dokunaklı bir performans gösterdi.
IDENTİTY (2003)
Ray Liotta, bu filmde bir kere daha yönetmen James Mangold’la çalıştı. Birbirinden tamamen bağımsız (görünen) bir grup insanın, fırtına yüzünden bir motelde sıkışıp kalmalarını ve ardından başlayan cinayetleri anlatan film, kronolojik olarak arada 'bozulan' yapısıyla, paralel ve bağlantılı iki hikâye arasında ustaca gidip gelmesiyle ve seyirciye birçok defa 'ters köşe' yapan sürprizleriyle oldukça başarılı bir polisiye filmdi. Filmde en azından yarım düzine ünlü oyuncu vardı ve Ray Liotta, 'göründüğü gibi olmayan' edasıyla aralarında adeta 'parladı!' "Identity", klasik bir 'katil kim?' filminden çok daha fazlasıydı!
MARRIAGE STORY (2019)
Oyuncunun son 'salvolarından'… Ray Liotta, "Marriage Story" filminde yine yardımcı ama önemli bir rol buldu. Bir tiyatro yönetmeninin eşiyle boşanmasını konu alan film, hiç "Kramer vs Kramer" sularına girmeden, ince bir mizah taşıyan ama aynı zamanda da oldukça dokunaklı bir yapımdı. Tiyatro yönetmeni Charlie Barber’ın (Adam Driver) avukatı rolünde Liotta ukala, laf cambazı, 'kazanmaya giden her yol mübahtır!' zihniyetiyle hareket eden, gerektiğinde vicdan ve ahlak kurallarını hiçe sayan bir karakter çizdi. Karşısında aynı derece 'tehlikeli' bir kadın avukat vardı ve Jay Moratta (Ray Liotta) ile Nora Fanshaw (Laura Dern) arasındaki mahkeme karşılaşmaları hem diyaloglar hem de oyunculuk performansı açısından 'zirveler' yaşattı. Liotta sadece birkaç sahnede görünmesine rağmen yine filme 'damgasını' vurmuştu.
Kuşkusuz bu listeye "Killing Them Softly" (2012) veya "Beyond The Pines" (2012) gibi birçok film eklenebilir…
Oyuncunun aramızdan ayrılmasıyla yarattığı boşluğu herhalde en güzel, bu üzücü haberi alınca adeta 'yıkılan', "Goodfellas" filmindeki (rol) arkadaşı Lorraine Bracco şu sözleriyle dile getiriyor: "Dünyanın neresinde olursam olayım hala insanlar gelip bana, 'Goodfellas'ın en sevdikleri film olduğunu söylüyorlar. Ardından filmin çekimi esnasında en sevdiğim şeyi soruyorlar. Cevabım hep aynı oluyor… Ray Liotta."