YAZARLAR

'Sil baştan düşünmemiz gerekiyor'

Belirsizlik ıstırabı, ağızlara çalınan belirlilik balı, kozmostaki sonsuz karşılaşmalara dair yeni bir teklif... “Spinoza, Nietzsche, Deleuze emektarı” felsefeci Çetin Balanuye ile konuşuyoruz. Bize yarayanın ne olduğunu bilemediğimiz, bilsek de ona yönelemediğimiz bir zamanda nasıl var kalınır? Bir belirsizlik yığını omuzlarımıza çökmüşken “sevinçli” bir hayat mümkün müdür?

“Sorun şu,” diyor Çetin Balanuye, “belirsizlik olgusunu hem bir ölçüde biliyor, hem de tahammül etmekte, ona olabildiğince uygun eşlik etmekte güçlük çekiyoruz.” Balanuye, Akdeniz Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde öğretim üyesi. Akademik alanın dışında da yazıyor, çiziyor, konuşuyor; kendisini Spinoza, Nietzsche, Deleuze emektarı olarak tarif ediyor.

Bu cümledeki her kelimenin, “bilme”nin, “eşlik etme”nin, “tahammül”ün ve de “sorun”un, felsefenin sularında dibine dalabileceğimiz, farklı kavramsallaştırmalarla dolu derinleri var. Belirsizlikten konuşmaya başlarken önce sözlük açıyor Balanuye. Türkçe'de “kesinlik” dediğimiz, bugünkü İngilizce'deki "certainity" sözcüğünün, Latince'de izi 13. yüzyıla kadar sürülebiliyor. “Certus”un karşılığında kafa karıştırıcı bir yan yok: Emin, yerleşik, muhakkak, sahih, sağlam. Fakat Lewis ve Short'un meşhur Latince sözlüğünden, kelimenin tüm bu anlamların tersini de barındırabileceğini gösteren ilginç bir ayrıntı naklediyor.

“Varoluşu öngörülebilir olmakla birlikte doğası (özü), deyim yerindeyse sürprizler içerebilen bir anlamı daha var. Yani 'belirli' olan her neyse ya da biz neye belirli diyorsak, onda bile tuhaf bir belirsizlik olanağı, olasılığı, çağrışımı bulunuyor. Aslında bu bugünkü en güvenilir bilgilerimizle de uyumlu: Kozmos ve kozmostaki varlıklar yüzde yüz bir kesinlik ve öngörülebilirlikten epeyce uzaklar. Evet, hayat bir 'düzenlilik' izliyor gibi görünüyor ama bu hiç de 'aynı olanın tekrar etmesi' anlamında değil.”

Burada da “Fark ve Tekrar” ile Gilles Deleuze'ü anıyor sitayişle. “Tekrar, her zaman 'farkla tekrar'dır. Güneş her sabah doğar, ama ne o aynı güneştir, ne biyosfer, ne biz insanlar ya da diğer var olanlar, mutlak bir anlamda aynıyızdır.” David Hume buna, bugüne kadar doğmuş olmasından yola çıkarak güneşin bundan sonra da doğacağının kesin görülemeyeceğini eklerdi. Nihayetinde farklar, “farkoluşlar”, kısmi düzenlilikler, sözde tekrarlar ve de belirsizlikler evrenin dokusunu oluştururken insanın sorunu, arada kalmış olmak Balanuye'nin tabiriyle. Tüm bunları kavrayabilmekten ne hepten uzak, ne de tam içselleştirebilmiş, bu yüzden de işi zor, hazin bir varlık. Felsefenin farklı gelenekleri bu “ıstırabı” farklı gerekçelere bağlıyor, burada da yollar çatallanıyor.

'DÜZENLİLİK' YARATMA ARZUSU 

İnsanın düşünmeye bir belirsizlikten başladığı, “Gerçek nedir?” ya da “Biz neye var deriz?” nevi sorular karşısındaki aczini, meşakkatini anlamak mümkün. Kolay değil. Fakat hayatın ortasında “ıstırabını” hissettiğimiz belirsizliklerin büyük kısmının kaynağını, sorumlusunu, failini aslında biliyoruz. “Gelecek yok”sa, “hukuk bitti”yse bunların hepsinin bir adı var. Ağrısını, bir varlık muamması kadar derin yaşamasına rağmen, insan yapımı belirsizlikleri görmekte, anlamlandırmakta ve değiştirmekteki zaafiyetini nasıl açıklamalı insanın?

“Çok haklısınız. Katilin cinayet yerine tekrar uğraması gibi insan da varoluşuna en büyük sıkıntıyı yaşatan belirsizlik olgusunu bilerek ya da bilmeden adeta bir de kendi çoğaltır” diyor Balanuye. Doğa durumu öğretisi açısından insanı “toplumsal sözleşme” yapmaya iten gerekçelerden biri de bu. Başkalarının da vazgeçmesi karşılığında kendi bazı haklarından feragat etme, belirsizliklerin tekinsizliğine karşı “düzenlilik” yaratma arzusu... Belirsizliğine tahammül edemediğimiz kozmosta en azından "belirli alan yaratma ülküsü”.

“Bu bir ölçüde başarılmıştır. Ama hiçbir zaman o ülküyü muradına erdirecek ölçüde değil. Siyasi-ekonomik-ideolojik Leviathan'ın bugün dünyanın pek çok yerinde insanların ağzına bir parmak belirlilik balı sürerek onları oyaladığı, gerçekte kendi kısa erimli menfaatleri adına her türlü belirsizlik fırsatını kolladığı aşikâr. Evet, ailece akşam sofrasına oturduğunuzda birileri sopalarla gelip yağmalamıyor, ama bütün ömrünüzü hak ettiğinizden çok azına razı olmayı kaçınılmaz kılarak, sizi hep endişeli yaşatıyor. İşte bu düpedüz bir belirsizlik endişesidir.”

Bu endişenin dozu coğrafyaya, aslında bir tür “gelişmişlik” kriterine, “tuzu kuru azınlıkta” bulunup bulunmamaya göre değişiyor. Burada belirliliği yitirme karşısında toplumsal farkındalığın da altını çiziyor Balanuye. “Örneğin 'Türkiye'de yargı bağımsız değildir' ifadesini 'Menemen soğansız olur' ifadesinden pek de fazla önemliymiş gibi idrak ediyor değiliz. Bu nasıl olabilir? Yargının bırak bağımsız olmadığını teslim etmek, bunun kuşku konusu olması bile tahammül edilebilir bir belirsizliğin ötesi anlamına geliyor oysa.” 

Tarih boyunca belirsizliklerin niteliği mi daha çok değişti, insanın onun karşısındaki tahammülü, konumu, arzuları mı? Çetin Balanuye belirsizliklerin her zaman için bir tehdit olarak algılandığını söylüyor. Bunun bir gerekçesi kronofobi, yani insanın zamandan, onun getirdiği sürprizlerden, değişimden, dönüşümden, yaşlanmaktan ve ölümden korkusu. Bir şerh düşüyor: “Fakat belirsizliğin kasıtlı üretimi, bunu siyasi, ideolojik, ekonomik bir tahakküm aracı kılmak sanırım kapitalizmin icadıdır. Kapitalizm insanı hem eylemlerinin özgür patronu olduğuna, hem de onu belirleyen beşeri nedenlerin doğal olduğu palavrasına aynı anda inandırmayı başardı. Böylece 'Benim özgür iradem var' diyerek hem sömürülüşümüzün sorumlusu, hem de 'Koşullar böyle, değişmez' diyerek çaresiz kurbanı olduk.”

İÇİNDEN BELİRSİZLİĞİN ALINDIĞI UMUT 

Michael Hardt ve Antonio Negri'nin, “Koşullar böyle, değişmez”i sorgulamak ve değişebileceğini göstermek üzere kaleme aldıkları bir dizi kitabın sonuncusu Meclis'te Spinoza'ya dayandırdıkları muhtelif çıkış yolu var. Spinoza, Etika'da güvenlik kavramını “içinden belirsizliğin alındığı umuttur” diye tarif ediyor, “aldığımız keyfin gelecekte de devam edeceğine duyduğumuz güvendir. Güvenlik korkuyu yenen şeydir.” Hardt ve Negri, buradan ilerleyerek toplumsal ve ekolojik felaketin ortasında ihtiyaç duyduğumuz güvenliğin yolunu işaret ediyor: Özgürlüğün ve müşterek varlıklar üzerinden dayanışmanın birlikteliği. İçinde bulunduğumuz modernitenin alacakaranlığında modernizmin şafağını, Aydınlanmayı, zamanında kıymeti bilinmemiş filozof Benedictus Spinoza'yla radikal Aydınlanmayı hatırlayışımızı hiç de şaşırtıcı bulmazlar zaten.

Çetin Balanuye

Çetin Balanuye, üç yıl önce Spinoza'nın Sevinci Nereden Geliyor? isimli bir kitap yazmış, “reddedilmeyecek bir felsefi teklif”te bulunmuştu. Bu, Spinoza'nın “sevinç” üzerine kurduğu öğretisini, bugüne, gündelik hayata sokmaya dair bir davetti. Görünen o ki, felsefe kitaplarından çok da alışık olmadığımız kadar kişi de bu daveti reddetmedi. Balanuye, daha evvel küresel bir dalganın parçası olarak Gezi'yi, “toplumsal sözleşmenin” bozuluşunu Spinoza üzerinden yorumladığı bir yazı da yazmıştı. Odağımız belirsizlik olunca şimdi ne teklif edeceğini sormalı: Bize yarayanın ne olduğunu bilemediğimiz ya da bilsek de ona yönelme şartlarımızın oluşmadığı böyle hallerde nasıl var kalmaya çabalayabiliriz? Bir belirsizlik yığını omuzlarımıza çökmüşken hep birlikte anlamlı, “sevinçli” bir hayat kurmanın yolu nedir?

“Tablo bizi yüreklendirmekten uzak. Ama çaresizlik duygusu dostumuz değildir. Kendi adıma epeyce uzun zamandır, zorlu bir çare stratejisine kafa yoruyorum. Vardığım düşünce şudur: Yerleşik ontoloji, epistemoloji ve öznelik kavramlarımızı sil baştan düşünmemiz gerekiyor. Evrende her şey ve her varlık kadar insan da belirleniyor. Eğer bu bir ayrıcalıksa, bunu kafaya takmak gibi bir ayrıcalığımız olabilir. Anlamalıyız ki 'şey'lere doğalarını kazandıran karşılaşmalarıdır. 'Ben' karşılaşmalarımın eseriyim. Bir demir parçasının bile doğası gökten gelmiyor, kozmostaki sonsuz etkileşim ve karşılaşmalar onu 'o' demir yapıyor. Nitekim demir uzun süreli alçak basınca ayrı, yüksek basınca ayrı, neme, ısıya, bakteriye, insana ayrı tepkide bulunuyor. Karşılaşmaların, etkileşimlerin, ilişkilerin ötesinde bir doğa tayin edici yok. Benzer karşılaşmalara benzer tepki verişleri öbekleyen ve kullanışlı olduğu ölçüde dikkate alan biziz. Karşılaşmalarımızın coğrafyasını dönüştürmekten başka bir bireysel esenlik olanağı göremiyorum. Bunun yolu da nesnel gerçekliği olabildiğince doğru, Spinoza'nın davetindeki gibi 'upuygun' kavrayabilmek, bu kavrayışı olabildiğince çoğaltmak.”

GERÇEKLİĞE EŞLİK EDEBİLMEK 

Karşılaşmalarımızın coğrafyasını dönüştürmek ne demektir? Nesnel gerçekliği olabildiğince “upuygun” kavramaya çalışmaktan söz ediyor; gerçekliği temsil etmek yerine, ona eşlik etmenin farkını vurguluyor Balanuye. “Bu eşliğin en iyi yolu etkin olmak: İyi piyano çal, iyi oku, iyi yemek yap, kum tanesinin fiziko-kimyasal yapısını, paranı bağladığın hisse senedinin yarınki akıbeti kadar merak et, araştır... En önemlisi bu tutumu okulda, sokakta, iş yerinde, doğal çevrende yaygınlaştır. Bu türden bir hakikat peşinde olanların çoğaldığı bir çevreden başka 'esenlik dolu' olabilmenin yolunu bilmiyorum” diyor. Bu önerdiği yolun belirsizlik duygusunu ve belirsizlik üzerine inşa edilmiş her tür çıkar çabasını da boşa çıkaracağı görüşünde.

Balanuye'nin kısa bir süre önce çıkan Naturans: Yeni Bir Ontolojiye Doğru adlı kitabı da bir “sil baştan” daveti. Nesnel gerçeklikle ilgili elimizdeki en güvenilir bilgiler buysa, nasıl bir etik-politik tutum benimsemek akıllıca olur fikri üzerine kurulu. Belirsizlik üzerine düşünme mesaisine de katkısının olacağını düşündüğü beş önerme çıkardı:

1. İnsan zihninden bağımsız bir gerçeklik var. Yani biz bilelim bilmeyelim, olalım olmayalım kütle çekim gücü eylediği gibi eyliyor, fiziksel, kimyasal, biyolojik düzeyde 'şeyler' karşılaşıyor, etkileşiyor.

2. Bu nesnel gerçekliği olabildiğince az yanılgılı kavradığımız ölçüde, etkide bulunma ve etkiye uğrama kapasitemizi artırıyor, kozmosun entropi de diyebileceğimiz belirsizliğine daha iyi tahammül edebiliyoruz.

3. Kurduğumuz beşeri siyasi yapılar, sözleşmeler, devletler ve sistemler bu iki maddeyle uyumlu yaşamamıza katkıda bulunduğu ölçüde iyi, engel olduğu ölçüde kötüdür.

4. Kötü bir toplumsal yapıyı dönüştürmenin yegane yolu, bu üç maddedeki tavrı çoğaltmak üzere ısrarlı, disiplinli ve namusluca çalışmaktır. Karşılaşmalarımızın dölyatağı olan etkileşim çevresini dönüştürmeden bireysel huzur olanaklı değildir.

5. Bu mücadele, bunun gerekliliğini kavramış biri için yolda yaşanabilecek tek bireysel esenlik deneyimidir. 

Balanuye, “ne akademinin akademiye, ne hocalığın hocalığa, ne de öğrenciliğin öğrenciliğe benzediği” bir zamanda yılgınlığa kapılmamanın olanaksızlığından bahsediyor, “Kuşkusuz ben de sık sık kendimi kendime acırken buluyor, kederin bir hayalet gibi konukluğa gelip durmasına engel olamıyorum” diyor. Böyle zamanlarda bu beş önermeyi kendine bir telkin hatırlatıyor, mücadeleye devam diyor.

Notlar

Çetin Balanuye'nin iki kitabı gibi, Gezi üzerine yazdığı makalenin de yer aldığı Gezi, İsyan Özgürlük (Der: Kemal İnal) Ayrıntı Yayınları'ndan çıktı. Kendisi Twitter'da @balanuye hesabından takip edilebilir. @AcademyConatus da fikri emeğinin bulunduğu, “online-senkron söyleşiler” için oluşmuş bir platform.

Sırada: Bir bankacı anlatıyor/ kuşaklar, hedefler, gelecekler

Bu çağa özgü gibi gelen, bu çağı Türkiye'de yaşamanın katmerlediği “belirsizlik” üzerine 20 bölümlük bir yazı dizisinden bir parça okudunuz. Fizikten felsefeye, siyasetten sosyolojiye, hukuktan psikolojiye uzanan alanlarda; yükselen denizlere ve uyuyan fay hatlarına, devletlere ve halklara, dışımıza ve içimize bakarak bir anlama çabası bu. Bilgisiyle, tanıklığıyla eşlik edenlerle birlikte sisin ortasında birlikte bir yürüyüş.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.