'Silah bırakılsın. E, bu işin yüzde 10’u. Kalan yüzde 90’ı ne olacak?'
Bahçeli; “Öcalan, PKK’nin lağvedildiğini DEM Parti grubunda açıklasın” diyor. Erdoğan bununla yetinmeyip; “bağlantılı yapılar da gereken adımları atsın” diye ekliyor. Pekiyi ne karşılığında? Bu soruya yanıt veren hiç kimse yok, hatta bu soruyu “yüksek sesle” soran da yok.
Herkesin malumu, Kürt Sorununda yepyeni bir dönemin içinden geçiyoruz. Bu dönemin henüz bir adı yok, kimse de koymaya “cesaret” edemiyor. “Kürt açılımı” değil, “kardeşlik projesi” değil, “demokratik çözüm” değil, “çözüm süreci” değil… İlla bir ad koymak isteyen “barış süreci” diyebiliyor. (O da nasıl bir şey ise yani kim kimle barışacak? Bahçeli Öcalan ile mi, PYD HTŞ ile mi, Türk halkı Kürt halkı ile mi?). Sürecin adlandırılmaması bilinçli bir stratejidir belki, avantaj sağlıyordur.
AKP-MHP bloğunun bu süreçten beklentisi daha doğrusu şartı net. Bahçeli; “Öcalan, PKK’nin lağvedildiğini DEM Parti grubunda açıklasın” diyor. Erdoğan bununla yetinmeyip; “bağlantılı yapılar da gereken adımları atsın” diye ekliyor. Pekiyi ne karşılığında? Bu soruya yanıt veren hiç kimse yok, hatta bu soruyu “yüksek sesle” soran da yok. Allahtan Bülent Arınç; “Çağrı yapılsın, silah bırakılsın. Eee, bu işin yüzde 10’u. Kalan yüzde 90’ı ne olacak? Anadilde eğitim istiyorlardı, vatandaşlık için anayasal tanım istiyorlardı” dedi de hepimizin içi/dışı “rahat”ladı.
“Garip”likler, bunlarla sınırlı değil elbette! Tamam, anladık bu süreç Suriye’deki durum değişikliği ile alakalı yani Türkiye’deki herhangi bir gelişme bu süreci tetiklemedi, pekiyi o zaman Öcalan’dan neden TBMM’de açıklama yapması isteniyor? PKK’den silahlı eylemlere son vermesi isteniyor ama zaten PKK, uzun zamandır -özellikle son iki yıldır- Türkiye’de eylem yapmıyor ki(1) (Hatırlanacağı üzere Hatay depreminden sonra açıklamışlardı). Barış beklentisi Suriye’ye ilişkin ise “yumuşama”nın orada olması, masanın da orada kurulması gerekmez mi, garip?
Ülke dışındaki bir “sorun”a müdahil olmak isteyenler; “postacılık” görevini, seçildiği belediye başkanlığına kayyum atadıkları Ahmet Türk’e bahşediyorlar, garip? Barış beklentisi Türkiye’ye ilişkin ise “yumuşama”nın burada olması, masanın da burada kurulması gerekmez mi, garip? Tam tersine ne Türkiye’de ne Suriye’de hiçbir değişiklik yok!
Asıl gariplik ise Erdoğan’ın hala sürece “doğrudan” müdahil olmaması, “vasıtalı ihtiyatlar” ile süreci götürmesi/yönetmesi.
Garip olmayan tek şey ise sürecin mükemmel bir ketumluk içinde ilerletilmesi. Baksanıza Bülent Arınç bile bihabermiş…
ERKEN OLSUN AMA EKREM MUTLAKA OLSUN
Anlaşılacağı üzere yazının konusu “gariplik”ler.(2) Ancak ülkemizdeki en büyük gariplikler, iktidar cenahında değil, muhalefet cenahında yaşanıyor.
En basit sayısal aritmetik; son dönemlerde yapılan bütün seçimler göstermiştir ki Kürt seçmenin oyu alınamadığında “muhalefet” seçim kazanamamaktadır. Hatta Kürt siyasi hareketi bağımsız “seçim tavrı” aldığında da muhalefet kazanamamıştır. Buna rağmen CHP, Kürt halkının geleceğini doğrudan etkileyecek/belirleyecek son dönemdeki gelişmeler karşısında, Kürt seçmeni yanına alabilmek için bırakın özne olmaya çalışmayı, nesne bile olmak istememektedir.
Sayısal kısmı bir yana durumun sosyal kısmı çok daha önemli!
En basit demokratik aritmetik; açıktır ki Kürt Sorunu sadece Kürtlerin sorunu değildir, aynı zamanda ve asıl olarak Türkiye’nin demokrasi ve hukuk sorunudur. Kürt Sorununu ayrı tutarak gericiliğe ve faşizme karşı mücadele eksik; “eksik olduğu için de yanlıştır”. Bu ülkede her türden soldan muhalefet, öncelikli olarak eşitlik, özgürlük, adalet temelinde toplumsal değişimi sağlamalıdır. Bunun sandıkla, seçimle ilişkilendirilmesi gerekmez, bu ideolojik bir tercih, politik zorunluluktur.
Yine garip ikileme hapsediliyor bu konu; Kürt Sorunu çözülmeden demokrasi olmaz, demokrasi olmadan Kürt Sorunu çözülmez. Açıktır ki bu ülkeye demokrasiyi “Ümit Özdağ’a İçişleri Bakanlığı’nı gizli protokol ile veren ne CHP’nin eski başkanı ne de aynı adamın desteğini almak için cezaevi kapısını aşındıran yeni başkanı” getirebilir. Yani CHP iktidara gelsin sonra Kürt Sorununu çözülsün diye bekleyenler bir 100 yıl daha bekleyebilirler.
Sol adına, sosyal-demokrasi adına önemli bir hacim kaplayan CHP’de, son dönemin en belirleyicisi olan bu gündem karşısında bir vurdumduymazlık, yokmuş gibi davranma hali herkesin malumu. Eskiden hiç olmazsa dostlar alışverişte görsün diye Kürt Raporu, Kürt Dosyası falan hazırlarlardı ama heyhat. Hatta gündem değiştirmek için neredeyse özel olarak çırpınıyorlar; “kırmızı kart”ı hatırlayan var mı?
Hesapta, kırmızı kart ile Erdoğan’ı oyun dışı bırakacaklardı. Oysa Erdoğan, CHP’yi oyun dışı bırakmak için onun da oynayabileceği bir alan oluşturdu. Siyasi iktidar, Gülten Kışanak’ın dediği gibi “Kürt Sorununu değil, PKK’yi konuşmak istiyor”. Kürt Sorununu konuşabilecek herkese karşı kayyumlar, gözaltılar, gözdağları, tutuklamalar, v.s. v.s.(3) Gazeteciler, belediye başkanları, sanatçılar, v.s. v.s. Kent uzlaşısının Kürtler ayağı. Haa, bir de İmamoğlu… “Eyy CeHaPe, sen bunlarla uğraş”!
CHP hangisini seçti dersiniz, tabii ki İmamoğlu’nu! Özgür Özel’in CHP’sinin ilk önceliği, daha doğrusu bütün önceliği İmamoğlu’na “kalkan” oluşturmak oldu. Ne yapalım, nasıl yapalım da Ekrem’i hem koruyalım hem de cumhurbaşkanı adaylığını sağlama alalım? Milletvekili yapıp dokunulmazlık mı sağlasak? Ama vekil olabilmesi için bir milletvekili olan bir il bulmamız, o milletvekilini istifa ettirtmemiz ve o ilde yeniden seçim yaptırıp Ekrem’i o ilden çıkartmamız lazım. Bu şartları sağlayan tek il Dersim. O da biraz kel alaka kaçar, bir Trabzonlu için.(4) Üstelik Kürtlerle de çok “uzlaşı” aramamız gerekir. CHP Genel Başkanı mı yapsak acaba? Hem İBB Başkanı hem CHP Başkanı. Delegeler sorun etmez de üyeler, kamuoyu falan “bu adamda boncuk mu var” der. Bir de Özgür Özel’i ne yapacağız?
“Biz en iyisi erken seçim” isteyelim, “erken seçimin adayı da erken belirlenir” diye slogan atarız. Mansur’u ikna ettik mi, tamamdır. Ona da seçim sonrası önemli bir koltuk bahşederiz. “Zoom toplantı”mızın kararı budur. Önce MYK, sonra delegeler falan filan. Erdoğan karşıtı muhalefet zaten peşimizden gelir.(5) CHP’nin varlığı, İmamoğlu’na armağan olsun!
“Bunda ne var” diyebilirsiniz, hatta “bu işler zaten böyle olur” diye de ekleyebilirsiniz. “bu iktidardan kurtulmanın yegane yolu, karşısındaki adayı korumak, güçlendirmek ve arkasında saf tutmaktır” diyerek ikna turlarına çıkabilirsiniz!
Aynı düzenin bir adamından başka bir adamına geçmiş olursunuz, o da başarabilirseniz! Bireysel “aydınlanma” ile ya da toplumsal dönüşümle değildir, hoşnutsuzluk ve çıkar beklentisi ile sağlanan adam değişimidir. Herhalde en sıradan sosyal-demokrat bile bu kadar ile yetinmez, bir politik ve pratik “fark” arar!(6)
DEPREM, MADEN, YANGIN
Nasıl muhalefet yapılacağına, daha doğrusu toplumsal sorumluluğun nasıl yerine getirileceğine bir örnek: hatırlanacağı üzere 1 Kasım 2024’te Sırbistan’ta bir tren istasyonundaki beton tentenin çökmesiyle 15 kişi hayatını kaybetmişti. Bunun üzerine binlerce kişi (üniversite öğrencilerinin öncülüğünde) protesto gösterilerine başladı. Hükümetin ilk tavrı tahmin edileceği gibi, sert müdahaleler ve onlarca gözaltı/tutuklama yapmak oldu. Ve propaganda olarak da “protestoların ekonomiyi olumsuz etkileyeceği” ve elbette “öğrencileri, hükümeti devirmek için belirsiz yabancı güçler için çalışmakla” suçlamak oldu (ne benzerlik değil mi?). Protestolar dinmedi, hatta daha da büyüdü. Önce inşaatlardan sorumlu bakan sonrasında da (çok değil 3 ay bile geçmeden 28 Ocak’ta) Başbakan istifa etti. Cumhurbaşkanı, kabinenin yüzde 50’sinin değişeceğini söyledi. Protestolar bitti mi? Hayır. Halk, bir daha böyle “faciaların” yaşanmaması/yaşatılmaması için kalıcı, yapısal önlemlerin alınması için protestolara devam ediyor.
Bizim ülkemizde buna benzer “facialar” her yıl bir kere değil, birçok kere yaşanıyor/yaşatılıyor. Bolu’daki otel yangını en yakın örnek. Çoğu çocuk 79 kişi can verdi. Sorumluları açıkladılar ve tutukladılar; otelin sahibi, muhasebecisi, aşçısı… Daha yukarısı yok. Bir daha olmayacağına ilişkin açıklanan bir “önlemler listesi”? O da yok.
Pekiyi ya Sırbistan’dakine benzer bir süreç bizim ülkemizde gerçekleştirilseydi? Yani bu katliama duyulan öfkeye birileri, mesela CHP, belki DEM ya da sosyalist bir parti (belki sosyalistlerin hepsi bir araya gelerek) ya da öğrenci hareketi (olsaydı) belki de İmamoğlu öncülük etseydi neler olurdu? İlk önce olacağı hepimiz biliyoruz, iktidar dört bir koldan saldırırdı; kolluk kuvvetleri, medyası ve Ömer Çelik’i ile. “Bunlar ekonomiyi batırmak istiyor”, “Bunlar dış güçlerin maşaları”, “Fetöcü”, “terörist”, “Gezici”, “Çapulcu”…. Ama yine de “ısrar” edebilmeyi başarsaydı “kalabalıklar”? Birkaç bakan istifa etmek zorunda kalır mıydı? Artık o saatten sonra hangi bakanın istifa edeceğinin bir önemi kalmamış olurdu! Benzer bir katliamın yaşanmaması için gerekli olan yasalar, yönetmelikler, denetimler, kurallar, falan filan kalıcı bir biçimde sağlanmış olurdu ve “işini liyakat ile yapmamanın korkusu”. Ve bizler yani bu ülkenin yurttaşları otele, çarşıya, mağazaya, kafeye, iş hanına yanma ihtimalimiz azalarak gidebilirdi. Siyaset en geniş anlamda "insanların hayatlarını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyetler”(7) ise alın size gerçek siyaset!
Ve belki de İmamoğlu (ya da bu düzen içinde siyaset yaptığını iddia eden sağcısı solcusu), iktidara giden yolun CHP delegelerinden değil de toplumun meşruiyet kriterlerinin sağlanmasından geçtiğini öğrenirdi.
…DEDİĞİNE İNAN YAPTIĞINI YAPMA
Gariplikler diyorduk ya. Sıradanlaşmış bir garipliğe değinmeden olmaz; bu ülkenin solcularının, sosyalistlerinin ve daha da önemlisi örgütlü sosyalistlerinin bu yeni durum karşısında aldıkları pozisyon. “Bir pozisyon mu aldılar” diyeceksiniz, zaten asıl sorun da bu; bir duruş sergilememeleri ve elle tutulur gözle görülür bir şey yapmamaları!(8)
Tekrarlamakta fayda var; bir kişinin ya da bir örgütün siyasi karakterini anlamak için ne söylediğine ne yaptığına değil, ne söylemediğine ne yapmadığına bakmak gerekir.
Her “yeri” geldiğinde, Kürt Sorununda adil, eşit, demokratik çözümden yana olduklarını, bu sorunun “halkların kardeşliği” ekseninde ancak çözülebileceğini dillendiren sosyalist örgütler, bu yeni durum karşısında “garipleştiler”. Herhangi bir tutum alış, ilişkilenme ya da bir icraat sergilemiyorlar. Koca koca partiler analiz yapmaktan, durum tespiti işaretlemeden öteye gitmiyor.(9)
Değerlendirmelerin ana ekseni; Bahçeli-Erdoğan ikilisinin bu süreçteki asıl amacının Öcalan aracılığı ile DEM’i, Kandil’i ve YPG’yi “ikna edeceği”, onların da Kürt seçmenin tavrını Erdoğan lehine çevireceği yönünde. Hatta bazı arkadaşlar da uyarıyor hepimizi; “AKP-MHP-DEM ittifakına hazır olun” diye.
Bunun, şu aşamada bir niyet okumaktan başka bir şey olmadığı açık. Bazılarımız “olur mu öyle saçma sapan sonuç, bu kadar kazıktan sonra” diyebilir, bazılarımız “böyle bir sonucun kesin olacağına canı gönülden inanmış” olabilir. Asıl soru şudur; böyle bir sonucu (AKP-MHP-DEM) bu ülkede isteyebilecek tek bir “sosyalist” bulunabilir mi? Elbette Hayır.
“AKP-MHP-DEM ittifak kuracak”, “Kürtler Erdoğan’a ömür boyu başkanlık sağlayacak” diyerek bu süreç engellenebilir mi? Felaket tellallığı yapmak yerine çözüm üretmek gerekmez mi? Hem garip hem komik. Bu propaganda iki sonuç doğurur. Birincisi, Batı’da Kürt Siyasi Hareketi’ne dolayısıyla Kürt halkına güvensizlik ve dışlama. İkincisi, Doğu’da sosyalistlere ilişkin değersizleştirme ve kopuş. Bugün Kürt meselesinde gerçek bir demokratik çözüm önerisi getiremeyen hiçbir muhalefet hareketi, halkın güvenini kazanamaz.
Ezberi ve yapılması gerekeni herkes biliyor aslında; sadece emek mücadelesi verilerek, sadece demokrasi mücadelesi verilerek ya da sadece yerel yönetim elde etmeye çalışarak bu ülkede sosyalist iktidar mücadelesi verilemez, bunun için Kürt Siyasi Hareketi dolayısıyla Kürt halkı ile ortak siyasi mücadele kaçınılmazdır.(10) (Bu elbette Kürt Siyasi Hareketi’ne katılma çağrısı değildir)
Sosyalistler istemedikleri bir sonucun oluşacağını “fark ederse” durumu değiştirmeye çalışır değil mi? Ve “başlanacak” yer konusunda da sıkıntı çekmezler!
Önerilebilecek onlarca “garip” başlangıç noktasından sadece biri; Bilindiği gibi Hüda-Par, 15-16 Şubat’ta Diyarbakır'da “Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı” yaptı. Hüda-Par’ı “taklit” edelim ve “Kürt Sorununda Sosyalist Çözüm Çalıştayı” yapılsın. Ve sosyalistler “somut, gerçek, tutarlı” önerilerini sunup “icraata” girişsinler.
Hani şu “üçüncü yol” ezberi vardı ya…
NOTLAR:
(1) Bu konudaki tek anomali; Tusaş saldırısı.
(2) Gariplik; yadırganacak durumda olma, tuhaflık, acâyiplik, garâbet
(3) Sadece demokratik muhalefete karşı değil, suyu bulandıracak Ümit Özdağ gibi faşist yaygaracılara karşı da. İYİ Parti’ye bulaşılmıyorsa bunun nedeni de MHP tabanına karşı hassas davranma dürtüsüdür. Onlara da kurulan oyun, iç işlerine müdahale.
(4) Hatırlanacağı üzere Tayyip Erdoğan, bu yöntemle milletvekili olmuştu Siirt’ten. Ama Allah’tan bir formül bulunmuştu; Siirt’in damadıydı ne de olsa.
(5) Ya sosyalistler arıza çıkarırsa? Onlar politik ve pratik olarak “ayarlı”.
(6) Burada asıl gönderme CHP’li kadrolara değil elbette. CHP’li belediyelere kişisel çıkarı için eklemlenen eskilere de değil. CHP ile arasına bir türlü fark koyamayan sosyalist yapılara…
(7) Andrew Heywood, Siyaset
(8) Bu konuda ellerindeki kıt olanaklarla ve iyi niyetli bir şekilde çaba gösterenler elbette mevcut ve emekleri saygıyı hak ediyor. Ama yukarıda asıl kimlerin kast edildiği tahmin edilebilir, sanırım.
(9) En kayda değeri 20 Şubat’ta yapılan ortak açıklama olsa gerek. O da “yeni Kürt süreci”ne ilişkin değil, “otoriterleşen tek adam yönetimine karşı” mücadele çağrısı. İmamoğlu’nun ismi geçiyor ama Öcalan’ın ismi geçmiyor.
TİP’in X hesabında bu konuya ilişkin bir şeye rastlamadım. 14 Ocak’ta PM kararlarını açıklamışlar; “Barış ve ardından gelişebilecek bir çözüm için yol, Kürt Sorununu tarif ederek, sorunun ve çözümün özgürce tartışılabileceği asgari demokratik bir ortam yaratarak, şeffaflığı sağlayarak, meclisi adres haline getirerek açılabilir” demişler. Ama “sorunun ve çözümün özgürce tartışılabileceği asgari demokratik bir ortam yaratma” konusunda ne yapmışlar, belli değil.
Birgün’de çıkan yazı ise sanırım Sol Parti’yi bağlayıcı nitelikte. Somut bir veriye dayanmadan bolca niyet okuma mevcut; “Benzerini 2013-15 döneminde de Suriye ve Ortadoğu üzerinden yeni-Osmanlıcılık olarak gördüğümüz bu durum, şimdi de Kürt-Türk ittifakı olarak ifade ediliyor”, “Suriye üzerinden oluşan bu yeni durumda, Kürt hareketi ile rejim arasındaki ilişki ve mesafe yeniden tanımlanmaya bu yolla Erdoğan’a ömür boyu başkanlık yolunu açacak bir imkân yaratılmaya çalışılıyor”. Bir de solun durum tespiti ve sola (eylem değil tutarlılık) çağrısı var..
(10) Belki 80 öncesinde mümkündü ama artık “dünya değiştirildi”.
Yavuz Halat Kimdir?
Erzurum İspir’li. İstanbul Samatya’da büyüdü. İlkokuldan sonra iki yıl Darüşşafaka’da yatılı idi. “Ne Yapmalı”yı orada okudu. Maçka Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümü’nden 1984’te mezun oldu. Aynı yıl Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği’ne girdi. Yıldız Rektörlük İşgali'nde 'işgalciler'den biriydi, bir süre cezaevinde yattı. Eğer bir başlangıç tarihi gerekir ise 14 Nisan 1987’den beri “solculuk” yapıyor.
Bahçeli, Öcalan, Erdoğan, Esat dörtlü masa kurar mı? 01 Aralık 2024
Devlet, millet, anayasa: Demokrasi nereye sıkıştı? 16 Ekim 2024
İsrail’in çağrı cihazı ile bize ve dünyaya gönderdiği mesaj! 05 Ekim 2024
Mezunlar Türkiye’si: ODTÜ’den harp okuluna polis okulundan imam hatibe 20 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI