YAZARLAR

Silgi ve hata yapma özgürlüğü

"Hatanızın üstünü çizip doğrusunu yazdığınızda eğitim süreciniz defterde görünür oluyor. Hatalardan öğrenmenin barındırdığı potansiyeli de değerlendirmiş oluyorsunuz bir bakıma. Diğer pratikte ise, hataları tamamen ortadan kaldırıyorsunuz, hem hataları hem de öğrenme sürecinizi görünmez kılıyorsunuz. Hatalardan öğrenmek yerine hataların ‘cıs’ olduğu bir yaklaşım bu.”

Cam silmekten istenmeyen anıları bellekten silmeye, çocukluktan kalan travmaların izlerini silmekten, sosyal medya hesabını silmeye veya en yakın arkadaşını hayatından silmeye dek çok farklı alanlarda sürekli bir şeyleri silme telaşı içerisindeyiz.

Büyük yazar-düşünür Oğuz Atay’ın, “Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım. Mürekkeple yazmışlar oysa... Ben kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım” dediği noktadayız.

Silginin geçmişimize dair bir sığınak olduğunu fark ettikçe silip yenisini üretme, yenisini idame etme, geçmişini arındırma ve daha nice motivasyonla hareket ediyoruz.

Ömür boyu bize birer gölge gibi eşlik eden silgiye dayanıklı anılarımızla ise ne yapacağımızı bilemiyoruz. Onlardan kurtulmaya çabaladıkça daha etkili silgiler arıyoruz. Daha etkili silgiler bulamadıkça da onları belleğimizin arka bahçesine bırakıp kaçıyoruz. Arkamıza bile bakmadan... Ne de olsa her silgi, geçmişten bir vazgeçiştir.

İlkokul sıralarında öğretmenden işittiğin bir azar, kimliğinden veya aidiyetlerinden dolayı akranından gördüğün zorbalık, başarılamayan hedefler veya yoksulluktan dolayı yarıda bıraktığın eğitim hayatın oluyor o bahçede...

“Hiç düşündün mü?” diye sorar Nazım Hikmet bir şiirinde. “Bir silgi olsaydın ne silmek isterdin? Hatalarını mı yoksa, kötü anılarını mı? Yoksa başarısızlıklarını mı? Şimdi durup bir düşün, neler eklemek isterdin... Neleri silmek isterdin...?”

Peki siz neleri silmek isterdiniz kendinize dair? Ölçeği biraz daha büyütelim: Topluma dair neleri silmek isterdiniz? Peki, eğitim sisteminde silmek istedikleriniz de olur muydu?

Daha adil ve eşit yaşam alanları için yola çıkan Talebeyiz Biz, işte bu sorudan yola çıkarak bizi çok etkili bir proje ve proje sergisiyle baş başa bıraktı.

Neden silgi? Çünkü Türkiye’de eğitim pratiklerinde çok sık kullanılan, kara tahtadan çizgili deftere, kalem kutusuna dek demirbaş olan silgi, aslında eğitim sisteminin altında yatan “tahakküm alanlarını” da ortaya koyuyor. Silgi, bir anlamda korku-itaat-ezber kültürü üçgeninde öğretmenlerin silahı olabiliyor: Sil, yeniden yap!

Proje ekibinden Müge Ayan, 2006-2010 yılları arasında İstanbul’un düşük sosyoekonomik statüdeki bir mahalle okulunda bir yıl boyunca yürüttüğü etnografik araştırma sırasında birinci sınıfların dersinde bir gün bir çocuğun ödevinde ilginç bir detaya rastlamış: Çocuk, öğretmenin ondan yazmasını beklediği cümlelerin arasına kendi notlarını da yazmış.

Örneğin, “Melike kalem al” yazacak. Bunu bu kusursuzlukta yazmak yerine, aralara öğretmenin öğrettiği formülleri (“ma me la le li ka ke le lü lo lö lu lü” sıralaması gibi) katarak yazmış, çünkü yazarken o formüllerden yararlanmış.

Dolayısıyla defterde “Melike kalem al”ı yazmaya giden süreçte, çocuğun öğrenim sürecinde üzerinden geçtiği heceler de var. Yani eğitim sürecini yansıtan aşamaları, çocuk tarafından “kendisine ait olan” defterine işlenmiş. Ancak öğretmen bunu anlamayıp “oğlum sen ne yazdın buraya? Sil bunları, kafamı karıştırıyor” deyince bu projenin de çekirdeği aslında ortaya çıkıvermiş.  

Bu çok çarpıcı bir örnekti” diyor Ayan. “Çünkü eğitimin süreç odaklı değil de sonuç odaklı kurgulandığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyordu. Öğretmen defterin tertemiz, kusursuz bir son ürün olmasını istiyordu ve burada sürece dair her şey ortadan kaldırılmalıydı. Bu etnografik örneğin bir diğer çarpıcı tarafı da defterin öğrencinin kendi için tuttuğu değil de öğretmen için tuttuğu bir obje olduğunun öğrenciye aşılanmasıydı. Öğretmenin kafası karıştığı için çocuğun kendi defterindeki belli bir bölümü silmesinin istenmesi trajikomik aslında. Çocuk katılımına dair de önemli bir şey söylüyor bize. Bu örnek kafamın gerisinde hep kaldı.”

Buna göre öğrencilerin defterleri kusursuz olmalı, hatalar silgiyle yok edilmeli. Defter her ne kadar öğrenciye ait görünse de aslında öğretmen için tutulur. Öğrenciye danışmayı önemsemeyen bu hiyerarşik düzen ilkokuldan üniversite son sınıfa dek yeniden aynı mantıkla üretilir.

Bu açıdan öğretmenin heceleme yapan öğrenciye yönelik tavrının olumlayıcı olması, sözcüğün okunur olmasını sağlaması, o yüzden de heceleri atmasını istemesi de bir çözüm. Diğer türlü çocuğun okunaklı bir biçimde yazmayı hiç öğrenememesi, öğretmenin de sorumluluğunu yerine getirememesi gibi bir açmaz da doğabilir. Dolayısıyla burada öğretmenin çocuğu hiyerarşik olmayan bir şekilde, dostça ve yapıcı bir şekilde yönlendirmesi gerekli. Silgi, hiyerarşik bir düzenin parçası değil, eğitsel bir aktivitenin aracı olmalı.

Zaten tüm hatalar silindiğinde geriye bomboş ve ideal bir kâğıt kalmaz. İnsanın hata yapma özgürlüğü olduğu kadar, bu hatalar karşısında bir uzmanın yönlendirmesiyle doğruya ulaşma becerisi de vardır. Hayatta hataya yer hep var. Peki hataya verilen olumsuz tepkinin yol açacağı korkuyla nasıl başa çıkmalı? Korku, öğrenme motivasyonunu kırmaz mı? Olumlu bir öğrenme süreci, silginin kullanım şeklini de belirler. Hata başka bir şey, süreci öğretmek başka.

27 Ekim – 6 Kasım arasında Schneidertempel Sanat Merkezi’nde açık olacak olan sergide bir obje olarak silgiden ve silme eyleminden yola çıkan gençler, eğitim sisteminden beklentilerini ve önerilerini sanat yoluyla ortaya koyuyorlar ve sergiyi izleyenleri de bu çağrılarına dair dayanışmaya davet ediyorlar.

Örneğin silgi atölyesine katılan gençlerden biri, fiziksel farklılıklarından dolayı okul sıralarında akran zorbalığına maruz kalmış ve dışlanmış. Tuval üzerine karışık teknik çalışmasında ise, akranlarının ağızlarından çıkan sözlerin izlerinin ömür boyu silinmediğini, insanı kendine bile düşman ettiğini resmetmiş.

İz

Bir diğer genç ise, ilkokuldan beri tuttuğu defterlerinden kolaj yaparak, amacı düzgün ve nizami şekilde tutulmak olan defterlerin en büyük ezber mekanizmalarından biri olduğunu belirtiyor; zorlayıcı ve kısıtlayıcı okul yıllarına dair tüm olumsuz deneyimlerini, atılamayan defterleri yeni ve yaratıcı bir defter sayfasına dönüştürerek “olumlamaya” çalışıyor.

Defter/ Ceyda Çelik

Lise birinci sınıfa giden bir başka genç, eğitim sisteminin öğrencinin güçlü değil eksik yanlarına odaklandığını, hata yapmamak üzerine kurulduğunu, hatanın cezalandırıldığını anlatmak üzere bir sayfa boyunca nizami ve gayri-nizami şekilde “hata yapmayacağım” yazmış, en üst katmanını da çarpı işaretleri ve boyalamalarla farklı “Hata” yazılarıyla tamamlamış.

Hata yapıcaz

Başka bir genç, “bilincin silinmesini” resmederken, eğitim sistemindeki kalıplaşmış bilgileri işlevsiz bulduğunu, kendini tanımayı öğrenmek gerektiğini, çocuklukta yaşanılan travmaların ise beyin kıvrımları arasından hep bizim hayatımıza yön verdiğini söylüyor.

Yolculuk

“Okulda her birimiz insan kalabalığı içinde siliniyoruz. Birbirini yok etmeden değişmek ve değiştirmek mümkün mü?” diye soran bir başka genç, eğitim hayatında içe dönük oluşunu ve öğretmenin sınav kağıtlarını okurken onun ismiyle ilk kez karşılaştığını, o zamana kadar yokmuş gibi davrandığını anımsıyor.

Geçirgenlik

Aslında Silgi Atölyesi, Z kuşağının, eğitim sisteminin çağı yakalayamayan unsurlarına dair bir itirazının sanatsal bir dille ifade edilmesi anlamına geliyor. “Bırakın insanlar ne istiyorsa onu yapsınlar!” diyorlar eğitim sisteminin dayatmalarına karşılık. Eğitim sisteminin onları “silmesine” karşı çıkıyor, kendilerini ifade etmek, hatalarını da doğrularını da kimliklerinin bir parçası olarak göstermek istiyorlar.

Öte yandan, devlet okullarıyla özel okulları kıyaslayarak, olanakların kısıtlılığının öğrencilerin becerileri üzerindeki etkilerine dikkat çekiyorlar.

Silme eyleminin öğrencilerle ilişkilere de uzanarak, onları tek kalıba sokmasına, baskı altında tutarak benliklerini bulmalarının engellenmesine karşı çıkıyorlar. Bir şey silinecekse, bu fırsat eşitsizliğinin ve dayatmacı tavrın silinmesi gerektiğini söylüyorlar çizimleriyle. “Silgileri de silmek gerekir bazen” diyorlar. 

Silgiyi bizim eğitim sistemimiz kadar öne çıkarmayan, “tükenmez kalemi” teşvik eden başka uygulamalar dünyanın pek çok yerinde var. Hatta Türkiye’de de bu uygulamalarla Fransız ve Alman okullarında karşılaşıyoruz.

Bu eğitim sistemlerinin külliyen daha iyi veya daha kötü olduğunu kesinlikle savunmuyorum, sadece altında yatan anlayışın farklı olduğunu göstermeye çalışıyorum. Hatanızın üstünü çizip doğrusunu yazdığınızda eğitim süreciniz defterde görünür oluyor. Hatalardan öğrenmenin barındırdığı potansiyeli de değerlendirmiş oluyorsunuz bir bakıma. Diğer pratikte ise, hataları tamamen ortadan kaldırıyorsunuz, hem hataları hem de öğrenme sürecinizi görünmez kılıyorsunuz. Hatalardan öğrenmek yerine hataların ‘cıs’ olduğu bir yaklaşım bu,” diye açıklıyor Ayan.

Yıllar önce Londra / Kings College’dan bilişsel bilim alanında tanınmış bir bilim insanı silgilerin sınıflardan kaldırılması ve hatta yasaklanmasını savunmuştu. Guy Claxton’a göre, silgi, “şeytanın aracı” idi ve “hataya dair bir utanma kültürü yaratıyordu”.

Çünkü, der Claxton, “silgi, dış dünyaya karşı ‘Ben hata yapmadım, ilk defasında doğrusunu yaptım’ diye yalan söylemenin bir yoludur. Oysa hataları sahiplenmek daha iyidir.”

Dolayısıyla kişinin hatasız olduğu ölçüde başarılı olduğu bir safsatadır. Çünkü insan yaşamı boyunca sürekli hata yapar. Attığı her adımın doğru olmasına imkân yoktur.

Birbirimize hayatta hep “sınavdan kaç aldın?”, “sınıfını kaçla geçtin?”, “şirkette mülakattan kaç aldın?” diye sorarız. “Nerelerde hata yaptın? Hatalarından ne çıkardın” diye sormak ise pek aklımıza gelmez. Çünkü amacımız hayattaki her türlü sınavı geçmektir, bu değerli süreçte yaptığımız değerli hatalardan öğrenmek, ders çıkarmak değil.

Oysa hiç hata yapmayan, hiç çabalamıyor demektir.

Hayat, son kertede yaptığımız hataların ve onlardan çıkardığımız derslerin bir toplamı değil midir?

Hayatımızdaki silgilerden ve kusursuzluk ideallerinden kurtulma vakti! Azaldığıyla kalan kurşunkalem silgisi olmaya ne gerek var ki?


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.