Sinem Nazlı Demir: Kadına yönelik şiddet münferit değil, örgütlenmek zorundayız
Sinem Nazlı Demir'le 'Katilimi Tanıyorum' kitabını konuştuk. Demir, "Kitabın orijinali 320 sayfaydı ancak kamuoyunun çok fazla tetiklenmemesi için bazı bölümleri çıkarmak zorunda kaldık" dedi.
DUVAR - Kadın ve çocuklara yönelik istismar ve şiddet alanında çalışan gazeteci Sinem Nazlı Demir’in, 29 kadının yaşam koşullarını ele aldığı kitabı ‘Katilimi Tanıyorum: Türkiye’de Kadın Kırımı’ isimli kitabı, A7 Kitap Yayıncılık’tan çıktı. Demir, 29 kadının istismar ve şiddetle geçen yaşamını kaleme alırken onlarla birebir görüşmeler gerçekleştirdi.
Kitabını, şiddet ve istismara maruz kalmış bütün kadınlara ithafen yazdığını söyleyen Demir'le 'Katilimi Tanıyorum' çalışmasını,
Kitabı hazırlama fikri nasıl oluştu? Ne kadar sürede hazırladınız?
Mesleğe başlamadan önce sivil toplum projelerimiz sayesinde kadınlarla sığınma evinde çalışma imkanı bulmuş ve birçok hikayeyle karşılaşmıştım. Cumhuriyet gazetesine geçtiğimde de kadın hakları alanında muhabirlik yapmaya başladım ve kadına yönelik şiddet sorununun görünenin çok daha ötesinde bir ciddiyet taşıdığını fark ettim. Bu nedenle mezuniyet tezimde bu konuya yoğunlaşmak istedim ancak proje gitgide büyüdü ve kitap halinde ilerlemeye başladım. Kitabı toplam dört yılda hazırladım.
'RÖPORTAJLARIN ETKİSİ TAHMİN ETTİĞİMDEN ZORDU'
Kitabı hazırlarken sizi en etkileyen ne oldu, psikolojik olarak nasıl bir süreçten geçtiniz?
Kitabı hazırlarken birebir yaptığım röportajların etkisi tahmin ettiğimden de zor oldu. Çünkü kitapta hikayesini duyuran kadınların yaşadıklarını doğrudan dinlemenin verdiği etkinin bu denli kalıcı olacağını tahmin etmemiştim. Bu süreçte psikolojik destek almaya ve profesyonel davranmaya çalıştım ancak bazen bunu başaramadım. Kitabın orijinali 320 sayfaydı ancak kamuoyunun çok fazla tetiklenmemesi için bazı bölümleri çıkarmak zorunda kaldık. Beni de en çok etkileyen o çıkardığımız bölümler oldu.
'KADINLAR ARASINDA AYRIM YAPAN ZİHNİYETE KARŞI ÇIKMAK İSTEDİM'
Kitap birçok farklı bölümden oluşuyor. Bu bölümleri neye göre belirlediniz?
Kitaba başlarken temel sorunları ele alma fikri hep aklımdaydı. Ancak sonrasında da toplumda ve basında hiç yer verilmeyen konulara değinmek istedim. Örneğin, kadın mahpuslar ve LGBTİ+ kadınlar gibi. Özellikle bu konuları işlemek istememin sebebi de kadın mücadelesini savunduğunu söylerken kadınlar arasında ayrım yapan zihniyete karşı çıkmaktı.
Şiddete uğrayan bireylerin anlattıkları kimi detaylar okuyanlarda şok etkisi de yaratabiliyor. Bu şekilde detaylı aktarmayı bilerek mi tercih ettiniz?
Şiddete ve cinsel saldırıya maruz kalmış kadınların hikayelerini insanlara anlatırken çok ince bir çizgide yürümek gerekiyor. Hem mevcut durumun ciddiyetini tüm gerçekliğiyle aktarmak hem de tetikleyici veya yöntem belirtici unsurlardan kaçınmak gerekiyor. Kitaptan çıkartmak zorunda kaldığımız bölümlerde de bahsettiğim tetikleyici unsur meselesini dikkate aldık ancak doğrudan kadınların ağzından anlatılan bölümlere sürekli sansür uygulamak da etik ihlale girebilir düşüncesiyle bu iki uç arasındaki dengeyi olabildiğince tutturmaya çalıştım diyebilirim.
'HABERLERİN DİLİ CİNSİYETÇİ OLDUĞU KADAR TETİKLEYİCİ DE'
Türkiye'de kadına yönelik şiddet ve yaşanan kadın cinayetleri üzerine ne söylemek istersiniz? Türkiye'de kadına yönelik şiddet neden bitmiyor?
Kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini sadece fail erkeklerin problemi olarak gördüğümüz sürece bu problem bu ülkede düzelmeyecek. Faillere cesaret veren, toplumsal cinsiyet eşitliği aleyhine hareket eden, kız ve oğlan çocukları arasında ayrımcılık yapan ve kadınları kadın kimliklerinden dolayı işte, evde ve kamuda ikinci plana iten anlayış olduğu müddetçe hak ihlallerine maruz kalmaya devam edeceğiz.
Medyaya yansıyan kadına şiddet haberlerinin dili hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu dili değiştirmek için neler yapılabilir?
Basın, kadına yönelik şiddeti topluma ne şekilde ve hangi dilde açıklıyorsa, bireylerdeki etkisi de bir o kadar farklılaşabiliyor. Kadın bedeni üzerinden yapılan cinsiyetçi haberler, kadını değil katilleri koruyan sıfatlar ve hayatta kalan kadınları sorgulayıcı içerik üreten bu sektörün dili düzelmedikçe tamamıyla elde edilmiş bir toplumsal cinsiyet eşitliğinden söz edemeyiz. Haberlerin dili cinsiyetçi olduğu kadar tetikleyici de.
Türkiye’de kadına yönelik erkek şiddeti haberlerinde kadın haklarını savunmaya çalıştığını iddia eden kurum ve yayın organları, kadın kimliğini ötekileştirici bir dilden vazgeçmiyor. Bu aynı şekilde çocuklarla ilgili haberlerde de mevcut. Örnek başlıkları iletecek olursam; “Genç kız 3 erkekle girdiği evde ölü bulundu”, “İşte Münevver’i bu testereyle doğramış”, “Yasak aşk kanlı bitti” gibi manşetler okunmaları artırmak hevesine hizmet ederken aynı zamanda kadın kimliğini ötekileştiren ve şiddet söylemini üreten bir sürece doğru da bizi sürüklüyor.
Bu kitabı okuyacak olanlara neler söylemek istersiniz/ne tavsiye edersiniz?
Bu kitap araştırma kitabı özelliğinin yanında aslında eleştirel ve hicveden bir dil de taşıyor. Kitap, okuyan her bireyin rahatça anlayabileceği bir dilde yazıldı. Bu nedenle kitap, akademik değerinin yanında kadına yönelik hak ihlallerinin ne derece ciddi bir boyuta geldiğini de kanıtlayan bir anlatıma sahip.
Bu kitabı okuyacak olan okuyuculara, Türkiye’de meydana gelen kadına yönelik şiddet olaylarına sadece tepki göstermenin değil, sahada ve sivil toplumda da katkı sağlamanın değerini anlatmaya çalıştım. Bu mücadele yolunda döşenecek her tuğla, eşitlik amacımıza ulaşmada sadece kadınlara değil tüm topluma katkı sağlayacaktır.
'BİRİMİZ UNUTURSA DİĞERİ HATIRLATSIN'
Kamuoyuna kadın mücadelesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda ne gibi bir çağrıda bulunmak istersiniz?
Kadına yönelik şiddet münferit değildir. Bu nedenle bu şiddete karşı ayaklandığımız bu mücadelede de örgütlenmek ve birbirimize kenetlenmek zorundayız. Her ne kadar resmi kurumlar bazı istatistiklerle ve söylemlerle kadın haklarının Türkiye’de daha ileri bir düzeye doğru ilerlediğini söylese de, hane içlerinde şiddete maruz bırakılan, katledilip intihar olarak lanse edilen, cinsel saldırı sonrası mahkemelerde bir de ikincil travmayı yaşayan kadınlar böyle söylemiyor. Gerçeklerden kaçarak genel ve iyimser bir algı yaratmak yerine, sorunun kalbine inme cesaretini göstermeliyiz. Ve kitabın vurguladığı en önemli çağrılardan biriyle sözlerimi bitirmek, mücadelemizdeki haklılığımızı özetleyen cümleyi tekrardan haykırmak gerekiyor:
“Kimse unutmasın yaşananları. Birimiz unutursa, diğeri hatırlatsın.”