Sinem Sal: Gündem de hayat da yas tutamayacak kadar hızlı akıyor

Sinem Sal ile 'Mihrap'ı konuştuk. Sal, "Bir çocuğun yas sürecini yazmak istiyordum. Darbeyle değişen hayatları bir çocuğun gözünden anlatma fikri de beni heyecanlandırdı" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Sinem Sal'ın son romanı 'Mihrap', Karakarga Yayınları tarafından yayımlandı. Sal, 'Mihrap' ile okurlarını, 1980’lerin toplumsal ve kültürel çalkantılarını küçük bir kız çocuğunun gözünden hem güldüren hem düşündüren bir yolculuğa çıkarıyor.

Roman boyunca, Mihrap’ın ailesi, komşuları ve arkadaşlarıyla örülü küçük dünyasında yaşadığı sevinçler ve hayal kırıklıkları, dönemin politik ve sosyal değişimlerinin etkisini ortaya koyuyor. 

Sinem Sal ile 'Mihrap'ı konuştuk. 

Yeni romanınızda 'Bizim Zamanımız’dan tanıdığımız Mihrap’la yeniden buluşuyoruz. 1980 yılına dönüyoruz ve Hasköy’de kendi mahallesini dünyası yapan bir çocuğun ve ailesinin hikayesine bakıyoruz. On yaşında bir çocuğun gözünden bir dönemi anlatma fikri nasıl doğdu? Sizi masanın başına oturtan ve bunu yazmalıyım dedirten duygudan, arzudan ya da rahatsızlıktan -siz nasıl tanımlıyorsanız- biraz bahseder misiniz?

Anlayınca her şey hafifleyebilir. Bir çocuğun yas sürecini yazmak istiyordum. Darbeyle değişen hayatları bir çocuğun gözünden anlatma fikri de beni heyecanlandırdı. Aynı zamanda bu defa bir baba kız hikayesi anlatmak istedim.

Mihrap on yaşındayken 12 Eylül sürecinde babasını kaybediyor ve kırkı çıkana kadar babasını geri döndürebileceğine inanıyor. Babasının zamansız ölümünden darbe sonrası değişen her şeyi sorumlu tuttuğundan hikaye de orada başlıyor. Hasköy’ü, ülkenin en sert dönemlerinde çocuk olmayı, yası ve çalınan neşeyi yazdım.

'Mihrap’ta 80 darbesine, ülkenin en önemli kırılma anlarından birine başka bir açıdan bakıyorsunuz. Böyle bir konuyu hikayenin odak noktalarından biri haline getirirken yeni bir karakter yaratmaktansa var olan bir karakteri konuşturmaya devam ettirmenin kolaylaştırıcı ya da zorlayıcı yanları neydi?

'Mihrap’ı yazarken yaratıcılığın gerçeklikle sınırlanması söz konusuydu. Bu aynı zamanda yaratıcılığı da farklı şekilde tetikliyor. Çünkü o çocuğun büyüdüğünde nasıl tercihlerde bulunacağını, hangi durumlarda nasıl kararlar alacağını biliyorum. Okur da biliyor. Diğer karakterlerin bazılarını da tanıyoruz. Bu sebeple burada tutarlı olmak için ayrı bir dikkat verdim. Ama severek yazdığım bir karakter olan Mihrap’ın çocukluğuna inmek de bu anlamda zor değildi. Mihrap büyüdüğünde hüznünü, acısını biraz daha baskılayan bir kadına dönüşüyor. Bu sebeple aynı karakterin ilk ızdırabını yazmak zaman zaman duygu olarak zorladı beni de.

'YARATTIĞIM KARAKTERLER ARASINDA AÇIK ARA EN YAKIN HİSSETTİĞİM MİHRAP'

Mihrap’ın küçük dünyasının genişliğini ve çocuksuluğunu çok güzel aktarıyorsunuz. En yakın arkadaşının Üsküdar’a taşınma ihtimalini, “Üsküdar neresi? Hasköy’de mi?” diye anlamlandırmaya çalışması çok sahici bir aktarım. Bir çocuk anlatıcının dünyaya bakışını kurarken nelere dikkat ettiniz?

Hani filmlerin temel mantığı “anlatma göster”dir ya, ben roman yazarken de aynı şeyi hedefliyorum. Daha doğrusu bu tarafının eksik kalmasını hiç istemem. Karakterleri görmeye ve göstermeye çalışırım. Yani bir ekranda değil de gerçekten odamızdalarmış gibi hissedelim. Çabam bu yönde. Mihrap on yaşında bir kayıp yaşıyor. Yasın evrelerine, sağlıklı yasa, 21 günde normale dönmeye falan alışık değil. Kendi baş etme stratejisini kendi buluyor. Merak duygusuyla, yaralandığı tarafla ve neşesiyle bağı güçlü olanlar okurken yakınlık duyacaktır Mihrap’a. Ben de aynı sebeple yazarken yakınlık duydum. Şimdilik yarattığım karakterler arasında açık ara en yakın hissettiğim Mihrap.

Mihrap, Sinem Sal, 216 syf., Karakarga Yayınları, 2024.

'Mihrap', 70’lerin sonu ve 80’lerin başını konu alması bakımından bir yanıyla da dönem romanı olarak nitelendirilebilir. Toplumun maruz kaldığı siyasi sürtüşmenin aktarımı, on yıllar içinde kırıma uğratılmış etnisitenin karakterler üzerinden verilmesi, dönemin ruhunu taşıyan filmler, müzikler, oyuncaklar, yerel söylenceler bu niteliği pekiştiriyor. Siz eski İstanbul’u ve Hasköy’ü araştırırken nerelere baktınız, nelerden faydalandınız?

Bir romana başlarken onun atmosferine yakın ya da karakterimle benzerlikler taşıyabileceğine inandığım kitaplar, filmler varsa onları yeniden tüketmek bana iyi geliyor. Ana karakteri çocuk olan romanları yeniden okudum, öyle filmler izledim. 80’li yılların siyasi yapısıyla ilgili veya 12 Eylül Darbesi'ni konu edinen özellikle Metis ve İletişim Yayınları’ndan çıkan çok iyi kitaplar var. Cumhuriyet’in gazete arşivine üye oldum. O yılların gazetelerini okudum ve hikayeye yerleştirdim. Şöyle ki benim romanım 12 Eylül’den sonra neredeyse gün gün ilerleyen bir roman, bu sebeple hem gazete arşivi hem de belirlediğim dönem kitapları her saniye yanımdaydı. Hasköy’e gittim, 80 Darbesi'nde hayatı son derece etkilenen insanlarla, aile dostlarımızla amcam aracılığıyla sohbet ettim. Her sohbetin, okuduğum her cümlenin, izlediğim her sahnenin çok etkisi oldu.

'KAYIP YAŞAYAN BİR ÇOCUK KENDİNİ SUÇLAYABİLİR'

Anne ve babaların bıraktığı mirasın yanında, toplumun da bizlere bıraktığı miraslar olduğunu ve bu mirasın ailevi miras kadar yaşantımıza etki ettiğini düşünüyorum. Çocukluğunu 80’lerde ve 90’larda geçirmiş olan jenerasyonun o dönem yaşadıklarını aktarmasını bu açıdan kıymetli buluyorum. 'Mihrap’ta ve 'Bizim Zamanımız’da bunu yaptığınızı söylemek mümkün. Toplumun sırtımıza yüklediği manevi mirasların günümüze etkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

Vasatı ve kötülüğü iyiden ayırt edemeyecek kadar iç içe geçtik. Yeni tanımlara, kavramlara ihtiyacımız var. Var olanları gerçekten tartışmaya açmamız gerekiyor. Mesela aileyi, cinsiyet rollerini, ebeveynliği, romantik ilişkileri yeniden tanımlamalıyız. Bu yapıların her biri sistemi ayakta tutuyor ve o sistemin altında ezilenlerin sesini duyuyoruz. Duymayan kalmadı sanırım. Duyduğumuz sese anlamlı bir karşılık vermemiz gerekiyor. Tek karşılık verilebilir bence: Güvendesin.

80’li yıllarda işkenceler, gözaltında kaybedilen insanlar, hak ihlalleri toplumun hafızasına kazınırken, aynı hafızadan bir arada mutlu yaşayabilme ihtimali silindi. Bunu bir çocuğun gözünden anlattığımda işler biraz daha değişiyor. Farkına vardığı şeyler sınırlı. Çocuk kendi odasını bilir, oturma odasını, yatak odasını, mutfağı ve mutfak penceresinden açılan oyun oynadığı sokağı, sokağın sonundaki okulu. Dünyası bu kadar. Mihrap, bu dünyanın bir anda alt üst olmasını izliyor. Kayıp yaşayan bir çocuk kendini suçlayabilir. Darbeyi üstlenecek kadar hem de.

Mihrap babasını geri getirmek için dünyayı tersine döndürmeye çalışıyor. Söz gelimi darbeyi engellerse babasının kalbinin yorulmayacağını düşündüğü için bunu engellemeye çalışıyor. Ve daha birçok şey yapıyor. Aslında bir inkar güdüyor, öfkeleniyor, pazarlık yapıyor, depresyona giriyor ve kabulleniyor; yani bir yas süreci işliyor. Günümüzde yaşamımızın sonu gelmeyen büyük bir yas süreci halinde ilerlediğini düşünmeden edemiyorum. Karakterinize bu süreci işletirken sizde durumlar ne halde? Hayatla aranız nasıl, gündemle nasıl baş ediyorsunuz?

Gündem de hayat da yas tutamayacak kadar hızlı akıyor. Belki eskiden yavaşlamak için pazar öğleden sonrası ya da akşam olması yeterdi. Şimdi başa çıkmamız gereken bir gündem olduğunda ikincisine geçene kadar yas tutmamızı geçtim şaşkınlığımız bile henüz geçmemiş oluyor. Bana iyi gelen, daha küçük topluluklarda ideal bir mutluluk hedefi tutturmak. Ailemle, arkadaşlarımla, sevdiklerimle… Yazmak veya başka yollarla fayda sağlamak, dayanışma göstermek de büyük toplulukla bağ kurmamı sağlıyor. Her ikisi de bence hayatla aramı toparlıyor.

Müzikle bağınızın güçlü olduğunu biliyorum. Bu kitapta da bunu gösteriyorsunuz. Okurlara adeta bir çalma listesi hazırlıyorsunuz başlıklarla. Siz nasıl tanımlarsınız müzikle ilişkinizi? Müzik olmasaydı hayatımız nasıl olurdu?

Roman yazarken her bölümü bir şarkıyla yazıyorum ben. 'Mihrap’ta da bu defa bu şarkıları paylaşmak istedim. İçlerinden biri hariç diğerleri hep o dönemin şarkıları. Şiir gibi yazılmış şarkı sözlerinden de bana göre en etkileyici olanları başlığa taşıdım. "A Quiet Place" diye bir korku/bilim kurgu filmi var. İnsanlar gelişmiş bir işitme duyusuna sahip olan yaratıklar tarafından avlanmamak için çok sessiz olmalılar. Müziğin olmadığı bir dünya tam öyle benim için. Müzik olmasaydı aklıma üşüşen birçok duygu tarafından yenilip yutulabilirdim. Çünkü müzik kesildiğinde, geriye benim kafamın sesi kalır. Herkes için aynı durum söz konusu bence. Bu, filmden daha distopik.

'Mihrap’ın yolu uzun olsun, çokça sevilsin, mutsuz olmasın. Sonrasında başka şeyler anlatacak mı kendisi bize?

Bence Mihrap’ın çocukluğuna indik ki bir meselemiz kalmasın.