Sinema müzesini bekleyen şehir
İzmirlilerin belleğinde yeri olan ve ellili altmışlı yılların ünlü salonu Yıldız Sineması yenilenip müze/sinematek olarak hayat bulursa bugün artık kadimliği gerilerde kalsa da İzmir’in en eski semti Basmane’yi de ayağa kaldıracak bir kültürel kaldıraç işlevi de tabii ki görebilir…Yıldız Sineması’nın eski sahibi Yüksel Kazmirci “Burası bir tarih. Tarihimize sahip çıkmak gerekir.” diyordu…
“Müze” adı ilham perilerinin (muses) tapınağı olan mouseion’dan (Yunanca) gelmekte…Bir yer düşünün ki ilham perileri orada buluşarak dans ediyor-şaka tabii ki-, modern zamanların tapınağı olsa olsa ‘sinema müzesi’ olabilir.
Viyana’daki Avusturya Film Müzesi, 1964’te filmleri koruma/halka sunma amacıyla açıldı. O günlerde sinemanın ‘yedinci sanat’ olduğu zaten kabullenilmişti, ama sinemaya bir başka gözle de bakılmasına çağrı yapılmıştı: “sinema, gerçeğin görüntüsü olsun ya da olmasın, ister belge ya da kurmaca, isterse gerçek ya da tümden düşsel entrika olsun, Tarih’tir” *. Yani sinema bir araştırma, belge-bilgi kaynağı… Almanya’da altı film müzesi var, onlardan biri olan Frankfurt’taki Sinema Müzesi’nin bilinen özellikleri yanı sıra sevdiğim yanı, yetişkinlerden okul öncesi çocuklara yönelik işlik/eğitim çalışmalarını da eklemesi. Pekin’de 2005 yılında Çin sinemasının 100. yılını kutlamak için yapılan 38.000 metrekarelik mimari alana sahip ‘büyük ötesi’ Çin Ulusal Film Müzesi 20 sergi salonu (tümünü gezmek isterseniz 2970 metre yürümelisiniz), farklı etkinlik alanları, IMAX ve dijital gösterim salonları yanı sıra 450 film yapımcısının 1500 filmini korumak/sunmakla kalmıyor, film teknolojisi fuarlarına, araştırmacılara ev sahipliği yapıyor. Londra Film Müzesi İngiliz film endüstrisine adanmış bir müze, filmler, çekim malzemeleri, kostümler, James Bond filmlerindeki ünlü otomobil ve aksesuarlar vb. sergileniyor.
Tabii ki sinemanın, daha doğrusu hareketli görüntünün 1700’lerden başlayarak Lumière Kardeşlerin cinématographe ile yaptıkları ilk gösterilere dek zaman içindeki yolculuğunu sergilemek de müzenin asal işi olabilir. Örneği, Dubai'deki Sinema Tarihi Müzesi gibi…
Bazı kentlerdeki sinema müzesi dış görünüşüyle sizi çağırır. Hollywood Müzesi bunlardan biri, 30’lu yıllardaki Motion picture theater yapıları ile ödüllenen mimar S. Charles Lee tasarımı. Çağrısını çok beğenmiştim, ‘kırmızı halıyı size biz serelim, konuklarınızı sonsuza dek hatırlanacak etkinlik ortamımıza getirin’ diyordu. İçinde sergilenenler, yapılan şovlar elbet önemliydi ama, asıl saklanması gereken -sığsa cebe bile konacak albenide- binanın kendisi…Ve tabii ki Fransız Sinematek’inin Paris-Bercy’deki binasından da söz etmeli, çünkü modern-heykelsi metal tasarımlarıyla ünlü ve çağımızın en yenilikçi mimarlarından Frank Gehry imzasını taşıyor. İzmir doğumlu Henri Langlois ve yönetmen Georges Franju’nun kurduğu Sinematek, geçmişte birçok sinemacının okulu oldu. Arşivden, retrospektif gösterilere, yayınlara, kütüphaneye keşfedilmeye değer bu yerde Yeni Dalga Fransız sinemasının öncülerinden François Truffaut’nun ünlü filmi Les Quatre Cents Coups adını taşıyan (bizde Okul Kaçağı adıyla oynadı) bir restoran da var. Bir pazar günü brunch’ı için de ideal…
Doksan yıl sonra İtalyan mimar Renzo Piano’nun 1930’ların ayaktaki bir binasına beton-camdan bir küre ekleyerek inşa ettiği, 30 Eylül 2021 günü açılan Akademi Sinema Müzesi gelecekte saklanacaklar arasına girecek mi bilmiyorum, ama büyüklüğü ile Pekin sinema müzesiyle yarıştığı bir gerçek. Burada benim müze hayalimdeki gibi birbirinden harika sergiler açılıyor/yönetmenler üzerine yaratıcı görsel-işitsel etkinlikler düzenleniyor. Örneğin Japon anime sanatının büyük ustası Hayao Miyazaki’nin fantastik dünyasına kapılar açan etkinlik… Miyazaki’nin isim babası olduğu Studio Ghibli'nin kurucu ortağı Toshio Suzuki açılışta "Miyazaki'nin dehası, gördüklerini hatırlama gücüdür…” diyerek ona nasıl bakılacağının anahtarını verecektir.
İstanbul, ayrıca birkaç kentteki depo-hatıra sinema müzeleri bir yana bırakılacak olursa bina/tarih, hatta ruh olarak müze adayım Yıldız Sineması olduğu için, İzmir'i şimdilik şanslı görüyorum…
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Başkan Tunç Soyer Basmane’deki Yıldız Sineması’nı müze, komşusu Bıçakçı Han’ı da sosyal-kültürel amaçlı kente kazandırmak için geçtiğimiz yıl bir adım atmıştı. İzmirlilerin belleğinde özel bir yeri olan ve ellili altmışlı yılların ünlü salonu Yıldız Sineması yenilenip müze/sinematek olarak hayat bulursa bugün artık kadimliği gerilerde kalsa da İzmir’in en eski semti Basmane’yi de ayağa kaldıracak bir kültürel kaldıraç işlevi de tabii ki görebilir…Yıldız Sineması’nın eski sahibi Yüksel Kazmirci “Burası bir tarih. Tarihimize sahip çıkmak gerekir.” diyordu, ama Camus'nun sözleriyle, düşlerimizin en aydınlık olanlarını gerçekleştirmek için girişsek de, umutsuz bir çabadan başka bir şey olarak umarım bu 'tarih' karşımıza çıkmaz...
Yıldız Sinemasının müzeye çok yakıştığını ‘anlayanlara’ hatırlatmak için geçtiğimiz yıl sinemanın bilet koçanlarından, afiş, projeksiyon makinalarına saklananlar yanı sıra benim de elimdeki Yıldız sinemasına ait fotoğraf ve belgelerle katkıda bulunduğum ‘Loca Memuru Yoksa Lütfen Zili Çalınız: Zaman İçinde Yıldız Sineması (1953-1988)’ başlıklı bir sergi açıldı. Genç akademisyenlerin de canla başla çalıştığı, araştırmacıları ve meraklıları çağıran düzenleme bir zamanlar unutulmaz filmlerin gösterildiği bu sinemada “bir kültür hazinesi duruyor!” üslubundaydı.
Sanırım Yıldız Sineması üzerine ilk yazıyı yazan, İzmir sinema salonlarını İzmir’deki ilk gösterilerden başlayıp hem bir kitap hem belgesel filme koyan kişi benim. Yıldız Sinemasının beni şaşırtan özelliği önce yazlık bir sinemayken, sonra kapalı bir sinemaya dönüşmesi, ardından, dört yıl sonra Yıldız adıyla ve Zeki Müren konseriyle açılmış olması… Hayır şaşırtan bu değil-altta açıklıyorum… Kaldı ki İzmirliler Zeki Müren’e hiç de yabancı değildir, Zeki Müren, her yıl otuz günlük İzmir Fuar’ının son yirmi iki gününü Manolya Halk Bahçesi ve Göl Gazinosu'nda geçirirdi, bu konserlere, "Zeki Müren Konserleri" de denilirdi.
Tabii ki Yıldız Sineması, İzmir’in tarihi 1920’lere giden Elhamra/Milli Kütüphane Sineması ile birlikte ilk akla gelen “düş şatosu”dur, ”kendi özel törenimiz-tamamen büyülenme, imgenin sihirli cazibesinin mekanı”dır (Jean Baudrillard).
Dış kapı ve gişeden başlayarak iç yapısında apliklerden merdiven tırabzanlarına dek devam eden lüks bir sinemaydı. 1800 kişilik sinemanın ayrı fiyatlanan, salon, koltuk, balkon ve locaları vardı. Balkonu aileler tercih ederdi. Bir akşam annem ile, Boris Pasternak’ın yazdığı ve Sovyetler Birliği’nde yasaklanan romanından uyarlanan Doctor Zhivago filmini izlemiştik. (Film Rusya’da ancak 1994 yılında gösterilecektir.)
1964-1973 yılları arasında İzmir Belediye Başkanı, güzelim Arnavut taşlı yolları asfaltla kapladığı ve ‘iyi bir iş yaptığı sanısıyla alkışlanan’, bu nedenle ‘asfalt Osman’ lakabıyla anılan Osman Kibar’dı. (Bu lakabın takılmasında da bir İzmir gazetesindeki "Kibardı, asfalt oldu" başlıklı haberin etkisi olmuştu…) Yıldız Sinemasının eski baş makinisti Rüstem Çetin, Kibar’ın geldiği her cuma gününde ona tam ortadaki 6 numaralı locanın, Cumartesi gelen Vali’ye de yine aynı locanın verildiğini hatırlıyordu.” *
‘Sinemanın kralıydı’ denilen Yıldız’ın hikayesi İstanbul'da tuhafiye vb. işlerle uğraşan Sezai Kazmirci‘nin 1940'lı yıllarda İzmir'e taşınması, burada daha önce edindiği bir mülkte aynı işi sürdürmesiyle başlar. Savaş yıllarının hayatı alt üst ettiği günler biterken, bir zamanların ünlü Asri Sinema’sını ve şimdi Yıldız Sineması’nın bulunduğu yerdeki arsayı açık hava sineması ve tiyatrosu yapmak amacıyla satın alır. Asri Sinema'nın adını İnci olarak değiştirir.
Senai Kazmirci'nin açık hava sinemasından vazgeçip adını Yıldız koyacağı bu sinemayı yaptırırkenki düşüncesi tek kelimeyle ‘takdire şayan’… İzmir’de mevsim sıcakları Nisan’da başlamakta Ekim sonuna dek sürmektedir. Bir anlamda bu beş-altı ay açık kalan yazlık sinemaların mevsimidir. Senai bey kışlık bir sinema olsa bile yaz günlerinde izleyiciyi sinemasına nasıl çekebileceğini kendine sorar. Bu sorunun yanıtını İtalyan bir proje mimarlarıyla birlikte çözer: Elektrikli bir düzeneğin yardımıyla çatısı açılıp kapanan, başını yukarı kaldırdığında yıldızları gören bir salon yapacaklardır. Ayrıca günün her saatinde -istenirse seans boşluklarından yararlanıp- havalandırma kolayca gerçekleşecektir.
Ve üç yıl sonra, Senai Kazmirci'nin yurt dışında olduğu günlerde (1956 yılı) oğlu Yüksel Kazmirci Türkiye’de ilk kez gösterilen Raj Koopor’lu Avare gibi filmlerle ünlenen, hatta Milli Güreş Takımımızla İsveç’in karşılaşmalarının yapıldığı (10 Mart 1955) tiyatro ve gösterilerin gözdesi, ama onun mimari olarak pek beğenmediği binayı tümden yıkar. Mimar arkadaşı Erdoğan Tözge ile yine tavanı açılır bir sinema yapacaklardır. Ama bu kez çatının üstüne üç kapak koyacaklar, karşılıklı konan iki ray üzerinde kapaklar elektrik motoru yardımıyla hareket edecek, açık kapaklardan temiz hava salona dolacaktır. Önemli farklılık ise, arada asma tavan vardır ve bu nedenle eskisi gibi açılan tavandan yıldızları göremeyecektir izleyici. Yüksel bey başarmıştır, şöyle diyecektir: “Yazları üç avantür film birden oynardı. Tavan da hep açık dururdu…”** Ve tabii ki Yıldız Sineması şu ilanı da hak edecektir:
“Net ses, mükemmel projeksiyon, rahat koltuk, geniş salonlar ve en güzel filmler. Raylar üzerine oturan çatı otomatik surette açılarak yazlık sinemaya inkılap ettiği gibi, havasını daima temiz tutar.”
Bir zamanlar biraz eğlenceli üslupla kaleme aldığım yazıda şöyle demiştim:
“Ancak bu şato, Orson Welles'in "Yurttaş Kane"de konu edindiği ünlü medya patronu W. R . Hearst'ün bir saray-müze ya da yalnızlık kalesi gibi değilse, Umberto Eco'nun deyimiyle asla unicum (eşsiz), bir rara avis (nadir bulunur), evet, kentin ve ülkenin tek çatısı açılır kapanır-doğal klimalı ve koltuklarından iç donanıma zevk ve inceliğin tercihi bir salon olma özelliği taşımaktadır.”
Sonra ne oldu? Yüksel Kazmirci gösterim programına Türk filmlerini de alır. Ancak iç göçlerle büyüyen ucuz-politik yatırımlar, plansız-hızlı kentleşme Yıldız Sinemasının konumunu da değiştirir, salon belki ama balkon, loca sürekli boş kalır. Gün içinde oynayan film sayısı iki-üçe çıkmasına karşın, giderler güçlükle karşılanır. Kazmirci ailesi işletmecilerin ısrarına karşın seks-erotik filmleri sinemalarına sokmayacak ve gişesini bir daha açmamak üzere kapatacaktır. Duvardaki büyük beyaz perde, üzerinde kalın kadife kumaştan perdenin altında durmaya devam eder, koltuklar sökülür, yere yeşil halı döşenir, salon ‘halı saha’ya dönüşür. Bilardo, tenis masaları filan da olduğu için adı şimdi Yıldız Spor Tesisleri’dir.
Elimde kamera, halı sahasında top koşturulan, görkemli dev perdesi hâlâ ayakta duran ama bu yorgun düş şatosunu o yıllarda uzun metraj filmim Kumdan Kale için filme alırken, Italo Calvino’nun Görünmez Kentler’deki sözleri kafamda uçuşmuştu: “Cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek…”
Komşusu Bıçakçı Han sit alanıdır, Yıldız Sinemasının alanı özel olmasına karşın, Bıçakçı Han özel alanı olarak tapu kaydına geçtiği için inşaat yapma alanı sınırlıdır. Kısaca, Sinema Müzesi yapılması amacıyla İBB tarafından 2021 yılında satın alınıncaya dek bekleyecektir…
Aranıp bulunduğunda tanınıyordu. Adı Yıldız…
Tek yapılacak şey onu yaşatmak, ona fırsat vermekti.
Gecikmeden Yıldız’a sinema müzesi olma fırsatını verelim!
——————————————————————-
Karışık Ot Kavurması
İşte bir İzmir yemeği daha: Ege bölgesinde yetişen arapsaçı, radika, ısırgan otu, cibez, gelincik, ebegümeci gibi otlar az miktarlarda bir kapta karıştırılır. (Marketler ve pazarlarda hazır satılmaya başlandı. Bu hafta pazarda aynı yöntemle pişirilen -salça, su, bulgur ekleyerek - ‘madımak’ bile vardı.) Zeytinyağında kavururken taze soğan-sarımsak-tuz, pişmeye yakın çok az su eklenir. İsteğe göre üzerine yumurta kırılır ya da yoğurt dökülür.
* Dilek Kaya, Eski İzmir Sinemaları ve Yıldız Sineması: Mekân, Toplum, Seyir Yıl 2017, Cilt 8, Sayı 2
** Gökhan Akçura, Yıldız diye bir sinema vardı...Kent Konak Kış 2016, 26