Fotoğraf makinesiyle film çektik!

Bol ödüllü ‘Toz Ruhu’ filminin yönetmeni Nesimi Yetik, sinema serüvenini Duvar'a anlattı. Yetik ilk filmiyle ilgili soruya usta yönetmen Lütfi Akad’ın sözleriyle yanıt verdi: "Her film, bir sonraki filmin müsveddesidir."

Google Haberlere Abone ol

Yönetmenler ilk filmlerine her zaman ayrı bir önem gösterir. Yaşamları boyunca ilk yaptıkları filmle anılacaklarını düşündüklerinden diye sanıyorum. ‘Toz Ruhu’ filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu? Bugünden filminize baktığınızda, eksik ya da fazla olduğunu düşündüğünüz ya da hissettiğiniz bir bölüm var mı?

Toz Ruhu’nun senaryosunu Betül Esener’le birlikte yazdık. Burada onun adına da cevap vermiş olacağım. Bahsettiğiniz kaygılar olmadan film yapmak mümkün değil! Dünyaya söyleyecek bir sözünüz var ise bunu sanatsal anlamda inandığınız bir üslupla anlatmak istersiniz. Biz, sanatsal anlamda inandığımız sinemayı yapma arzusunu daha senaryoyu yazarken ortaya koymaya çalıştık. Neyin anlatmaya değer olduğu ve bunu nasıl anlatacağımız üzerine düşünerek kendimize bir yol belirlemeye çalıştık. Filmimizin yalnızca bugün, günümüzün siyasal ve kültürel ortamında anlam kazanacak bir film değil, yıllar sonra da anlamını koruyan bir eser olmasının önemli olduğunu düşündük. Ekonomik açıdan ise elimizdeki kısıtlı imkanları en iyi biçimde kullanıp filmi tamamlamaya çalıştık.

Print

Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?

Yaptığım filmleri kategorize etmiyorum. Filmleri kategorize etmek, sanırım başka türlü bir ihtiyacı karşılıyor. Ben kendi adıma yaptığım film şu millete aittir, şu ulusun filmidir gibi bir tanımlama yapmıyorum. Yaptığım film benimle aynı meseleleri dert edinen, aynı ruh halini paylaşan herkesin öz malıdır. Lakin ben bu topraklarda doğduğumdan, anadil olarak Türkçe bildiğimden filmlerimdeki karakterler Türkçe konuşmaktadır. Bu ülkede yaşadığımdan filmin mekanı İstanbul’dur. İçinde büyüdüğüm kültürün etkisiyle belirli görsel kodlar edinmiş olmam kuvvetle muhtemeldir! Bu da tıpkı bir dili öğrendikten sonra tefekkürümüzü o dil üzerinden kurmamıza benzer. Türkiye Sineması kavramına gelirsek, bazı şeyleri kestirmeden söylemek icap ettiğinde; evet, bu ifadeyi zaman zaman kullanıyorum. Ama bu ifade üzerine bina ettiğim bir fikir yok sanırım. Tek tek insanların yaptığı sinema var benim için. Hatta kelimenin tam anlamıyla hoşuma giden şey o: ‘‘Tek’’lik…  

Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

Eğer içinizden böyle söylemek geldiyse söyleyin elbette. Ama politik sinema ifadesiyle ya da daha doğru bir ifadeyle politik sinema ifadesinin kullanımıyla ilgili bazı soru (n)larım olduğunu söylemeliyim. Söz gelimi güncel bir politik meseleyi ya da geçmişte yaşanan ve bugün politik bir karşılığı olan bir olayı konu edinmek tek başına politik sinema yapmak için yeterli midir? Yani politik sinema yapıp yapmadığımızı belirleyen şey yalnızca konu seçimimiz midir? Yoksa, bir dil, üslup oluşturarak mı mümkün olabilir bu?

Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?

Yaptığınız bir filmin getirisiyle, bir sonraki filminizi belli bir ölçüde finanse edebilmeniz gerekir. Bu ne yazık ki bizim yaptığımız biçimde filmler için pek mümkün değil. Dolaysıyla ilk filmi yaptıktan sonra, ‘hadi hemen ikinci filmi yapalım’ gibi bir durum olmuyor. Yine fonlara başvurmanız ve bütçenizi dış kaynaklardan bulabilmeniz gerekiyor.

toz-ruhu Toz Ruhu'nun başrollerini Tansu Biçer, Aytaç Uşun, Selin Yeninci ve Aytaç Arman paylaştı.

Bir hikâye aklınıza geldiğinde, o hikâyenin senaryolaştırması aşamasına nasıl karar veriyorsunuz? Senaryolarınız, ne tür çalışmalarla ortaya çıkıyor?

Aslında büyük oranda hislerle ilerleyen bir süreç bu. Betül’le uzun konuşmalarımız olur. Bazen sabahlara kadar süren… Tanıdığımız karakterler, durumlar, yaşanan olaylar, okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler üzerine. Ama genelde karakterler üzerine konuşuyoruz sanırım. Bir karakteri anlatmak bizi heyecanlandırıyor. Bu konuşmalar süreç içerisinde bir yere varıyor ve biz anlıyoruz ki, artık bunun senaryosunu yazmalıyız.

Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?

Bütün bu kategorizasyonlar bana bir anlam ifade etmiyor. Bir ürünün hangi rafta duracağını açıklamaya yarayan şeyler… Sanat eserinin ticari anlamda bir ürün oluşuyla ilgili meseleler. Bana bir anlam ifade etmese de bu ayrımlarla şekillenmiş bir dünyaya film yapıyorsunuz.

Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı? Siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır?

Sinema birçok şeyi gündeme getirmek açısından işlevsellik taşır. Ama sinema ya da daha genelinde sanatın işlevsel bir araç haline getirilmesi fikri beni tedirgin ediyor açıkçası. Eğer biri anlatmak istediği şeyi sinema aracılığıyla anlatma yolunu seçiyorsa ve bunun tek gerekçesi olarak, sinema ile daha geniş bir kitleye ulaşabileceğini hesap ediyorsa burada sanırım bir sorun olmalı. Bir bildiri yazmak yerine film yapmayı tercih ediyorsak, önce film yapmanın estetiği üzerine kafa yormalıyız diye düşünüyorum. Vicdan ise sanırım film yapma adına temel bir hareket noktası benim için. Yani, çözümünü bir türlü bulamadığınız ve cevapları kesin olmayan sorular…

toz1

GERİLLA YÖNTEMLERİ UYGULAMALI

Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?

Şu an gerek ekonomik gerek sosyal olarak pek parlak bir dönemde değiliz galiba. Ülke olarak… Bağımsız sinema da bu durumdan pek bağımsız değil. Destekler yetersiz, seyircilerin filmlere ilgisi az... ‘Nasıl bir yol izlenmeli?’ ben de bunu düşünüyorum bir süredir. Eğer bir çözüm bulursam, yaşlı başlı bir sinemacı olarak, ilk iş olarak bunu genç sinemacılarla paylaşmak isterim... Şaka bir yana gerçekten durumun giderek kötüleştiğini düşünüyorum. Durum böyle gitmeye devam ederse bağımsız sinema alanındaki üretimler önemli oranda azalır, bu durumda bağımsız sinema daha yeraltına inip, gerilla yapım yöntemleriyle, sinema destekleme fonlarına ve piyasaya ihtiyaç duymayacak biçimde bir yöntem geliştirir kendine ve oradan bambaşka bir dil doğabilir. Bir tavsiye olarak umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini düşünüyorum. Gerekirse bir fotoğraf makinesiyle de –ki biz de Toz Ruhu’nu bir fotoğraf makinesiyle çektik- film çekilebileceğini unutmasın genç sinemacılar...

Etkilendiğiniz yönetmenler var mı, varsa kimler? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?

Tek bir yönetmen ismi söylemek gerekirse Cassavetes. En beğendiğim ve etkilendiğim… Cassavetes’in tüm filmlerini ayırt etmeden sayabilirim. Shadows’tan Love Streams’e… Cassavetes’in Husbands filminde bir sahne vardır. Üç arkadaşın bir bara gidip, içki içip sarhoş oldukları ve çılgınca şarkı söyledikleri uzun bir sahne. Nedenini anlatamayacağım biçimde etkileyici gelir bana bu sahne. Sanırım o sahneyi çekmek isterdim.

Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?

Elbette sinema ve edebiyat güçlü bir bağa sahip. Ben Vüs’at O. Bener okudum. Onu okumak bana ilham vermiştir. Ama onu okuyarak mı senarist ya da yönetmen oldum, bilmiyorum. Filmlerimde etkisi var mıdır onu da bilmiyorum. Vüs’at Bener okumak, birini senarist ya da yönetmen yapar mı onu hiç bilmiyorum. Ama biri ne okuyayım derse, hiç düşünmeden Vüs’at O. Bener oku derim.

Sinema okullarında verilen sinema eğitimini yeterli buluyor musunuz?

Ben sinema okulu okumadım. Bu konuda bir fikrim yok.

Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?

Bir yönetmenin gözünden yapımcı onun her türlü isteğini reddeden kişidir. Ama bu yönetmenin gözünden elbette… Daha adaletli bir tanımlamayla yapımcı, yönetmenin ve yapımın sınırsız ihtiyaçlarını sınırlı kaynaklarla karşılayan kişidir. O kaynakları oluşturup o filmin gerçekleşmesini sağlayan kişidir elbette. Yapımcının genellikle para yatıran kişi olarak bilinmesi sık görülen bir gramer hatasıdır. Yapımcı üstlendiği projenin imkanlarını gözeterek onun için bir strateji oluşturur. Bu strateji dahilinde süreci yönetir. Yönetmene filmi en rahat biçimde çekebileceği ortamı oluşturur. Ama bu rahatlık imkanlar dahilinde ve görecelidir. İdeal bir yapımcı yönetmen ilişkisini uzun vadeli bir ilişki olarak düşünüyorum. Yönetmenler her filmlerinde yeni bir yapımcı aramak zorunda olduklarında bir anlamda her iki taraf için de her şeye sıfırdan başlanmış oluyor.

Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?

Sansür geçmişimizde var olan, şimdi de yaşadığımız ve muhtemelen gelecekte de var olacak bir sorun. Sinemacılar olarak yaratıcılığımızın bir kısmını da bununla nasıl baş edebiliriz diye harcamak zorundayız anlaşılan. Alınması gereken tavır birlik olmak ve yolumuz her kesildiğinde o yolu açacak yöntemler geliştirmek. Amaç izleyiciye filmimizi ulaştırmaksa, onu başka türlü nasıl yapabiliriz bunu düşünmemiz gerek.

Dizi filmi ve sinema filmi karşılaştırıldığında estetik yönden benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir? Sinema filmi yapmak isteyen bir yönetmen adayına dizi film setinde çalışmak/dizi film çekmek ne tür katkı sağlayabilir ya da sağlayabilir mi?

Dizi ve sinema bir çok açıdan birbirinin aynısı süreçlerden geçip aynı teknik ekipmanlarla üretiliyorlar. İkisinde de senaryo var, oyuncular, yönetmenler var. Ama nihai olarak bambaşka estetikler üretiliyor. Birisi daha anlık, gelip geçici duygu ve heyecanlar üretiyor. Diğeriyse, insanın varoluşuna ilişkin daha kalıcı duygularla, fikirle ilgileniyor ve bu doğrultuda bir estetik üretiyor. Dizi setinde çalışmanın bir yönetmen adayına estetik ve düşünsel anlamda önemli katkılar sağlayacağına inanmıyorum. Ama set deneyimi edinmek, setteki ilişki biçimlerini öğrenmek ve bir film çekiminin karşılaşabileceği sorunları pratik anlamda tecrübe etmek adına faydalı olabilir. Hızlı kararlar vermek, sorun çözmek her iki yakada da temel sorunlar. Ama oradaki estetik anlayışı, anlatım dilini, oyuncu yönetimini benimsemek sinema yapmaya başladığında karşısına handikap olarak çıkabilir.