Emek mücadelesi seyirci ile buluşuyor
Emek Sineması’nın yıkımına karşı yürütülen mücadelede ortaya çıkan görsel hafıza, kolektif bir çabayla belgesel haline getirildi. Cuma günü ilk gösterimi yapılacak belgeselin üreten ekipten Zeyno Pekünlü ve Fırat Yücel sorularımızı yanıtladı.
DUVAR - Emek Sineması’nın yıkımına karşı yürütülen mücadelede ortaya çıkan görsel hafıza, kolektif bir çabayla belgesel haline getirildi. Cuma günü ilk gösterimi yapılacak belgeselin üreten ekipten Zeyno Pekünlü ve Fırat Yücel sorularımızı yanıtladı.
Emek Bizim İstanbul Bizim İnisiyatifi’nin yapımını üstlendiği “Özgürleşen Seyirci: Emek Sineması Mücadelesi” belgeseli 9 Aralık Cuma akşamı, 20.00'de, Şişli Belediyesi Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi'nde izleyiciyle buluşacak. “8. Hangi İnsan Hakları? Film Festivali”nin açılışında gerçekleştirilecek bu gösterim aynı zamanda filmin Türkiye prömiyeri olacak. Gösterim öncesinde kolektif bir çabayla bir araya getirilen görüntüleri zahmetli bir sürecin ardından kurgulayıp etkileyici bir belgesele dönüştüren Zeyno Pekünlü ve Fırat Yücel’e filmin yaratılış sürecini sorduk.
Emek Sineması’nın yıkımına karşı yürütülen mücadelenin aşamalarını anlatan bir belgesel fikri nasıl ortaya çıktı?
Zeyno Pekünlü: Emek Bizim İstanbul Bizim İnisiyatif’inin toplantıları sırasında bir belgesel fikri konuşulmaya başlandı. 15 Aralık 2013’te açık bir çağrı ile mücadele sırasında çekim yapmış, kayıt tutmuş ya da daha kurumsal kayıtlara ulaşabilecek herkese ulaşmaya çalıştık ve gelen dokümanları bir araya topladık.
Belgeselin yapımına emek vermek isteyenler bir çalışma grubu kurdu. Gündemin giderek ciddileşmesi ve şiddetin artması çoğumuzun politik önceliklerini değiştirdiği için çok hızlı hareket edilemedi. Ancak bu sene daha yoğun bir şekilde ele alarak bitirebildik.
Belgeselde kullanılan görsel malzemeler birçok kaynaktan elde edilmiş. Bu belgeleri toplarken nasıl bir yöntem izlendi, ulaşmakta güçlükler yaşandı mı?
Z.P.: Yaptığımız çağrıya katılım yüksek oldu ve elindeki görüntüleri paylaşanlar da malzemenin kolektif kullanımına onay verdiler. Bütün bu süreçte malzemenin toplandığı diskler elden ele dolaştı, görüntüleri izleyenler nasıl bir belgesel hayal ettiklerini ara ara konuşmaya devam ettiler. Ben görüntülerin envanter çalışmasını yaptım, tarihleri, içerikleri tasnif ettim. Bu seneye vardığımızda ise Fırat bir kaba kurgu yaparak süreci hızlandırdı. Bu kurguyu çalışma grubu ve görüntülerini paylaşan arkadaşlardan aldığımız eleştiriler doğrultusunda tekrar ele aldık. Onların önemli olduğunu vurguladığı kimi eksik görüntülerin peşine düşüp son haline getirdik.
BU MÜCADELE GELECEĞE İLHAM VERSİN
Elde edilen ham görüntü süresi ne kadardı? Ve 48 dakikaya indirilirken nelere dikkat edildi?
Z.P: Toplam süreyi bilmek mümkün değil. Sadece boş sokakta Emek Sineması’nın tabelasının bile en az yarım saatlik çekimi vardır. Aynı eylemin birden fazla insan tarafından baştan sona çekildiği dahi olmuş. Oradan belki hesap edilebilir. Kolaj film, kurguyu yapan açısından bağlaması, izleyen açısından da takip etmesi kolay olan bir şey değil. Süreç ilerledikçe bir orta metraj olacağı kendiliğinden belli oldu, uzunluk kendi kendini dayattı.
Kimilerine göre Emek Sineması yıkıldı, ‘çakma’ olanı yapıldı ve artık çok geç. Böyle bir durumda Emek sineması için bir belgesele neden ihtiyaç duyulsun?
Fırat Yücel: Projenin hukuksuzluğunu ifşa etmek için mi? Projecilerin “Emek Sineması yıkılmadan, sökülerek taşınacak” gibi absürt yalanlarını, “kültür bakanı” sıfatını taşıyan şahısların nasıl pazarladığını göstermek için mi? Hayır. Tarih, bu kent suçunu ve sorumlularını yazacak zaten, belgeseli yapılsa da yapılmasa da. Filmde bunlar yok mu, var. Ama bu belgeseli bu yüzden yapmadık. Emek Sineması mücadelesi şimdiye ve geleceğe ilham versin diye yaptık. Yıkıntıların değil, bu mücadeleyi veren kitlelerin imgesi yankılansın istedik. İnsanların ortak iradesiyle şekillenecek bir kent tahayyülünü geleceğe aktarmak, geçmişle hesaplaşmaktan daha büyük bir dürtüydü.
MÜCADELE İÇİN HALA GEÇ DEĞİL
Emek sineması için çok geç olduğunu söyleyebilir miyiz?
F.Y.: Aksine, tam bir sinema mezarlığı haline getirilen Beyoğlu’nda ‘geç’ olmayan tek bir sinema varsa, o da Emek Sineması. Bu sinema için ortaya konulan irade, devlet sermayesi ve özel sermaye tarafından kontrol edilmeyen gösterim alanları fikrinin insanların gündemine girmesini sağladı. Bu iradeye sahip çıkmanın tam zamanı şu an. Bugün, Emek Sineması’nı yıkan Grand Pera projesine karşı yürütülen bir tarafta hukuki mücadele var, diğer tarafta da toplumsal zemini güçlü bir boykot hareketi. Yıkıma karşı yürütülen mücadeleden daha bile önemliler aslında.
Çünkü Grand Pera’nın meşrulaşması, Emek Sineması gibi kültür mekânlarının insanlara sorulmadan yıkılıp ranta çevrilmesini onaylamak anlamına gelir. Bu tür uygulamalar önemsiz gibi gösterilen şeylerden başlar, seçilmiş yerine kayyum atamaya kadar gider, gittiğini gördük. İş işten geçti mi geçmedi mi, başı mı sonu mu diye düşünülecek bir şey değil bu. Her mücadele ortadan başlıyor aslında. Bugün boykot fikrinin ortaya atılması bile geçmiş mücadele ve düşünceler sayesinde.
Belgesel, Emek mücadelesini Gezi’ye bağlayarak bir tür devamlığa işaret ediyor. Bu devamlılık sizce hangi ortaklıktan kaynaklanıyor?
Z.P.: Gezi kadar beklenmedik bir ayaklanmayı ve sonrasında kurulan kolektif hayatı, pek çok başka kanaldan beslenen deneyimlerin mümkün kıldığı ortada. Bu yüzden de herkesin Gezi hikayesi birbiriyle ortaklıklar içerse de aynı zamanda bambaşka. Ancak Emek Sineması mücadelesi hem mekânsal, hem zamansal yakınlığı, hem de dil benzerliği açısından sıklıkla Gezi’ye giden yolda önemli bir nokta olarak anıldı.
Bence bunun en önemli sebeplerinden biri “kamu” ve “kamusallık” tanımlarına ve karar mekanizmalarına dâhil olma arzusuna yaptığı vurguyu üç sene boyunca ısrarla dile getirmesiydi. Kent mekânına yapılan müdahalelerin sadece fiziksel olmadığının, nasıl yaşadığımıza, kimlerle yan yana gelebildiğimize, hafızamıza ve hayatımıza yapılan müdahaleler olduğunu vurgulaması açısından da benzerlik gösteriyordu.
Bir diğer önemli devamlılık mekânın kullanımı meselesiydi. Eylemciler Emek Sineması’nın kapısının açıldığı sokağı düzenli olarak kullandı. Konserler, film gösterimleri düzenlendi, forumlar yapıldı, birlikte yemek yendi, dans edildi. Geçici de olsa bizim ilan edilen, kendi dilini ve kurallarını kuran kolektif bir mekân yaratıldı. Hem Emek eylemlerinin organizasyonunda işletilen süreçler, hem de eylemlerin biçimi Gezi sürecinde yeniden ve yeniden karşımıza çıktı.
Emek Sineması eylemleri sırasında üretilmiş “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganı da Gezi ve sonrasının en çok kullanılan sloganlarından birine dönüşerek bu devamlılıkların altını çizdi.
Emek Sineması’nın yıkımına karşı mücadele içinde olan kimi isimlerin, bugünkü yeni yapıyı meşrulaştırmaya çalıştıklarına tanıklık ediyoruz. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
F.Y.: Yeni yapıyı meşrulaştırmaya çalışanların retoriği, 12 Eylül sonrası depolitizasyona dayanıyor. “Madem yapmışlar, ben de yerimi alırım” mantığına ve bu itaatkârlığı “yapıcı” saymaya. Bir kültür mekânını metre hesaplarına, süslemelere indirgeyecek kadar depolitize bir mantık bu. Bir kültür mekânı nedir ki etrafında oluşturulmuş kültürden başka? Bu mücadelenin içinde yer almış insanların bunu unutması içselleştirilmiş bir baskı ideolojisine işaret eder, başka türlü açıklanamaz.
Başta Sinema Yazarları Derneği olmak üzere ‘çakma’ Emek Sineması’ndaki hiçbir etkinliğe katılmayacağını açıklayanlar var. Böylesi bir tutum neden önemli?
F.Y.: Emek Sineması’nı “yıkmıyoruz, taşıyoruz” yalanını ortaya atanlar, şimdi de o mekânı filmleriyle, yazılarıyla, muhabbetleriyle, hayalleriyle var eden insanları oraya ‘taşıyarak’ bu yapıyı meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu yüzden kültür sanat alanında üretim veren insanların “hayır, mekânlar gibi bizi de taşıyamazsınız” demesi çok önemli.