'İstanbul Kırmızısı'nda kaybolan yönetmen
İtalyan sineması içinde filmler çeken Ferzan Özpetek’in kendi romanından uyarladığı “İstanbul Kırmızısı”, yaratıcı ve merak duygusunu sonuna kadar taşıyan önemli bir film. Duygu her an tırmanıyor.
Yazar Orhan, film yönetmeni arkadaşı Deniz’in davetiyle yıllar önce terk ettiği trajedilerin şehri İstanbul’a geliyor Londra’dan. Mayıs 2016… Film, Karaköy’ün üzerine açılıyor. Martı gibi uçan kamera, muhteşem Boğaziçi’nin üzerinde uçtuktan sonra derinlikli hikâyesinin içine iriyor. Aslında bu film üzerine düşünürken, ona dokunurken polisiye filmin nazikliğiyle dokunmak gerekecek. Filmi yazmaktan çok, derinlerindeki puslu sokaklarda dolaşarak anlam yaratmalı. Gerçekten bu film çok değerli ve insana her anında sanata dokundurtan bir yapıttı. Yönetmen Ferzan Özpetek, kendi romanından uyarladığı bu filminde sanki romanını yeni kelimelerle, görüntülerle yeniden yazıyor. Romanı okumadıysanız bile, 2017 yapımı sinemaskop “İstanbul Kırmızısı” filminin romanı kadar değerli olduğunu hissediyorsunuz.
Özpetek, 1959'da İstanbul-Kadıköy'de doğdu. Yıllardır İtalya'da ve çektiği filmler İtalyan sineması içinde değerlendiriliyor. Ama yönetmen bu son filmini Türk sineması içinde değerlendirmiş. Özpetek, 1949'da Roma'da doğan senarist Gianni Romoli'yle de ortak çalışıyor senaryo anlamında. 1957 Bologna doğumlu İtalyan kameraman Gian Filippo Corticelli, Özpetek'in 2003'teki "La Finestra di Fronte-Karşı Pencere", 2005'teki "Cuore Sacro-Kutsal Yürek", 2007'deki "Saturno Contro-Bir Ömür Yetmez", 2014'teki "Allacciate le Cinture-Kemerlerinizi Bağlayın" filmlerinde çalıştı.
HER ŞEY BİRDEN BİRE...
Orhan, eskisi kadar zengin olamayan annesi Süreyya’yla yaşayan Deniz’in Boğaz kıyısındaki kırmızı yalılarına yerleşiyor. Bu kırmızı çok güçlü bir metafor filmde. Boğaziçi gibi. Yalı, ikinci köprünün hemen yanında Anadolu yakasındaydı. Orhan, Deniz’in romanını yazmaya, toparlamaya gelmiş İstanbul’a. Orhan içkiyi ve sigarayı da bırakmış. Deniz’in mimar arkadaşı Neval’le de tanışıyor Orhan. Kısa saçlı ve güzel Neval’i görür görmez tutuluyor sanki Orhan. Partide iradesine de yeniliyor Orhan içkiyi yudumlarken. Belki de bu yıllardır unuttuğu bir duygunun içine yeniden gelmesinden. Aşktan ve kadından kaçmak zordu. Yalının bahçesinde Orhan ve Deniz birbirlerini yeniden tanıyorlardı. Köpeklere tutkun Deniz, öfkeli ve gizemli Deniz, Yusuf üzerine konuşurlarken bambaşka biri oluyordu sanki. Gecenin sonundaysa Deniz ortadan kayboluyordu. Özpetek, Deniz’in kayboluşuyla sanki büyük usta Antonioni’nin 1960 yapımı siyah-beyaz “L’Avventura-Macera” filmine saygı gönderiyor gibiydi. Deniz de Anna gibi kederli ve mutsuzdu.
BİR AN POLİSİYE GİBİ...
Deniz neden kaybolmuştu? Şimdi nerelerdeydi? Orhan, polise karakolda ifade bile zorunda kalıyor. Karakolda, daha önce yüzünü görmediği Yusuf’la karşılaşıyor. Yalının bahçesinde şezlongda uyurken bir ara bu uzun saçlı Yusuf’u görmüş gibi hissediyor Orhan. Sonra onun peşine takılıyor. Yusuf, heykeltıraş ve Boğaz’ı yüzerek geçmekten hoşlanıyor. Deniz’in çocukluk arkadaşıydı. Arkadaşlıkları belki daha derindi. Birçok şeyi belki birbirlerinden keşfetmişlerdi. Belki aşk da buna dâhil. Ya Orhan? Neval’in dünyasını keşfettikçe onun kendisinden uzaklaştığını da anlıyor. Belki de anlamıyor. Filmin derinliğinde zihinlerde bu aşkın imkansızlığı anlamlaşacak.
Film bittiğindeyse İstanbul’un trajedilerin şehri olduğunu bir kez daha anlıyor insan. Final anında birçok şey bir anda çözümlenip anlam bulacak zihinlerde. Yönetmen Özpetek, filminde seyircilerin zekâsına, hayal gücüne ve sinema tutkusuna inanıyor. Özpetek’in bu filminde İstanbul’un mekânları çarpıcı fotoğraflarla yansıtmış. Baştan çıkartıcı bir kadın gibi büyüleyiciydi İstanbul.
Bu filmde tüm oyunculuklar da övgüleri hak ediyor. Serra Yılmaz’ın varlığı bu filme gerçekten çok şey katmış. Filmdeki mizah da esaslıydı ama. Nejat İşler, Semih Kaplanoğlu’nun 2007 yapımı “Yumurta” filminden sonra en muhteşem performansını sunuyor kısa göründüğü bu filmde. Halit Ergenç, Tuba Büyüküstün ve Çiğdem Onat da filme anlam katmışlar oyunculuklarıyla. Filmin müzikleri de filme değer katmış. Başlarda duyulan piyano tınıları, suçluluk duygusu yaşayan Orhan’ın içindeki ateşe bulanmış dinginlikle buluşuyor gibi. Deniz ortadan kaybolduktan sonra duyulan yaylı tınılar da gerilimi alttan alta hafifçe yükseltiyor.
Deniz’in kayboluşu ve gizemi sonuna kadar merak duygusunu ayakta tutarken, trajedileri de dokundurtuyor. Filmde Kürtçe kelimeler de duyuluyor. Yalının Kürt aşçısı genç Sultan’ın ailesinin evi yakılmış, yıkılmış. Ailesi İstanbul’a geldiğinde insanın yüreğini sıcaklık kaplıyor birden.. Kürt sorununa dokunuluyor. Evler yakıldı, yıkıldı. Filmde “Cumartesi Anneleri”ne saygı da gönderiliyor.
Yönetmen: Ferzan Özpetek
Eser: Ferzan Özpetek
Senaryo: Gianni Romoli-Ferzan Özpetek
Müzik: Giuliano Taviani-Carmelo Travia
Kurgu: Patrizio Marone
Görüntü: Gian Filippo Corticelli
Oyuncular: Halit Ergenç (Orhan), Tuba Büyüküstün (Neval),
Nejat İşler (Deniz), Mehmet Günsür (Yusuf), Serra Yilmaz (Sibel),
Cemre Ebuzziya (Sultan), Zerrin Tekindor (Aylin),
İpek Bilgin (Güzin), Reha Özcan (Ali), Çiğdem Onat (Süreyya),
Yelin Belgin (Zeynep), Ayten Gökçer (Betül), Selim Bayraktar (Neval'in Kocası),
Şerif Sezer (Yusuf'un Annesi)
Yapım: BKM (2017)