'Meral Okay'la Rus general kıyafetini öğrenmek için konsolosluğa gitmiştik'
İster beyaz perdede ister TV ekranında olsun, reklam, dizi veya filmlerde izlediğimiz herkesin sadece oyunculukları ve renkli dünyaları değil, kostümleri de konuşuluyor artık. Öyle ki kostüm tasarımcılarına bu konuda ödüller bile veriliyor. Peki, bu kostümler nasıl hazırlanıyor?
Aslında endüstri ürünleri tasarımcısı olan Serap Vreskala’nın reklam sektörüne adım atmasındaki en büyük etken, rahmetli Ali Tara ve eşi Lale Tara olmuş. Sektörde geçirdiği 20 küsur yıl boyunca artık sayısını bile hatırlamadığı yüzlerce reklamda çalışmış. Pek çok ünlü dizi ve filmlerde de çalışan tasarımcı, en son ‘Şehnaz Tango’ ile dizi serüvenini tamamen bırakmış. Müzik videolarında Şebnem Ferah’tan Sezen Aksu’ya yıldız isimleri giydiren Vreskala, şimdilerde harıl harıl Yavuz Turgul’un çekeceği ve başrolünde Şener Şen’in oynayacağı film projesine hazırlanıyor.
Önce sanat yönetmeniydiniz, kostüme nasıl geçtiniz peki?
Önce sanat yönetmeni olarak başladım ama sonra kostüm daha çekici gelmeye başladı bana. Aksesuarlarıyla, renkleriyle, çeşitliliğiyle, oynanılabilirliğiyle…
İkisi de birbirini destekleyen şeyler mi ki?
Tasarım bütün bir şey aslında; buzdolabı tasarlayan biri mobilya ya da kostüm tasarlayamaz diye bir şey yok! Hiçbir şeyi bir bütün olarak kullanmayı beceremedim mesela. Bir kere bir dükkandan kolye almıştım ama takmak için değil, bozmak için aldım. Çünkü aynı kolyeden 40 tane kolye, bir tane broş çıkardım. Kafan başka türlü çalışıyor işte.
Peki, kostüm ne kadar önemli karakter açısından?
Çok önemli. Sanatçıların, aktörlerin günlük hayatlarında giydikleri kostümler kendi tarzlarını ve karakterlerini yansıtır ama bir karaktere bürünmesi gerekiyorsa, kostümün önemi burada ortaya çıkar. Çok ünlü birini sıradan bir kişilik ya da yardımcı oyunculardan birini salon kadını yapacaksın diyelim, bunu sadece kostümle yapabilirsin. Saç ve makyaj bunu destekler ama kostümsüz kesinlikle istenilen sonuç elde edilmez.
Bir örnek verebilir misiniz?
Artiz Palas diye bir dizi yapmıştık seneler önce, Mahinur Ergun yönetmişti. Dönemin en güzel dizilerinden biriydi bana göre. Hakan Tanfer bir pavyon patronunu canlandırıyordu. Büyük Londra Oteli'nin merdivenlerinden Hakan’la beraber aşağı inerken, Mahinur Ergun yanımızdan geçerken pardon deyip kenara çekilmişti. Bayağı bir krize girmiştik.
‘EVDEN EKMEK ALMAYA ÇIKIP BİR DAHA DÖNMEYEN İNSANLAR GİBİYDİK’
20 yıl evvel kostüm yapmakla şimdinin arasındaki farklardan bahseder misiniz?
Bu sektöre girdiğim dönemlerde cep telefonu yoktu mesela; biz bir saat veya gözlük bakmak için Eminönü’ne giderdik, onları alır geri dönerdik. Sonra bir şey daha lazım olur, bir daha giderdik, ofise dönerdik bir daha giderdik… Günde en az 3-4 defa yapardık bunu. Ya da gittiğimiz dükkanlarda ‘pardon abi bir telefon açıp ofisi arayabilir miyim’ derdik bir şey istiyorlar mı diye. Şimdi herşey o kadar kolaylaştı ki! Altında kostüm aracın var; istediğin yere ve uzaklığa gidebiliyorsun. O zamanlar AVM’lerde kostüm kiralayabileceğimiz büyük gruplar da yoktu. Bir Akmerkez vardı; sabah 10’da açılırdı, ben de zengin kocanın şımarık karısı gibi saat 11’de orada olurdum. İnsanlar alışverişe gelirken ben elimde alışveriş poşetleriyle çoktan işimi bitirmiş olurdum.
O zamanlar kostüm vermeleri için markayı ikna etmek gibi bir durum da vardı sanırım. Şimdi ise kostüm tasarımcısı diye bir unvan oturdu ve markalar sizlere kostüm vermek için uğraşır oldular galiba…
Şimdi istediğimiz yere girebiliyoruz, istediğimiz markadan istediğimiz kostümü alabiliyoruz. Artık bizleri tanıyorlar ve yaptığımız işleri biliyorlar. Sonuçta bir yandan da bizler markaların reklam ayağıyız.
E, internet yoktu o zamanlar, araştırmalarınız nasıl yapıyordunuz?
Mesela, rahmetli Meral Okay’la bir beyaz eşya reklamı çekmiştik ve bir Rus generalinin eşini oynuyordu. O zamanlar şimdiki gibi Pinterest ya da Google olmadığı için, eski model Rus askerlerinin nasıl giyindiklerini öğrenmek için konsolosluğa gitmiştik. Onların verdiği kitaplar, belge ve fotoğraflardan araştırma yapmıştık.
Ortalama kaç saat çalışıyorsunuz ekip olarak ?
Çalışma saatlerimiz artık 16 saate indirildi ama öncesinde evden ekmek almaya çıkıp bir daha dönmeyen insanlar gibiydik. Eskiden sınırsız çalışırdık; yani sete girerdik artık paydos ne zaman olursa. 72 saat gibi hiç uyumadan rekora gittiğimiz saatlerimiz var. Ben çok iyi bilirim uyurken kızımı öpüp evden çıkıp iki gün sonra geri dönüp onu uyuyor bulduğumda, onu aynı uykuda yakaladığımı zannettiğim için sevindiğim zamanları… Benim için iş başladığında dışarıdaki hayat denen şey o kadar yavaşlıyor ki! İşle yatıp işle kalktığımız için eve geldiğimde suyumu elektriğimi kesilmiş bulabilirim mesela… Hayatın bu tarafı da olduğu aklıma gelmiyor çünkü.
DAHA SENARYOYU OKURKEN…
Senaryoyu okuduğunuz anda karakteri nasıl giydireceğiniz kafanızda şekilleniyor mu?
Senaryoyu okurken daha ilk cümleden itibaren hayal etmeye, hikayedeki adamı, kadını görmeye başlıyorsun zaten. Kadının takacağı küpeyi, yüzüğü, şapkayı, giyeceği çorabı, elbiseyi, rengine kadar görürsün kafanda… Adamın takım elbisesi, kravatı derken, elinde mendili var mı ya da bastonu olmalı mı, pipo kullanır mı, bu adam öyle bir adam mı, mesela kravat iğnesi takar mı, saat ne kullanır, saçı makyajı dahil her ayrıntıyı görürsün.
Yönetmen de bu detayları görür mü sizin gördüğünüz kadar?
Görür. Zaten o yazarken düşünmüştür bu detayları. Bu yüzden önce onun kafasındaki kadını ve erkeği veya diğer karakterleri öğrenmem lazım. Bana da bunu doğru anlatabilmesi gerekir ama. Bazı yönetmenler renk söyler mesela; bu kadını kırmızı hayal ediyorum der ama bu kadının kırmızı giyinmesi anlamında değildir bu.
Böyle bir şeyi herkes bu kadar net anlayabilir mi?
Bilemiyorum, yönetmenin dilini ve tarzını çok iyi bilmek gerekir. Bunu da çok fazla çalışarak öğrenebilirsin anca. Mesela Rezzan Tanyeli’nin ne istediğini gözüm kapalı bilirim artık. Çekime başlamadan onunla bir 5 dakika konuşmam yeterlidir. Umur Turagay ve Ali Taner Baltacı da birlikte çalışmaktan çok keyif aldığım yönetmenlerdir. Onlarla inanılmaz bir uyumumuz var.
Ali Taner Baltacı ile ‘Hadi İnşallah’ı yapmıştınız galiba?
O filmde kullandığım kostümler ve aksesuarlar gerçekten çok farklıdır benim için, sonrasında da çok özel isimlerden güzel eleştiriler almıştık. Yönetmenle birlikte çok fazla vakit geçiremememize ve deplasmanda olmamıza rağmen iyi bir iş çıkardığımıza inanıyorum.
‘HOPİ REKLAMINDA FENA KANDIRILDIM’
‘Hopi’ reklamında Tolga Çevik ile yaptığınız tiplemeler çok konuşuldu. 30 farklı karakter yarattınız orada.
Kostüm doğru bir bedene oturduğunda ve ruhuyla buluştuğunda gerçekten başka bir hale geliyor. Karakter nefes almaya başlıyor resmen. ‘Hopi’, reklamında bunu gördük biz. Tiplemeler yaratmayı çok seviyorum ama o işte çok fena kandırdılar beni; sadece bir oyuncumuz var demişlerdi ilk toplantıda ama sonrasında 1 kişiden, Bağdat Caddesi kadınından babaanneye, esnaftan Kıratlıoğlu tiplemesine kadar 1 mahalle insan çıktı.
Mesela ‘Muhteşem Yüzyıl’ gibi bir dönem dizisi ya da filmi olduğunda özel dikim gerekiyor değil mi?
Evet ama terziye gitmiyoruz bunun için, sete zaten gerekli atölyeler kuruluyor. ‘Muhteşem’ için de atölye kuruldu çünkü öyle bir işin kontrolünün dışarıda bir yerde olmasının mümkünü yok.
Peki, siz bir dönem filminde çalışabilir misiniz?
Her tasarımcının uzman olduğu bir taraf var tabii, benin de yoğunlaştığım alan tiplemeler. Mesela ben layıkıyla yapamayacağımı düşündüğüm hiçbir işe bugüne kadar elimi sürmedim. Elbette bir dönem filmi yapabilirim ama bunu benden daha iyi yapacak insanlar var.
Peki, bir film izlerken normal izleyici gibi izleyebiliyor musunuz yoksa sizde de mesleki deformasyon var mı?
Zaman zaman unutuyorum ama kameranın açısını, dekorun devamını, yapılan hataları, ekibin o an nasıl krize girdiğini falan düşündüğüm zamanlar oluyor. Bu da oyuncuyu tanımakla ilgili bir şey. Burada ne çok gülmüşlerdir ya da keşke o sette olsaydım dediğim sahneler oluyor tabii!
LA LA LAND VE SEX AND THE CITY…
Bu yıl en iyi kostüm ödülünü alan ‘La La Land’ hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ödül alacak kadar iyi olduğunu düşünmüyorum açıkçası ama ‘In The Mood For Love’, ‘Kraliçe Margot’ veya ‘Amadeus’u çok severim kostüm olarak. ‘Büyük Budapeşte Oteli’nin de ayrı bir yeri vardır bende; böyle tek tek, fotoğraf fotoğraf seyretmek gelir içimden filmi her izlediğimde.
Bazen sadece kostüm için filmler yapılır ya; mesela ‘Sex and The City’ de öyle bir film…
Belki bir sürü insan bana kızabilir ama ben beğenmemiştim mesela. Filmde karakterlerden çok kostümler ön plandaydı. Çok reklam ve podyum kokuyordu. O film bir çok markaya yaramış bir reklam filmi bence.
Kostüm dediğiniz o kadar göze batmamalı mı yani?
Ben zaten görünmeyen kostümü severim. Yani bir sahneyi izlerken oyuncuyu daha çok görüyorsam, oyuncunun gömleğine takılı bir şeyden çok onun bakışında kayboluyorsam, kostüm de sanat da oyundan geride kalmış demektir; yani kostüm aslında oyuncuya çok güzel hizmet etmiştir.
Türk dizilerinde bu konu biraz abartılıyor mu artık dersiniz? Aşk ı Memnu'da karakterler kahvaltıya sanki yemek sonrası düğüne gideceklermiş gibi oturuyorlardı mesela.
Bazen şöyle bir şey oluyor ki, aldığın işin aslında seninle bir bağlantısının olmadığını fark ediyorsun. Bu biraz da müşteriye, ajansa ve yönetmene bağlı bir durum. Orada çok fazla esneme payın yok!
Yönetmenle çakıştığınız oluyor mu hiç?
Doğru bildiğimden şaşmam genelde ama yine de çakıştığımız bir taraf oluyor tabii. Yönetmen senin düşünemediğin detayları da önerebiliyor, mesela ben şişe dibi gözlük düşünmüşümdür, o da ‘baba mendili de olsa ne iyi olur’ der. Hakikaten bu da önemli bir detaydır. Dolayısıyla bunu işime bir saygısızlık olarak görmem.
Filmlerde oynayan olan herkesi baştan ayağa siz giydiriyorsunuz. Diyelim toplamda 90 kişi var; herkesin elbise ölçüsünü alıyor musunuz?
Evet.
Toplam kaç kişilik ekibiniz var?
Terzimizle beraber 5 kişiyiz.
Bu deli işi resmen!
Öyle ama ben de normal sayılmam zaten.