Ceylan Özgün Özçelik: Hissettiğimiz ruh hali filmin adından da belli: Kaygı
Ceylan Özgün Özçelik’in ilk kez Berlinale’de görücüye çıkan filmi “Kaygı”, İstanbul ve Ankara film festivallerinin ardından vizyonda. Özçelik ile buluştuk ve filmi konuştuk.
Yıllarca basın gösterimlerinde, festivallerde yan yana film seyrettiğimiz, sinema üzerine uzun uzun sohbetler ettiğimiz, memleketin televizyon tarihine en iyi sinema programlarından birisi olarak yazılan “En Heyecanlı Yeri”ni yaparken konuğu olduğumuz Ceylan Özgün Özçelik çocukluk hayalini gerçekleştirdi ve ilk uzun metraj filmini çekti. Dünya prömiyerini şubat ayında Berlin Film Festivali’nde yapan “Kaygı”, mart ayında gösterildiği South by Southwest Film Festivali’nden öne çıkan kadın yönetmenlere verilen LUNA Gamechanger Ödülü'yle döndü. Türkiye prömiyerini yaptığı 36. İstanbul Film Festivali gösteriminin ardından, 28. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde jüri özel ve sanat yönetmeni ödüllerini kazandı. Ceylan Özgün Özçelik ile bu vizyonu giren “Kaygı”yı konuşmak için buluştuk. Hafızadan, unutmaktan dem vururken, konu medya ve devlete kadar uzandı.
Yıllardır sinemanın içindesin aslında. Sinema programın “En Heyecanlı Yeri” çok beğeniliyordu. Eleştiriler yazdın. Peki, film çekme isteği ilk nasıl düştü içine?
Dokuz yaşında “Söz Sözdür” diye bir film izlemiştim. Bir daha da hiç izlemedim aslında. İyi mi kötü mü hatırlamıyorum. Onunla birlikte deli gibi sinemaya gitmeye başladım. Kadıköy’de oturuyorduk o zaman. İlkokulda dersleri, hafta sonu kursları asarak sinemaya gitmeye başladım. Kadıköy o zaman sinema doluydu. O zamandan bu yana yönetmen olmak istiyordum. Ama biliyorsun ülkedeki eğitim sistemi, aile, çevre derken hukuk okumak zorunda kaldım. Sonra sinemadan kopmamak için televizyonda sinema programı yapmaya başladım.
O sırada üç kısa film çektim. İkisi bayağı kötüydü. Ama sonuncusunda biraz biçimsel bir şey denemeye çalıştım. Çünkü ilk uzun metrajımda da estetik olarak bir atmosfer filmi yapmak istediğimi biliyordum. Kısa filmde de acaba atmosferik bir şey yapabiliyor muyum, bunun izini sürdüm son kısa filmim “Adil ya da Değil” de. Film çekebilmek için de televizyonu, sinema yazarlığını tamamen bırakmak gerekiyordu.
“Kaygı”nın hikayesi nasıl şekillendi?
Tema olarak ilk hafıza vardı. Hatta bir gün İstiklal’de yürürken Demirören AVM’nin önünden geçiyordum ve o sırada daha yapılalı bir-iki yıl olmuştu. Orada daha önce ne olduğunu hatırlayamadım. İnternete de bakmak istemedim ve arkadaşlarıma sordum. Sonra ufak bir travma yaşadım çünkü kimse hatırlamıyordu. Herkes birbirini arayıp sormaya başladı. Bir türlü cevap bulamadık. Daha sonra bellek ve yüzleşme üzerine okumaya başladım. İlk aslında geçmiş ve unutma/unutturma üzerine düşündüm. Biz de travmalarımızı unutmaya meyilliyiz çünkü normalleşme için çaba gösteriyoruz. Ama bir yandan da unutturma dediğimiz bir efekt var. Bu da iktidarın çeşitli araçları kullanarak yaptığı bir şey.
Bu araçların en güçlüsü de medya. Medya benim on dört yıl içinde olduğum bir dünyaydı ve ondan kopuk bir şey anlatmam mümkün değildi. Her şey biraz böyle şekillendi. Ama Sivas Katliamı’na varma meselesi “En fazla ne kadar unutabiliriz. Katliamları unutabilir miyiz” sorusunu sormamla başladı.
Karakterin medya çalışanı olması dışında televizyonda kurgucu olarak çalışması tasarlanmış bir ironi miydi?
Ben de televizyonda yıllarca kurgu yaptım. Bir süre sonra sokaktayken gördüğün bir binanın arkasına bir şey yerleştirmeye başlıyor beyin. Kendisi bir dünya kurgulayan bir kadının, ondan saklanan kurgulanmamış bir gerçeğe ulaşma çabası beni çekti. İroni belki de burada tam da bu…
Film bir yandan toplu bir hafızasızlık haline gösteriyor. Ama öte yanda ilerledikçe sadece kadın karakterin dünyasına yöneliyor. Bu bir taraftan da filmi anlatmak istediğine daraltıcı etkisi olabilecek bir risk. Bu riski göğüsleyebildiğini düşünüyor musun?
Filmin yapısını ikili kurmuştum. İlk bölümde bir unutma var, kadın var, iktidar var, medya var, bir türlü bitmeyen inşaatlar var, gürültü var, kirlilik halinde olan bir şehir var. Ama benin bu kadının hikayesine odaklanacağım belliydi. Bu kadın bir medya çalışanı olarak anı, haberi, geçmişi kurguluyordu. İkinci bölümde ise onu tamamen bir izleyici konumuna çekmeye çalışmak istedim. Bizim de aslında şu an yaşadığımız şey. Televizyonu her açtığımızda aynı şeyi görmemiz ve onu izlerken tiklerimizin oluşması artık. Ve bir başka çıldırışı da yaşıyor olmamız. Ana karakter Hasret ilk bölümde medyanın bir parçası olarak bir çıldırış yaşarken, ikinci bölümde izleyici olarak aynı şeyi yaşıyor. Ama ikinci bölümde kurmak istediğim esas şey filmin bir apartman filmin dönüşmesiydi. Geçmişi o apartmanda izleri ve sesleri takip ederek bulmasıydı…
Unutma durumunun sadece iktidar ve medya gibi araçlar sayesinde ortaya çıktığını mı düşünüyorsun yoksa kültürel kod olarak da var mı bu topraklarda?
Tabii ki var. Biz de unutmaya hazırız zaten. Bir de şöyle düşünelim. Haberlerin içinde hep “Ne olmuştu” bilgilerinin yer aldığı kutular var. Çünkü her gün bir şeyin yıldönümü. Her toprak parçasında bir şeyler, isimler, olaylar, katliamlar var. Çok fazla doluyor beynimiz. “Ne olmuştu” okumaktan perişan oluyoruz. Biz de hayatımıza devam etmek için unutmaya hazırız. Hazır olmak zorundayız da belki bir yandan. Ruh sağlımızı korumak için. Belki de çelişki burada başlıyor. O zaman da asla unutmamamız gereken şeyleri unutmaya başlıyoruz.
Bazı şeyler görünür olamadığı için değil de çok fazla şey aynı anda gözümüzün önüne geldiği için duyarsızlaşma durumu da ortaya çıkıyor olabilir mi?
Kesinlikle. Son iki güne bak. Silopi’de iki çocuk, 18 yaşında genç bir kadın, arkasından başka şeyler… Bitmiyor ki. Geriye sarıp baktığında bir yıl önce bugün de bir şey olmuş. Nasıl depolayacağız, nasıl saklayacağız, nasıl unutmayacağız, nasıl mücadele edeceğiz? Gerçekten bir kanıksama hali başladı. Bu çok tehlikeli bir şey. Sosyal medyanın da bu anlamdaki kimliğini oturtamıyorum şu anda. Başta bir güçtü, haber kaynağıydı bizim için ama sonradan biz de bir birimizi kırmak, linç etmek, baskı uygulamak için kullanmaya başladık. Bu beni ürkütüyor bir yandan da.
Hepimiz bir şey yazarken on bin kere düşünmeye başladık. Ya da yazmadığımızda niye yazmadık, bir şeye üzülünce şuna niye üzülmedik soruları gelmeye başladı. Aslında birbirimizi çok hırpalamaya başladık. Bunun için birbirimizin baskı aracı olmaya başladık ve bu korkutucu geliyor bana. Tüm bunları da korku filmi ögeleri olarak gördüğüm için tür sinemasına yönelerek böyle bir şey ortaya çıkardım.
Karakterin hafızasıyla ve geçmişle ilgili süreçleri ‘bilinçli’ bir kavrayış sürecinden ziyade bir tür ‘çıldırma’ haliyle yaşamasını seçme nedenin neydi?
Öncelikle nereden bakarsak bakalım “Kaygı” politik bir film. Ama benim en çok çekindiğim şey slogan atan, büyük dersler veren bir filme dönüşmesiydi. Bunun olmaması için belki de. Ben ana karakterin seyirci tarafından sevilen bir karaktere dönüşmesini de istemedim. Ya da çalıştığı kurumda kahramanlık dersleri veren, orayı değiştirip dönüştürmeye çalışan, büyük cümlelerle bunu yapan bir karakter olmasını istemedim. Çünkü kendimi, arkadaşlarımı da öyle görmüyorum. Şu anda sıradan vatandaşı öyle görmüyorum. Hissettiğimiz ruh hali filmin adında da belli. Tüm bu kaygılardan çıkarak bir şey kurmak istiyordum.
Türkiye sinemasını uzun yıllardır yakında takip ediyorsun. Ben kişisel olarak neredeyse standartlaşmış bir estetik anlayışın hâkim olmaya başladığını düşünüyorum. “Kaygı”da yeni bir şey deniyorsun. Bu kararın süreçleri ve zorlukları hakkında neler söylersin?
“Kaygı”nın şöyle bir avantajı oldu. 2013’te bakanlığa başvurdu. 2014’te erteleme aldı, 2015’te de destek aldı. Sonra yapımcı bulmak biraz süre aldı. Bu bana şöyle bir avantaj sağladı. Çok çalıştım. Çekim senaryom, her sahnenin dökümleri bitmişti. Ekiple uzun bir ön hazırlık yapma şansım oldu. Mekânlarda çok zaman geçirebildim. Bu hazırlıkları yapabilmek için şans oldu bir bakıma. Bu bakımdan çekime girdiğimizde oturmuş bir görsel dili vardı açıkçası.
Kafada oturtmak başka da, sette bazen öyle olmayabilir…
Dediğim gibi son kısa filmimde onu biraz denemiştim. Büyük oranda yapmak istediğim filmi yaptım aslında. Çekim sırasında çok zorlanmadım diyebilirim. Ekip de çok iyiydi. Onların da küçük buluşları oldu. Onların iyi olanlarını da filme kattım.
Yeni proje nedir?
Bir ev dolusu kadınla tek gecede geçen bir kara komedi. Yine gerilim ve çok az da gotik ögeleri olan bir film. Ama bu sefer görsel olarak çok çıldıracağım. Şu an daha çok buna çalışıyorum…