Asayiş Berkemal!
"Öz Hakiki Karakol" İbrahim Güler'in ilk filmi olma özelliğini taşıyor.
DUVAR - İbrahim Güler ile yönetmenliğini yaptığı ilk film “Öz Hakiki Karakol”u, bağımsız sinemayı ve sinema okullarını konuştuk. Konu sansüre geldiğinde Güler, “genelde böyle durumları duyarlıymışız gibi yapıp birkaç söylemle geçiştiriyoruz ya da ‘kahrolsun sansür’ diye slogan atıyoruz” diyerek görüşünü açıkladı.
İbrahim Güler kimdir?
1981 İstanbul doğumluyum. 2006 yılında Dokuz Eylül Sinema Tv bölümünden mezun oldum. Mezun olduktan sonra dizi ve sinema piyasasında önce prodüksiyon, daha sonra sanat departmanlarında çalıştım. 2012 yılında senaryosunu Erdal Bektaş’la beraber yazdığımız “Öz Hakiki Karakol” filmini çektim. Daha sonra “Derviş Çeyizi” ve “Munyetul Guzat” adlı belgesel serilerini çektim. 2016 yılında 13 bölüm “Kardeşim Ozi” adlı çizgi dizinin senaristliğini yaptım. Halen devam etmekte olan “Seni Kimler Aldı” adlı dizinin senaristliğini yapmaktayım.
Çocukken çok film izler miydiniz?
İzlerdim. Tek kanal döneminde TRT’nin yayınladığı ve videokaset kiralayıp her gün bir film mutlaka izlerdim. Daha sonraları TRT 2’de yayınlanan filmlerinin ve Parliament Sinema Kulübü'nün müdavimi haline geldik.
İzlediğiniz ilk filmi hatırlıyor musunuz?
İzlediğim ilk filmi hatırlamıyorum. Büyük ihtimal TRT’de yayınlanan bir western veya Bruce Lee filmidir. Ama babamın aldığı video oynatıcı ile izlediğim ilk filmin Kemal Sunal’ın “Çöpçüler Kralı” olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Mesela ilk hikâyemi izlediğim filmlerden etkilenip 8 yaşında yazdım.
Kısa film sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
Benim için bir şey ifade etmesinden çok maalesef ülke sineması için bir şey ifade etmiyor. Kısa film bir konuyu ya da yaratıcısının derdini daha imgesel, soyutlayarak anlatabileceğiniz bir alan. Daha özgür bir yer aslında ama bunu sağlıklı kullanabildiğimizi sanmıyorum. Bizde kısa film eşittir öğrenci filmi damgası yiyen, daha çok bir sıçrama tahtası olarak görülen, hobi gibi bir alan. Birkaç istisnanın dışında sadece kısa filmle uğraşan sinemacılarımız yok maalesef.
“Öz Hakiki Karakol”filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu?
“Öz Hakiki Karakol” bir kara mizah. Küçük bir Türkiye kurmak istedik yazarken. Bunu da sahte bir karakolun içinde yapmaya çalıştık. Gerçek olmayan bir şeye toplumun, o yalanı söyleyenlerin ve devletin inanması üzerine kurulu bir hikâye. Senaryoyu yazarken en temel kaygımız ekonomikti. Bir kaynak bulamadığımız için kendimiz finanse ettik ve kısıtlı bir bütçeyle gerçekleştirdik. Bu da doğal olarak filme ve hikâyeye yansıyor ve yansıdı.
Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?
Ben şahsen Türkiye Sineması demeyi tercih ediyorum. Ama bir başkasının başka türlü adlandırmasına da açıkçası takılmıyorum çünkü etiketleyip kavga etmekten sanırım sinemamızın başka sorunlarını görmezden geliyoruz. Etikete çok takılıyoruz ama içeriğe hiç bakmıyoruz. Bizim içeriği doldurmamız daha çok film yapmaya alan açmamız lazım.
Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?
Bu iddialı bir söylem olur. Ama yapmaya çalıştığımız şey, hedefimiz bu. En azından şu an üzerine çalıştığımız proje buna daha yakın.
Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?
En büyük zorluk filmi finanse edecek yeri bulmak. Çünkü Türkiye’de maalesef devlet desteğinin dışında bir filme kaynak bulacak mekanizma çok az. Sponsorluk anlayışı da tam manasıyla olmadığı için kısıtlı bir hareket alanınız var. Bu yüzden birçok değerli proje yok olup gidiyor.
Bir hikâye aklınıza geldiğinde, o hikâyenin senaryolaştırması aşamasına nasıl karar veriyorsunuz? Senaryolarınız, ne tür çalışmalarla ortaya çıkıyor?
Çoğunlukla önce hikâyeyi bir bütün olarak görmeye çalışırız. Yazdığımız hikâyenin amaçladığımız şeyi anlatıp anlatmadığına bakarız. Hikâye kısmı tam anlamıyla içimize sindikten sonrası tretman ve senaryo aşaması. Hikâyeyi görsel olarak anlatacak sahneler ve onun senaryosal kurgusu. Senaryo teknik bir mesele önemli olan hikâyedir.
Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
Festival ya da gişe filmi diye bir ayrım yapmayı doğru bulmuyorum. Klasik sinema ile modern sinema ayrımına kendimizce bulduğumuz tarif bu aslında. Sinemanın tarihinden, temelinden beri var olan bir ayrım bu.
Festival ya da filmin hedefine ulaştığı son nokta… Bir senaryoyu yazarken ben festivale yapayım bunu ya da gişeye yapayım diye başlamazsınız yola. Ama Türkiye’de dağıtım konusunda, filmlerin hedefine ulaşması konusunda o kadar büyük sıkıntılar var ki ister istemez böyle bir kategorileşmeye gidiyoruz.
Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır? Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı?
Bu daha çok ne anlatmak istediğinizle ilgili… Bazen öyle bir hikâye ele alırsınız ki filmin tam merkezinde yer alır siyasi alt yapınız. Bazen de arka planda işlersiniz. Ama her hikâyeye bu duyarlılıkla bakamazsınız. Mutlaka ki her film yaratıcısının izlerini taşır ama her zaman daha geniş bir perspektiften bakmak gerekir. Vicdan meselesinde ise şunu söyleyebilirim. Bir filmin neresinde yer alır bilmiyorum ama son toplumsal olarak bir vicdana ihtiyacımız olduğu gerçek.
Toplumsal duyarlılıkları gündeme getirmesi açısından sinemanın böyle bir işlevi olduğunu düşünmüyorum. Bu habercilik anlayışı… Televizyonun işi daha çok… Sinemaya böyle bir görev yüklememeliyiz bence. Bazen toplumsal bir duyarlılığı anlatırsınız bazen da toplum için önemli olmayan umursamadığı bir konuyu anlatırsınız. Önemli olan benim duyarlılıklarım toplumunkiler değil.
Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?
Sinema pahalı ve tek başınıza yapabileceğiniz bir sanat değil maalesef. Elinizde iyi bir senaryo olsa da perdeye yansıtmadığınız sürece hiçbir önemi yoktur. Bunun için belli bir bütçeye ve ekibe ihtiyacınız var. Türkiye’de bu anlamda kaynak bulacak alanlar eksik.
Devlet desteğinin dışında ki onunda son yıllarda geldiği hal belli yeterli kaynağı bulacak mekanizmalar yok. Bu da devamlılığı ve üretimi engelliyor. Elinde çok iyi projeleri olup ama hayata geçirememiş birçok insan var. Yıllarını, emeklerini harcıyorlar hayallerini gerçekleştirebilmek için. Bu durumda hikâyeden kısmak daha minimal düzeyde işler planlamak zorunda kalıyorsunuz. Karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım ama gerçek bu.
Etkilendiğiniz yönetmenler var mıdır, varsa kimlerdir? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?
Öyle tek bir yönetmen ya da şu film diyemem. Haneke desem Kurosawa dışarıda kalır. Kurosawa desem Almodovar’a haksızlık ederiz. Almodovar desem Solanas’a ayıp olur... Yani saymakla bitmez beğendiğim yönetmen ya da film.
Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?
Yönetmen ya da senarist olmak isteyen şunları okumalı diye bir şey söyleyemem. Öyle bir kalıp, şablon yok çünkü. Yeri gelir felsefe okur, yeri gelir bilim kurgu okur, tarih okur. Canı ne istiyorsa onu okusun.
Sinema okullarında verilen sinema eğitimini yeterli buluyor musunuz?
İşin açıkçası diğer sinema okullarındaki eğitimi bilmem ama Dokuz Eylül Üniversitesi Sinema TV bölümü (Sanırım şu an ki adı farklı) üst düzey bir eğitim veriyor. Sadece eğitim değil sinema aşkı aşılıyor Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve değerli hocaları.
Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?
İşin açıkçası yönetmen olarak hiç yapımcım olmadı. İlk filmi kendimiz finanse ettik. Dizi senaryosu yazarken tabi ki çalıştığım yapımcılar oldu. Ama bir yönetmen ilişkisi değil tabi ki.
Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir?
Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran.
Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?
Genelde böyle durumları duyarlıymışız gibi yapıp birkaç söylemle geçiştiriyoruz. Ya da kahrolsun sansür diye slogan atıyoruz. Hatta sansüre uğrayan filmin dışında festivale katılan diğer filmlerin yönetmenleri senaristleri duyarlı açıklamalar yapıyorlar ödül kürsüsüne çıktıkları zaman.
Ama asıl yapılması gerekeni yapmıyoruz. Ne zaman ki bir film sansüre uğradığında diğer yönetmenler, yapımcılar filmlerini festivallerden topluca çeker, beraber hareket eder o zaman bir çözüm üretmeye başlarız.