Vatanseverlik mi yoksa insanlık mı?

Kara Gün, ne yazık ki son yıllarda dünyanın birçok şehrinde yaşanan büyük terör olaylarından birisini, etkileyici bir şekilde anlatan bir yapım. Sakin bir şekilde açılan film, elim hadiseyi ve sonrasında yaşananları gösterirken yüksek bir düzeye çıksa da, devamında olay örgüsü biraz aceleye getirilmiş gibi bir hava oluşuyor. Karakterler biraz özensiz bir şekilde çiziliyor, bürokratik olaylar fazla aceleye gelmiş gibi duruyor ve son olarak film, evrensel bir sorunu (terör) bir şehir özeline indirip, hafif bir vatanseverlik sosu ekliyor.

Google Haberlere Abone ol

2013’ün nisan ayında, Boston’daki bir maraton sırasında, bombalı bir terör olayı yaşanır. Birçok kişinin öldüğü ve yaralandığı saldırı halk üzerinde büyük bir şoka neden olur. Önce Boston polisi, sonrasında ise FBI saldırıyı düzenleyen 'cihatçı gençler'in peşine düşer. Araştırmayı, olayı canlı yaşayan deneyimli polis Tommy Saunders (Mark Wahlberg), Boston polis şefi Ed Davis (John Goodman) ve FBI özel ajanı Richard Deslauriers (Kevin Bacon) yönetmektedir.

SAKİN BİR AÇILIŞ, SAKİN İNSANLAR...

Yönetmen-oyuncu Peter Berg, gerçek bir olaydan esinlenmiş bu filminde, doğal olarak olabildiğince gerçekçi bir dil kullanıyor. Önce birbirlerinden bağımsız gözüken ama bu trajik olayla kaderleri kesişen insanları gündelik, normal hayatlarında gösteriyor. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, bu insanlar büyük bir şehir temposu içinde koşuşturan, sosyal hayatı sıfıra inmiş ve stresli insanlar değil, normal hayat akışı içinde, işlerini layığı ile yapmaya çalışan, ailelerine zaman ayırabilen normal insanlar. Gerek problemler yaşayan, orta yaşlı polis Saunders, gerek deneyimli eski toprak Çavuş Jeffrey Pugliese (J. K. Simmons), gerek saldırıda ağır yaralanacak genç çift Patrick ve Jessica (Christopher O’Shea ve Rachel Brosnohan) ve gerekse saldırının failleri, 'cihatçı gençler' Dzhokhar (Alex Wollf) ve Tamerlan (Themo Melikidze), normal hayatlarında aileleri ile birlikte bize tanıtılıyorlar. Bu, bizce başarılı bir başlangıç noktası, çünkü filmin merkezindeki olaya karakterleri tanıtmadan salmak, başta filmin karakterlerine mesafeli olmak üzere seyirciye birçok sorun çıkartabilirdi.

MERKEZ OLAY BAŞARILI ANLATILIYOR

Bu giriş bölümünden sonra filmde maraton koşusu bölümü ve etrafı kana bulayan bombalama eylem sekansı geliyor. Her terör eyleminde olduğu gibi asıl sivilleri hedef alan bu saldırı son derece gerçekçi ve etkileyici bir şekilde beyaz perdeye yansıtılıyor. Ne yazık ki yakın zamanlarda, gerçek hayatımızda defalarca tanık olduğumuz bu gaddar saldırı ve sonrasında yarattığı hem panik, korku ve kan görüntüleri, hem de başıboş bırakılmış gibi duran kamera hareketleri son derece başarılı bir şekilde kotarılmış sekanslar. Yönetmen burada genel planlar kullanmak yerine, daha çok saldırı sonrasında yakın planlar ile kurbanların yüzlerine, yaralarına, yakınlarına ve adeta bir boşluğa bırakılmış gibi hallerine odaklanıyor. Gerçekten terör olaylarının yarattığı gaddarlığa, şaşkınlığa ve travmaya etkileyici bir şekilde tanık oluyoruz.

AYNI BAŞARIYLA GİTMİYOR

Bu, bizce çok başarılı sekanstan sonra, olayın içine FBI ajanları katılıyor ve 'terörist avı' başlıyor. Filmin bu bölümündeki sorun, aslında filmin başımızda gözümüze çok batmayan, filmin temposundan dolayı biraz hasıraltı ettiğimiz ancak hep kendini inceden hissettiren bir karakter yaratma zayıflığı. Evet, filmin başında karakterler biraz tasvir ediliyor ama başkarakter Saunders dışında bütün diğer karakterler biraz üstünkörü, yüzeysel, yani biraz fazla ‘sakin’ bir şekilde çizilmişler. Aralarındaki kısa konuşmalar ve romantik sahneler dışında fazla bir bilgi sahibi olamıyoruz, en fazla nasıl olabileceklerine dair tahmin sahibi oluyoruz. Çavuş Jeffrey’in soğukkanlı olduğunu anlıyoruz, FBI ajanı DesLauriers sabırlı bir görüntü sergiliyor, saldırıda öldürülen genç polis Sean (Jake Picking) cesur biri ve ufak bir flört yaşıyor, hikayeye sonradan katılan Japon öğrenci duygusal bir yan taşıyor ve… Bütün bilgiler bu kadar… Bu karakter çizmedeki görece zayıflık, özellikle saldırganlar ve onların takibi sırasında kendini gösteriyor. Belki bu gençlerin film boyunca ailelerini, mizaçlarını ve yaşantılarını biraz görüyoruz, fakat amaçları ve inançları hakkında hiçbir ipucu bulamıyoruz. Kuşkusuz yaptıklarının savunulacak hiçbir yanı yok ve neye inanırlarsa inansınlar yaptıkları çok korkunç bir eylem ama onları sadece 'kötülük yapmak isteyen öcüler' gibi göstermek bakış derinliği eksikliği taşıyor. Mesela 'cihatçı' gençlerden birinin, arabada, rehin aldıkları gence, 11 Eylül olayının hükümet tarafından yapıldığını ve suçun Müslümanların üzerine yıkıldığını söylediği sahnede, ilginç bir konu filizleniyor ama böyle sahnelerin arkası gelmiyor. Saldırganlar yakalandığında, onların kaos yaratmak istemeleri dışındaki (eğer varsa?) bütün amaçları otomatik olarak rafa kaldırılıyor.

'EVRENSEL' MESAJ ÖZELLEŞİYOR

Filmin sonlarında, dünyanın değişik yerlerindeki bombalı saldırılara karşı halkın kenetlendiği söyleniyor ancak sonrasında bu kenetlenme en çok Boston’da olmuş gibi bir hava estiriliyor. ‘Dünya teröre karşı çıkabilmeli!’ mesajı biraz ‘Bakın! Boston teröre nasıl karşı çıktı!’ mesajına dönüşüyor. Kuşkusuz bu şehrin mücadelesi çok önemli ancak bu tutum sorumluluk sahibi insanların barbarlığa karşı savaşından ziyade 'kahramanların kötülere karşı savaşı'na evriliyor. Terör sorununu biraz Boston tekeline indirgiyor. Filmin içine biraz fazla vatansever, hatta milliyetçi bir sos ekleniyor. Ancak sanırız bu durum, bu tarz filmlerin olmazsa olmazı…

Kara Gün, çok hassas ve çok güncel bir konuyu beyaz perdeye taşımasıyla bile izlenmeyi hak eden bir film. Üstelik bu evrensel konu (veya sorun) büyük ölçüde başarılı bir şekilde aktarıldıysa, bu yapıma ilgisiz kalmamız için hiçbir neden göremiyoruz!

Yönetmen: Peter Berg

Oyuncular: Mark Wahlberg, John Goodman, J.K. Simmons, Peter Berg, Michelle Monaghan, Kevin Bacon, Melissa Benoist, Alex Wolf.

Ülke: ABD