Bildiğimiz hayaletlerin dışında bir hayalet…
Personal Shopper değişik iki hikayeyi birbirine bağlamaya çalışan ancak bu hikayelerin bağlanamaz olduğunu unutmuş bir film. Ne giderek sıradanlaşan bir hayalet hikayesi filmin anlattığı modern dünyayla uyuşuyor, ne de kadın başkarakter filmdeki tam yerini bulabiliyor. Fakat ana karakteri canlandıran Kristen Stewart gerçekten mükemmel bir performans sergiliyor.
Fransız yönetmen Olivier Assayas’ın son filmi ‘Personal Shopper’ı izledikten sonra aklımızda birçok soru işareti oluşuyor. Bunun nedeni, senaryonun iki değişik tarafa doğru akmasından dolayı mı, yoksa filmdeki yan öykülerin net bir sonuca bağlanmaması mı? Ya da üçüncü bir seçenek olarak yönetmenin filminin türünün tam belli olmaması mı? Bütün bu soruların ortak noktası, anlaşılacağı gibi filmde bütünlük açısından bir sorunun var olduğuna ilişkin. Çünkü Personal Shopper bir hayalet öyküsü ve saf bir thriller (polisiye) türleri arasında gezinen bir film.
Ünlü bir moda tasarımcısının (alışveriş) asistanı olan Maureen (Kristen Stewart), biraz içine kapanık ama yeri geldiğinde de iş bitirici yeteneklere sahip bir genç kadındır. Çalıştığı modacı için özel olarak üretilen, her türlü elbise, mücevher ve aksesuarları toplamaktan sorumlu olan Maureen, aynı zamanda da bir süredir ölmüş bir kişinin hayaleti ile bağlantı kurmak istemektedir. Kısa bir süre önce ikiz kardeşini kaybetmiştir ve kardeşinin hayaletinin dünyayı terk ettiğine inanmamaktadır. İş gezileri sırasında gittiği ülkelerde, boşaltılmış ve terk edilmiş evlerde, kardeşinin hayaletinden sinyaller arar, onunla iletişime geçmeye çalışır. İş gezileri sırasında, telefonuna esrarengiz mesajlar gelir. Bu kimden geldiği belli olmayan mesajlar gerçekten ölmüş kardeşinden mi gelmektedir yoksa biri ona kötü bir şaka mı yapmaktadır?
ŞATAFATLI BİR DÜNYANIN PERDE ARKASINDA DOLAŞAN YALNIZ BİR KARAKTER
Moda dünyası gibi dünyanın gözü önünde olan, milyarlarca doların dolaştığı bir ortamda çalışan Maureen karakterinin filmin başından beri kayıtsız bir duruşu var. İşini ciddi ve iyi bir şekilde yapıyor ama bunun hayatının merkezinde olmadığı da belli. İşinin sorumluluğunun farkında ve patronunun soğuk ve kaba davranışlarına rağmen pek şikayet etmiyor, çünkü bu iş hem ona bu devasa moda dünyasının sahne arkasını görmesini sağlıyor, hem de değişik şehir ve ülkelerde kardeşini ( daha doğrusu onun ruhunu) arama olanaklarını tanıyor. Moda sektöründeki birçok kişi bu asistanlık görevini önemli bir basamak gibi görecekken, Maureen arka planda kalmayı ve fazla göze batmamayı tercih ediyor. Bu alışverişler sırasında çıkan ufak aksaklıkları becerikli bir şekilde çözüyor. Patronu için aldığı elbiselerden birini üstünde denediği bir sahne dışında da bu hayata özendiğine dair bir iz görmüyoruz. Birçok insanla iletişimde olduğu ve birçok ortama girip çıktığı halde, oldukça yalnız bir karakter. Dışa dönük bir hayatta içe dönük bir karakter.
HAYALETLE BULUŞMA SÜRECİ OLDUKÇA KASVETLİ BAŞLIYOR
Maureen’nin ikiz kardeşinin hayaletini aradığı sahnelerde ise -özellikle başlarda- çok karanlık, belirsiz ve tam kavrayamadığımız bir hava hakim. Seyirci olarak ne beklediğimizi bilemiyoruz. Gerçek bir hayaletle iletişime geçme mi yoksa sadece esrarengiz bir yabancı adamla buluşma mı? Maureen’nin terk edilmiş konaklarda geçirdiği gecelerde duyduğu değişik sesler, çatırtılar her zaman aklımıza bir ‘acaba aradığı şey gerçekte nedir?’ sorusunu getirtiyor. Filmin geri kalanındaki gerçekçi hava hiç bu hayaletle buluşma sekansına uymuyor. Dolayısıyla aklımıza ilk gelen seçenek Maureen’in sanrılar gördüğü ve aradığı şeyi asla bulamayacağı.
Fakat ne zaman ki (bu arayışların sonucu gibi) bazı mesajlar genç kadının telefonuna gelmeye başlıyor, film değişik bir şekle dönüşüyor. Yani bize başta inandırıcı gelmeyen, hatta gülümsetebilecek bir hayalet hikayesi şekil değiştirmiş bir biçimde, başka bir deyişle günümüzün iletişim teknolojisine uyum sağlamış bir halde karşımıza geliyor. Personal Shopper’da önümüze sürülen hayalet imgesi klasik hayalet formuyla alakası olmayan, bunun tamamen dışına taşan, başka bir deyişle modern şehrin normlarına uygun çağdaş bir hayalet! Tabii ki yönetmenin iletişim yolu olarak telefon mesajlarını seçmesi tesadüf değil. Assayas bir yandan da insanların günümüzdeki mesajlaşma takıntısına dikkat çekiyor.
İşin asıl dikkat çekici tarafı ise, filmin büyük kısmında asla varlığından emin olmadığımız bu hayalet, tam şüpheci bir hava ve modern bir tutum takınmışken karşımızda gerçek bir insan formunda, örneklerini defalarca gördüğümüz şekilde arz-ı endam ediyor. Bu sahnelerin hedefi, Maureen’nin arayışlarının boşa olmadığını göstermek için yapılmış olabilir ama bu değişikliklerin, filmin o zamana kadar ki modern tutumunu nakavt ettiği ve filmin seviyesini düşürdüğü bizce bir gerçek.
KRISTEN STEWART MÜKEMMEL BİR PERFORMANS SERGİLİYOR
Bu cafcaflı dünya, Maureen’nin patronun hunharca öldürülmesiyle değişik bir boyuta evriliyor. Maureen zaten çok tutkulu olmadığı moda sektörünü bırakıyor ve tamamen kendi iç dünyasına dönüyor. Bu trajik olay, onu başta şoke etse de bir yandan da ona gerçek hayatına dönme ve gerçek sorularına cevap verme olanağı sunuyor. Bu hassas ve zalim dünyada kendine yer bulmaya çalışan ana karakteri canlandıran Kristen Stewart gerçekten mükemmel bir performans sergiliyor.
Filmde hissettiğimiz şüphe, kabullenememe, bıkkınlık ve vazgeçememe gibi değişik duyguları, birçok sahnede tek başına bize hissettiren Stewart, aynı zamanda, kırılgan görünen insanların bazen herkesten daha sağlam olduğunu ve etrafı kalabalıklar tarafından çevrilmiş bir insanın herkesten daha yalnız olabileceğini gözler önüne seriyor. Özellikle bir tren yolculuğu sırasında telefonuna gelen mesajlarla, ölen kardeşinin varlığını sorguladığı ve birçok gel git yaşadığı sekanslardaki oyunculuğu gerçekten kusursuza yakın bir seviyede.
Personal Shopper değişik iki hikayeyi birbirine bağlamaya çalışan ancak bu hikayelerin bağlanamaz olduğunu unutmuş bir film. Ne giderek sıradanlaşan bir hayalet hikayesi filmin anlattığı modern dünyayla uyuşuyor, ne de kadın başkarakter filmdeki tam yerini bulabiliyor. Sinema salonundan içimizden bir ‘Yazık!’ düşüncesiyle ayrılıyoruz.
Yönetmen: Olivier Assayas
Oyuncular: Kristen Stewart, Lars Eidinger, Sigrid Bouaziz, Anders Danielsen Lie, Ty Olwin, Hammou Graia, Benjamin Biolay…
Ülke: Fransa