Geçmiş: Başkarakter boşlukta dolaşıyor… biz de öyle!
Kuşkusuz iyi niyetli ve değişik bir film yaratma çabasındaki bu yapım, tamamen boşa gitmiş bir deneme değil. Hatta bazı anlarda belli bir atmosfer yaratmayı beceriyor ve film bir şekilde akıyor.
Çağdaş Çağrı’nın ilk filmi, yalnız ve bezmiş bir adamın hayatına yeni bir anlam vermek için adeta debelenişini anlatıyor. Ne var ki, yönetmenin oldukça durağan nitelikteki filmi ne çok sağlam bir senaryo barındırıyor, ne de yarattığı karakterler ilginç bir noktaya varıyorlar. Film sona erdiğinde biz de kendimizi başkarakter Yusuf gibi boşlukta yüzerken buluyoruz. O belki aradığını buluyor ama biz değil.
Yusuf (Bülent Emin Yaşar) çok tanınmış ve çok başarılı bir fotoğrafçı olduğu halde kendini dış dünyadan tamamen soyutlamış bir şekilde, tek başına yaşamaktadır. Hayatına soktuğu tek kişi ara sıra yatağını paylaştığı Esin’dir ( Gözde Kansu). Kapalı dünyasında, kendini içkiye boğan Yusuf’un bir süredir üzerinde odaklandığı tek şey, uzun zaman önce Mardin’de çektiği bir genç kadının fotoğrafıdır. Bu fotoğraftaki yüzün masumiyetinden çok etkilenen Yusuf, hem bu kadını bulmak, hem de körelmeye başlayan fotoğraf tutkusunu diriltmek için Mardin’e gitmeye karar verir.
NURİ BİLGE CEYLAN SİNEMASI ESİNTİLERİ
Yönetmen Çağatay Çağrı, aslında çekmek istediği filmin türü ve başkarakterinin motivasyonu hakkında tereddüt yaşamıyor. Ancak bunu seyirciye ne kadar aksettirebildiği tartışmaya açık… Geçmiş, daha ilk dakikalardan itibaren Nuri Bilge Ceylan sinemasından esintiler taşıyor. Filmin biçimi, çekim tarzı, temposu ve ana karakteri Ceylan’ın bir dönem filmlerinin çerçevesine oturuyor. Uzun ve tek plan çekimler, ağır bir tempo, güzel doğa görüntüleri, az sayıda diyalog ve hiçbir sıcak yön taşımayan hatta antipatik bir ana karakter. Ne var ki bu tarz filmlerde bizce iki tane zayıf noktadan söz edilebilir ve yönetmen eğer bu noktaları senaryosunu zenginleştirerek kapayamazsa, bunlar ciddi anlamda sırıtırlar. İlki, yönetmen çok güzel görüntüler ve tek plan çekimler yakaladığı zaman, filmin hikayesinin temposunu ve öyküsünün derinliğini ikinci plana atar ve film biraz fotoğraf sergisi haline döner. İkincisi, senaryonun vazgeçilmez bir parçası olan ana karakterin önündeki engeller o kadar derine gömülmüştür ki, zaten az olan diyaloglarla bunları filme katmak çok zorlaşır. Çağrı’nın filmi bu iki zayıf noktadan da bayağı zarar görüyor.
AZ DİYALOG, ÖZ DİYALOG OLMALI
Bir başka sorun da filmde yer alan az sayıdaki konuşmanın ya ana karakterin kapalı iç dünyasını körükler şekilde anlaşılmaz olması, ya da tam tersi bir şekilde, çok açık şeyleri dile getirmesi. Bu konuşmalarda ya zaten baştan düşündüğümüz bir şeyi yani Yusuf’un niye bu yolculuğa çıktığını görüyoruz (ki bu zaten çok açık!) ya da tam tersi bir şekilde, iç şeytanlarıyla boğuşan bir adamın psikolojisini çözmeye çabalıyoruz. Bu fazla açık veya fazla kapalı konuşmalar açıkça seyircinin dengesini bozuyor. Çünkü diyalogların ağırlığı ve biçimleri arasında da ciddi bir dengesizlik mevcut. Yönetmen dizi basitliğindeki diyaloglarla ağır bir drama filmi diyalogları arasında gidip geliyor.
Filmde çok sayıda olmayan ama kilit noktalarda bulunan ve sahte duran konuşmalara gelirsek… Bunları genelde bazen Yusuf’un ağzından, bazen ise sevgilisi Esin’in ağzından duyuyoruz. Yusuf’un Esin’le arasını düzeltmek için beceriksizce yaptığı romantik konuşmalar ya da Esin’in bu sadece yatak birlikteliğinden sıkılıp Yusuf’a söylediği sert sözler genelde inandırıcılıktan uzak duruyor. Sanki oyuncuların, sırasını bekleyip ‘Şimdi bunu açıklayacağım!’ der gibi bir halleri var. Karakterlerin sözlerini duyuyoruz ancak içten olduklarına inanmıyoruz.
BEKLENEN GELİŞMELER VE BEKLENEN BİR FİNAL
Filmin kilit noktalardaki eylemler de bazı diyaloglarda olduğu gibi genelde beklendik ve tahmin edilebilir nitelikte… Örneğin, Yusuf’un yolculuğu sırasında kaldığı otel odasına aldığı sağır ve dilsiz bir fahişeye (ki aslında bunu yapmaya zorlanmış bir kadın!) iyi davrandıktan sonra onun gelip usulca Yusuf’a sarılması veya Yusuf’un soğukluğuna bozulan ve giden Esin’in, Yusuf’un romantik manevraları sonrasında tekrar yatak birlikteliğine boyun eğmesi, dakikalar öncesinden, yani sekansın en başından itibaren tahmin edebileceğimiz eylemler.
Son olarak, epeyce durağan ve ağır bir gidişattan sonra filmin finali geliyor ve Yusuf başından beri aradığı şeyi (veya kişiyi) buluyor ve film yine sürpriz bir şey olmadan sonlanıyor. Yönetmen bu sahnede Yusuf’un sonunda hayatına yeni bir anlam kazandırdığını ve içindeki boşluğu doldurduğunu gösteriyor. Seyircinin içindeki boşluk ise hiçbir şekilde dolmuyor. Çünkü ana karakterin içsel yolculuğuna hiçbir zaman tam olarak dahil olamıyoruz. Tıpkı onun gibi biz de, kendimizi ıssız bir yerde dolaşıyormuş gibi hissediyoruz. Aramızdaki fark bizim tatmin olmuş ve huzurlu bir durumda olmamamız…
Kuşkusuz iyi niyetli ve değişik bir film yaratma çabasındaki bu yapım, tamamen boşa gitmiş bir deneme değil. Hatta bazı anlarda belli bir atmosfer yaratmayı beceriyor ve film bir şekilde akıyor. Ama bütün bu çabalara ve Bülent Emin Yarar gibi büyük bir oyuncunun performansına rağmen, işlediği konuyu tam hazmedemeyen ve konusunun içeriği altında biraz ezilen bir film. İsmine gönderme yaparak şöyle bağlayalım: ‘ Bu sefer fırsat Geçmiş! Bir sonrakini bekleyeceğiz!’
Yönetmen: Çağatay Çağrı
Oyuncular: Bülent Emin Yarar, Gözde Kansu, Lila Gürmen, Elena Viunova, Volga Sorgu Tekinoğlu, Yeliz Akkaya…
Ülke: Türkiye